TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünya garip bir yer oldu. Hepimizi derinden etkileyen ve bizleri bundan sonra daha da çok etkileme eğilimi gösteren bir küresel iktisadi krizin tam ortasındayız. Küresel kriz Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD) kaynaklandı. Bu durumda ne beklersiniz? İçinizden "herhalde küresel Amerikan hegemonyasının sonuna geldik" dersiniz değil mi? Ama bakın hayat öyle göstermiyor. Öyle olacak gibi de durmuyor. Başkan Obama sabah akşam "yandık, bittik, mahvolduk" diyor ama ortadaki eğilimler ABD'nin iktisadi açıdan hâlâ önemli olduğunu gösteriyor. Yeni bir ortama hızla giriyoruz. ABD'nin bu yeni iktisadi ortamda önemini nasıl koruyacağını merak ediyorsanız aşağıya bekleriz. Uluslararası Finans Enstitüsü'nün (IIF) 2009 yılı için, uluslararası fon akımlarına yönelik olarak ortaya koyduğu tahminlerden başlayalım isterseniz. 2007 yılında, hani ülkemizin başarıyla tam yüzde 4,6 büyümüş olduğu o güzelim yılda, yükselen piyasalara doğru gerçekleşen net sermaye akımı 929 milyar dolardı. 2008'e gelindiğinde bu miktar, yarı yarıya azalarak 466 milyar dolara düştü. Ve sıkı durun. 2009'da bu fon akımlarının 165 milyar dolara düşeceği tahmin ediliyor. Demek ki neymiş? Küresel ekonomide dolaşan ve ekonomilerin, büyümelerini finanse etmek için kullandıkları fonlar tam onda birine düşmekteymiş. Dolayısıyla bugünkü ilk tespitimizi hızla yapalım: Çin, Brezilya, Hindistan, Rusya, diğerleri ve de Türkiye'nin, hızla küçülen bu pastadan payına düşene razı olmak durumunda kalacakları yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu ilk tespit. İlkiyle bağlantılı, ikinci tespitimiz de şu olsun: İçinde bulunduğumuz bu geçiş sürecinde, küresel fon akımları esasen ABD'ye yönelik olacaktır. ABD, dünyanın en borçlu ülkesidir. Toplam dış borcu 12 trilyon dolar düzeyindedir. ABD'nin dış borcunu ödeme kapasitesinde herhangi bir değişiklik ise beklenmemektedir. Krize karşı alınacak önlemler sepetini finanse etmek için gereken tutar aslında bizim gibi ülkelere akacak serbest fon miktarını olumsuz etkileyecek gibi duruyor. Bu şu demek: Pasta küçülecek ama küçülen pastanın daha büyük bir bölümü yine ABD'de toplanacak. Neden? Çünkü ABD, bugünün şartlarında, diğer ülkelere oranla daha öngörülebilir bir ortam sunabiliyor. "Onlar artık riskli" lafı şimdilik yalnızca laf. Peki, ekonomisindeki çarkların dönebilmesi için cari işlemler açığı vermesi gereken Türkiye gibi ülkeler bu durumda ne yapacaklar? Bu noktada, ABD'nin küresel ortamda yeni bir işlevi üstlenmesi gerekiyor. Bugün değilse yarın tam da bunu tartışacağız. Eğer küresel piyasa mekanizması, ülkelerdeki çarkların dönebilmesi için gerekli fon akımlarını yönlendiremiyorsa bu, ABD'ye de yeni bir işlev düşmesi demektir. Aslında bu yeni işlev, çok da yeni değildir, 1970'lerin henüz küreselleşmemiş dünyasındaki "devletten devlete fon akımlarına" geri döneceğiz bu yıl. Bu nostaljik ilişki biçiminde, fon akımları, özel piyasalardan özel şirketlere değil, bir hükümetten bir diğer hükümete doğru gerçekleşecek. Yakın geleceğin böyle olacağını unutmamakta fayda var. Piyasaların işlevini yerine getirmediği bir ortamda, Washington nasıl New York'taki kararlara müdahale ediyorsa, küresel piyasaların yeterince işlemediği bir ortamda da başka hükümetlere fon akımlarını da yönlendirecektir. İçine girmiş olduğumuz ortam, fon akımlarının alacağı şekil açısından işte böylesine nostaljik ve de 1970'lere benzeyen bir ortamdır. Bu da olsun bugünkü üçüncü tespit. Eğer fonların hangi ülkeye gideceği konusunda söz sahibi olan New York değil de Washington olacaksa, bu dış politikanın ekonomi politikasını belirleyeceği bir dönemde olduğumuza işaret etmektedir. Fon akımlarının yönünü belirleyen kritik kararları verecek olanlar, sadece ekonomik saiklere göre mi hareket edeceklerdir? Yoksa dış politika meseleleri mi belirleyici olacaktır? Duruma bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır. Ekonomi politikasıyla dış politika arasındaki kesişim alanını yeniden ele almak gerekmektedir. Biz ABD dış politikasında ekonomi meselelerinin ağırlıklı olacağına inanıyoruz bu yıl. Sizi bilmeyiz. ABD'nin krizde olması gerçeği, etkisinin azalacağı anlamına gelmemektedir. Tam tersinin olma ihtimali ise bir hayli yüksektir. Ani tepkilerden kaçınmamız gereken bir dönemde olduğumuzu başka nasıl anlatalım? Biz böyle anlatmayı tercih ediyoruz. Her adımı ölçerek atmamız gereken bir dönemdeyiz. Öfkeyle kalkan zararla oturur.
Bu yazı 03.02.1009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024