TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu hafta sonu bir değişiklik yapalım ve cuma günü başladığımız tekstil sohbetini şimdilik bir sona bağlayalım. Neydi mesele? Türkiye'de tekstil ölmemişti. Rakamlar başka sektörlerde, örneğin, tv üretiminde rekabet gücü kaybettiğimizi ama tekstilde daha böyle bir gelişme olmadığını gösteriyordu. Tekstildeki rekabet gücü tişörtten tufte halılara doğru geçmeye başlamamızla yakından alakalıydı. Tekstil bir tek endüstri değil, bir endüstriler toplamıydı. Rekabet gücü kaybettiğimiz alanlardan yeni alanlara doğru geçiyorduk. Tekstilin bu ülkede ölmeyeceğini kanıtlıyordu. Şimdi zaman bir tekstil politikası geliştirme zamanıydı. Çıkan kısmın özeti tam da böyleydi. Peki, ne yapacağız? Nasıl düşüneceğiz? Esasen durumu şöyle de izah edebilmek mümkün: Bildiğimiz tişört pazarında, ucuz işgücü olmadığı için rekabet edemiyorsak, bundan böyle yaz sıcağında, giyeni serin tutacak tişört pazarına nasıl rekabet gücü yüksek bir üretici olarak girebileceğimizle ilgilenmemiz gerekiyor. Bu ifadede iki noktanın altını çizerek, kamunun ve iş dünyasının önümüzdeki dönemde hangi konulara odaklanmasında fayda olduğunu belirtelim. Birincisi, tekstil-hazırgiyimde sanayimizin örgütlenme biçimini değiştirmek zorundayız, inovasyon ve Ar-Ge faaliyetlerinin son derece önem taşıyacağı bir dönemin başındayız. Kamu politikalarını tasarlarken, tekstil bahsinde içinde Ar-Ge geçen bir politika çerçevesine ihtiyacımız var. Unutmayalım ki, katma değeri yüksek üretimin önkoşulu önümüzdeki dönemde buralardan çıkacak. Eskiden yaptığımız işleri eskiden yaptığımız gibi yapmamayı öğrenmemiz gerekiyor. İşin örgütlenme biçimini değiştirecek bir tekstil politikasına ihtiyacımız var öncelikle. Bu ne demek? Şu demek: Tekstil endüstrilerini ucuz emek endüstrileri zannedip odağa farklı bölgesel asgari ücreti yerleştirmeyelim. Bu birinci tespit olsun. Bölgesel asgari ücret önemli bir geçiş dönemi aracı olabilir ama Türkiye'nin ve Türk tekstilinin uzun vadedeki kurtuluşunu sağlayamaz. Bunu da unutmayalım. Bununla bağlantılı, ikinci tespit ise gayet açık. Tekstil endüstrileri bundan böyle çalışan başına en az mühendisin çalıştığı endüstriler olmayacak. TEPAV'da şimdi yapılan çalışmalar böyle gösteriyor. Daha fazla Ar-Ge yapılan bir endüstrinin daha fazla mühendise ihtiyacı olacağı açık. O vakit, devlet yardımlarının da bu geçişe yardımcı olacak biçimde tasarlanmasında yarar var. Üçüncüsü ise daha yüksek teknolojili üretime doğru yönelirken, sonuçta kumaş dokuyup, elbise dikmeye de devam edeceğiz. Dolayısıyla düşük nitelikli emek ihtiyacında esasen bir değişiklik de olmayacak. Ne olacak? Değer zincirinin farklı aşamalarını daha farklı yerlere doğru taşıyacağız. Son yıllarda "markalaşmak" olarak adlandırılan hadisenin esasen değer zincirini daha geniş bir coğrafya içinde yeniden örgütlemek demek olduğunu kavramak durumundayız. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bu açıdan üzerinde düşünülebilecek alanlar. Yine devlet yardımları çerçevesinde bu konuyu unutmamakta fayda var. Ayrıca Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Tekstil ve Hazır Giyim Sektör Meclisi Başkanı Sayın Umut Oran'dan bu konuda öğrendiklerimizi de yakında daha ayrıntılı ele almakta fayda var. Şimdi gelelim günün kamu politikaları açısından genel sonucuna. Tüm bu çerçeve, kamuda karar alıcıların tekstil endüstrilerine bakış açısını da belirlemeli esas itibariyle. Hangi açılardan? Birincisi, devlet yardımları tasarlanırken iş yalnızca yatırım teşvikleri ile sınırlı kalmamalı. Tekstil endüstrilerinin dönüşümünün Ar-Ge ve inovasyon yoluyla olacağı unutulmamalı. Şimdilerde Ar-Ge ve inovasyonu "akademik faaliyet" zanneden anlayışın değişmesi herhalde birinci öncelik olmalı. Bakın buna da uzun uzun geleceğiz. İkincisi, sanayinin bir yerden, daha çok arzu edilen başka bir yere bir atımlık barutla gidemeyeceği de unutulmamalı. Tekstil değer zincirinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya yayılması ancak bir bölgesel kalkınma perspektifi ile yapılabilir. Bu da unutulmamalı. Aksi takdirde, bugün, örneğin, Özbekistan'a veya Mısır'a gidip, mutsuz olanların deneyimlerini ihmal etmiş oluruz. Müsaadenizle içinde bulunduğumuz süreçle ilgili bir sonuç daha çıkararak bugünü noktalayalım: Hatırlayın tekstilin yanı sıra otomotivi örnek vermiştik rekabet gücümüzün arttığı sektörler olarak geçen hafta. Gerek tekstil gerekse de otomotiv, ulaştırma maliyetlerinin önem taşıdığı sektörler. Her ikisi de havaleli mallar üretiyor. Bu ne demek? Çin'den yükselen rekabet nedeniyle artan ulaştırma maliyetleri hem petrol fiyatları hem de artan ticaret nedeniyle yükselen navlun fiyatları havaleli mal üreten sektörlerde pazara yakınlığı yeniden önemli bir faktör haline getirecek gibi duruyor. Dün "ucuz işgücüne dayalı rekabet gücümüzü" sıfırlayan ve tekstil endüstrileri içinde bir yeniden yapılanmayı gündeme getiren Çin'in sanayileşmesi bugün yol açtığı bir "istenmeyen sonuç" nedeniyle, artan ulaştırma maliyetleriyle, tekstil endüstrimize bir bütün olarak destek veriyor. Aynı durum otomotiv için de geçerli. Bu ne demek? Türkiye rekabet gücünün devamlılığını garanti altına mı alıyor? Hayır. Yalnızca yeniden yapılanabilmek için son derece ihtiyaç duyduğumuz ek zamana kavuşuyoruz. Tarihin bu gülümsemesinden yararlanmak için elimizden geleni yapmamızda fayda var. Eldeki zamanı bu tür sektörlerde ne yapacağımıza karar verip, uygulamaya geçmek için kullanmakta fayda var. Tekstil bitmedi ama tekstilin TV üretiminin akıbetine uğramaması için tedbir almak gerekiyor. TV söz konusu olduğunda 1996 Gümrük Birliği Anlaşması'nın bize zaman kazandırdığını anlayamamıştık. Şimdi yükselen ulaştırma maliyetleri bize yine zaman kazandırıyor. Üstelik havaleli mal üreten tüm sektörlerde bize zaman kazandırıyor. Bu fırsatı kaçırmamamız lazım. Ne yapacaksak, bu aralar tasarlayıp uygulamaya koymamız gerekiyor. Gündemi karıştırmadan konuya odaklanmanın tam zamanı. Avrupa Birliği'nin yeni kimyasallar politikası (REACH) da tam bu sıralarda yürürlüğe giriyor. Sürpriz sürpriz, en çok kimyasal girdi kullanan sektörlerimizden biri de tekstil. Dedik ya, tam zamanı. Türkiye'nin, acilen, "kur yükselsin" demenin ötesine geçen, önümüzdeki fırsatları verimlilik ve refah artışına çevirebilecek ciddi bir tekstil politikasına ihtiyacı var. Farkında mıyız?
Bu yazı 23.08.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024