TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Katı olan her şeyin buharlaştığı bir süreçte başlangıcın sonuna geliyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerini yeniden konuşmaya başlamak için son derece uygun bir zamandayız. Bilmem farkında mısınız? Memleketin gündem maddeleri, bugünlerde, yeni bir içe kapanma sürecinin başlangıcına işaret ediyor. İçe kapanma bugünlerde yapılabilecek en büyük yanlış olur. Küresel ölçekte rollerin yeniden belirleneceği bir dönemde yapılabilecek en büyük hata, yalnızca bizi ilgilendiren bir iç hesaplaşmayı yeniden ön plana çıkartmak olacaktır. Üstelik elimizde kullanılabilecek bu kadar imkân biriktirmişken, yarını değil de dünü tartışmaya başlamak yanlıştır. Türkiye'nin geriye değil, ileriye doğru bakmasında fayda vardır. Bakın bu ne demektir? Önce bir tespitle başlayalım müsaadenizle: Türk-Amerikan ilişkilerini tartışmaya başlamak demek, küreselleşme sürecinde, Türkiye'nin yerini belirlemek demektir. Ortada sağlam bir analiz çerçevesi olmalıdır. Bu yapılmadan, dış politika tartışmalarının ayrıntılarına girmek, bir tiyatro oyununu izlemeye ikinci perdeden başlamaya benzer. Şimdi şöyle bir düşünün; Hamlet'i izlemeye ikinci perdeden başlasanız, "Bu çocuk, neden amcasına bu kadar kızıyor, her dakika zıtlaşıyor? Halbuki adam tam bir beyefendi, üstelik oğlana sürekli iyi davranıyor" diye sinirlenmez misiniz? Vallahi sinirlenirsiniz. Türkiye'de "ABD bizden bunu nasıl isteyebilir?" yahut "filanca bize bunu nasıl diyebilir?" tartışmasının özü de buna çok benzemektedir. Kendinizi yerkürenin üzerinde, kendi başınıza anlamlandıramazsanız, dışarıdan gelen her talep, içeriye müdahale gibi algılanabilir. Bu algının temel nedeni, aslında, sizin içeriden kaynaklanarak dışarıya doğru uzanan bir bakış açınızın olmaması ile yakından alakalıdır. İşte aşmamız gereken temel engel budur. Şimdi gelelim sorumuza: Neden şimdi bu işi tartışmamız lazımdır? Birincisi, son derece basit: ABD'de yakında yeni bir yönetim idareyi devralacak. Ortada dünün yanlışları var. Dünün yanlışları, ABD'nin çevremizde bizi de olumsuz etkileyen bir dizi hata yapmasına neden oldu. Etrafımızdaki bölgenin istikrarsızlaşması, Türkiye'nin ticaret potansiyelini sınırlandırdı. Zenginleşme kanallarımızı tıkadı. Özellikle de ülkemizin daha az gelişmiş bölgelerindeki zenginleşme kanallarını tıkadı. Şimdi onların hatalarından ders çıkarmamız gereken yeni bir dönemin tam başındayız. ABD'nin yeni hatalar yapmamasına, özellikle yardımcı olmamız gerekiyor. Devlet ve piyasa inşasının saksıda çiçek yetiştirmeye benzemediğini, tohumu topraktan çekip çıkartmanın mümkün olmadığını, çiçeğin, emek vererek yetişmesini beklememiz gerektiğini, bu arada, ona, nem ve ısı sağlamamız gerektiğini ama ille de beklememiz gerektiğini, deneyimlerimize dayanarak daha sık anlatmamız gerekiyor. Bu, birinci noktadır. Dün ABD ile yakın temas halinde olup, yapılması gerekenleri anlatabileceğimiz, birden çok mekanizmaya sahiptik. Ancak şimdi daha önce hiç sahip olmadığımız bir yeni aracımız daha var. Bu yeni dönemin tam da başında Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin geçici üyesi olması büyük bir şanstır. Ve bu şansı kullanmanın yolu şimdiden ve artan bir perdeden dış politika üzerine tartışmaya başlamamızı gerektirmektedir. Yeni dönemin elimize getirdiği bu imkânı duygusal tartışmalarla harcamamak esas olmalıdır. Bu da elimizdeki ikinci noktadır. Üçüncüsü, G-20 üyeliğinin bize getirdiği bir başka fırsattır. Kaderin cilvesi ile ABD'deki yönetim değişikliği küresel ekonomide, Amerikan ekonomisi kaynaklı, derin bir ekonomik krizle üst üste bindi. Önümüzdeki dönemde, küresel ekonominin sağlıklı işleyişine ilişkin kamu politikalarının tasarımı ve eşgüdüm içinde uygulamaya aktarılması son derece önemli olacak. Türkiye, bu çerçevede, G-20 ülkelerinden biri olarak, isterse aktif bir tutum izleyebilir. Bugün krizin merkezi kendi problemlerine gömülmüş durumdadır. Ortada bizim gibi ülkelerin intibak meseleleri ile ayrıntılı olarak ilgilenen kimse yoktur. Halbuki ortada kocaman bir boş gündem bulunmaktadır. Bu da üçüncü noktadır. Bu üç noktanın işaret ettiği husus şudur: 2009 yılında küresel düzenin temelleri gözden geçirilecektir. Türkiye, bu gözden geçirme sürecine doğrudan katkıda bulunabilecek bir potansiyele 2009 yılında sahip olacaktır. Fırsat ortada kullanılmayı beklemektedir.Bu fırsatı kullanmanın önkoşulları var mıdır? El cevap: Üç önkoşul vardır. Birincisi, Türkiye'nin geriye doğru değil, ileriye doğru odaklanmaya ihtiyacı vardır. Geriye doğru odaklanmak tüketici ve yıpratıcı bir Ortadoğu âdetidir. Geriye bakmanın yol açtığı anlamsızlığı görmek isteyen Filistin iç siyasetine bakabilir. İkincisi, Türkiye'nin, sınırlarından içeriye doğru değil sınırlarından dışarıya doğru odaklanmaya ihtiyacı vardır. "Memleket nasıl bölünür?" kâbusundan, "Merkezi Türkiye'de bulunan üretim ağlarını ve değer zincirlerini dışarıya doğru nasıl yayabilir ve çevremizdeki ülkeleri nasıl bu üretim süreçlerinin parçası haline getirebiliriz?" hayallerine geçmek gerekmektedir. Üçüncüsü, bu coğrafyada neyin peşinde olduğumuzu açıklıkla ifade edebilmeliyiz. Özal reformları ülkeye dışarıya doğru açılarak, zenginleşebileceğini göstermiştir. Türkiye'nin bu coğrafyada iddiası, petrole sahip olmadan, zengin ve müreffeh olunabileceğini kanıtlamaktır. Bu organizasyon becerisi cumhuriyetin kazanımıdır. Bu kazanım, bugüne kadar küresel ekonomiye entegre olmamış bir bölgenin, Avrasya'nın merkezinin küresel ekonomiye nasıl sancısız bir biçimde entegre edilebilmesi için yol gösterici mahiyettedir. Bir paragrafta özetleyiverdiğimiz bu önkoşulları ileride daha etraflıca tartışacağız.Görülebileceği gibi, Türk-Amerikan ilişkilerini tartışmaya başlamanın yeri Türkiye'dir. ABD'nin Türkiye'den talepleri olabilir ama içinde bulunduğumuz çağda bunları duygu seline kapılmadan değerlendirebilmek için öncelikle Türkiye'nin kendisinin ne olmak istediğine karar vermesi gerekmektedir. Türkiye kendisinin ne olmak istediğine karar vermeden, Türk-Amerikan ilişkilerinin, günlük karar ve pazarlıkların ötesine geçerek, stratejik bir temele oturabilmesine imkân yoktur. Bunu yapmamak, esasen, ortadaki fırsatı heba etmektir.
Bu yazı 13.01.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024