TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde bir işadamı dostumuz üst düzey bürokratlara ilinde şirketlerin karşı karşıya olduğu problemleri izah ederken en sonunda dayanamadı ve "Sizin iki ay sonra rakamlara bakarak göreceğinizi, ben şimdi yaşıyorum" dedi. Esasen öyle olmuyor mu? Bakın şimdilerde 2008 yılı bilançoları açıklanıyor. Neyi öğreniyoruz? 2008 yılı aralık ayında şirketin durumunun nasıl olduğunu. Şimdi ise 2009 yılının mart ayının başındayız. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2008 yılı için verileri yine benzer bir gecikmeyle açıklıyor. Sonuçta, memlekette ne olup bittiği rakamlara iki ay sonra yansıyor. Bilançolar açıklanıyor, kriz belirginleşiyor. Açıklanan bilançolar yeni bir malumat taşımıyor. Aylar öncesinden belli olanı yalnızca teyit ediyor. Bir de Türkiye'nin ne kadar çok bir acil durum değerlendirme mekanizmasına ihtiyacı olduğunun altını çiziyor. Müsaadenizle bugün şirketlerimizin krizden nasıl etkilenmekte olduklarının altını bir kez daha çizelim. İki ay sonraki rakamların göstereceğini bugünden yorumlayalım. Yetkili ve de etkililerin çöküşümüzü nasıl hızlandırdıklarını da görelim. Önce 2008 yılı performansı neyin eseridir? Başlangıçta iki temel etki vardır. Bunlardan ilki hammadde fiyatlarının düşüşüdür. İkincisi ise dışarıda ve içeride talebin ortadan kalkmasıdır. Kriz Türkiye benzeri ülkeleri farklı bir biçimde etkilemiştir. Önce hammadde fiyatlarının düşüşünden başlayalım. Hammadde fiyatlarının düşüşü, "Bu hammadde fiyatları daha da artabilir" diye düşünüp, hammadde stoklayan firmaları fena vurmuştur. Aynı tespit, mamul maddeler için de geçerlidir. Firmalar, krizle birlikte, ürettikleri ürünlerde maliyetin fiyatın üzerinde olduğunu dehşetle görmüşlerdir. Daralan talep sattıkları ürünün fiyatını düşürürken maliyetleri dünü yansıtmaktadır. Böylece ne olmuştur? Böylece firmalar, 2008 yılında, daha işin başında işletme sermayelerini kaybetmişlerdir. Bu birinci etkidir. İkinci etki ise iç ve dış talebin kriz nedeniyle erimesidir. Bunun sonucunda, şirketlerin nakit dengesi bozulmuştur. Belli bir nakit girişi olacağı varsayımıyla o nakit girişine dayalı olarak, nakit çıkışı yaratacak kontratlar imzalayan şirketler, nakit girişlerinin azalmasıyla, yükümlülüklerini yerine getiremez hale gelmişlerdir. Somutlaştıralım: Ayda 100 araba satacağını varsayarak borca giren firma, bundan böyle 15 araba satabileceğini dehşetle fark ettiğinde borçlarını ödeyemeyeceğini anlamıştır. Böyle bir ortamda, firmanın yaşayabilmesi için gereken nedir? Borçların yeniden yapılandırılmasıdır. Bu da başlangıçtaki ikinci etkidir. Başlangıçtaki iki temel etkinin işleyişi nasıl yorumlanabilir? Kriz, Türkiye'ye dışarıdan gelmiştir. Bu bizim değil, onların krizidir. Bu bir. İkincisi, dışarıdan gelen kriz, şirketlerimizi tam kalbinden vurmuştur. Öyle "teğet geçen" bir kriz yoktur. Üçüncüsü, konu bankalarla alakalıdır. Peki, şirketlerimiz bu durumda ne yapmışlardır? Sayın Başbakanımızın ve saygıdeğer yöneticilerimizin dediklerini dinlemişlerdir. Ne yapmışlardır? Bizi teğet geçecek krizin birkaç ay içinde atlatılabileceğini düşünenler, sermaye koyup, tefeci faizi ile borçlanıp, bu birkaç ayın geçmesini sağlamaya çalışmışlardır. Yukarıda saydığımız, bu iki temel etkinin olduğu bir ortamda, sermaye koymak ne anlama gelir? Sermaye koyduğunuzda, borçlarınızı ödersiniz. Sonra? Sonra işletmenizi olduğu gibi kapatırsınız. Bunu yapmayıp, 2008 yılından itibaren tedbir almaya çalışanlar ise düzenli olarak küçülme yoluna girmişlerdir. Dün TÜİK tarafından tam "eksi yüzde 24,2" olarak açıklanan ocak ayı imalat sanayii büyüme rakamından bu durumu çok net görebiliyoruz. Mart ayı bilançoları sonucu daha da açık ortaya koyacaktır. Ha gayret, bir-bir buçuk ay sonra resmi daha da iyi görebileceğiz. 2008 yılında tedbir almakla, bugün ne yapayım diye etrafa bakmak arasında ne fark vardır? Şirketlerimiz, ellerindeki barutu heba etmişlerdir. Operasyonlarını düzenli olarak küçültmek için harcayacakları bir kaynağı, "sanki işler eskisi gibi devam edecekmiş gibi" yapmak için harcamışlardır. Kaynak israfı kötüdür. Bu ortamda, iki kez daha kötüdür.
Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Geçen zaman Türkiye'de alınacak tedbirlerin hem maliyetini artırmıştır hem de etkinliğini azaltmıştır. Aslında ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır. Eskiden bir birimlik tedbir üç birimlik ferahlama sağlayacaksa şimdi bir buçuk birimlik ferahlama sağlayacaktır. Atalarımızın "Erken kalkan yol alır" dediği tam da budur. Uyuyan ise elbette kaybeder. (You snooze, you lose). İşimiz zordur. Vaziyet bundan ibarettir.
Bu yazı 10.03.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024