TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Rus birliklerinin Gürcistan'a girmesi ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Adına ne derseniz deyin, askeri birliklerin sınırı geçmesi iyi değildir. Şimdi ne olmuştur? Rusya, oyuna geri dönmüştür. Daha düne kadar kendi iç meselelerine odaklanmış görünen Rusya, şimdi kendine çekidüzen verdiğine karar vererek, âleme nizam vermek üzere geri dönmüştür. Bu iyi ya da kötü değildir, vakıadır. Vakıa ile kavga edilmez, ne olduğunu anlamak için düşünülür. Şimdi karar verilmesi gereken konu sayısı ikidir. Birincisi, geri dönen Rusya, yirminci yüzyılın son çeyreğinde imparatorluğunun dağılmasının getirdiği travma sonrası stresi atlatmış mıdır? Yeni dönemin gerçeklerinin farkında mıdır? İkincisi, Türkiye'nin bu yeni gelişme karşısında, kolaylıkla uyarlanabilecek, bir dış politika stratejisi var mıdır? Hafta sonu Referans'ında Sayın Mensur Akgün'ün anlattığı gibi dış politikamız manalı bir yapısal dönüşüm süreci içinde midir? Her iki soruya da tartışmasız, şöyle, yekten, "evet" diyebilmek, ne yazık ki mümkün değildir. Gelin bakın, neden değildir? Öncelikle Rusya, imparatorluğun dağılmasının getirdiği travma sonrası stresi aşmış gibi görünmemektedir. Tedavinin ilk adımı hastanın hasta olduğunu kabullenmesi ve bir hayal âleminde yaşamaktan vazgeçmesidir. Sovyetler Birliği deneyimi başarısız olmuştur. Kırılan parçaların, sağlam bir yapıştırıcıyla yeniden yerine yapıştırılması vazoyu eskisi gibi yapmaz. Hele bunun, bu çağda, kaba güç kullanarak yapılabileceği inancı külliyen yanlıştır. İsteyenler son dönem Amerikan dış politika fiyaskolarına sırayla bakabilir: Afganistan, Irak vd. Ama Rusya'da bunun mümkün olabileceğini düşünenlerin olduğuna dair alametler vardır. Çin'in dünya ekonomisiyle bütünleşmesinin petrol ve emtia fiyatlarını yukarıya itmesi Moskova'da geçmişe dönmenin mümkün olduğunu düşünenlerin bu inancını güçlendirmiş gibi durmaktadır. Bu, bir yanılsamadır. Son derece tehlikeli olduğunu ise Gürcistan olayı göstermektedir. Tehlike sadece bizatihi Gürcistan ile sınırlı değildir. Bakın tehlikeli olan nedir? Putin döneminde Rusya'nın kendine olan güveni artmıştır. Aynı dönemde Çin'in de kendine olan güveni artmıştır. Çin'in kendine olan güvenini artıran, Çin ekonomisinin bu son dönemde geçirdiği yapısal dönüşümdür. Rusya'nın güvenini artıran ise Çin'in hızlı büyümesi nedeniyle petrol ve emtia fiyatlarının hızla yükselmiş olmasıdır. Biri diğerinin türevidir. (Hemen "Tamam işte şimdi fiyatlar düşüyor, Rusya güç kaybedecek" demeyin lütfen. Bugün herkesi mutluluktan çıldırtan petrol fiyatı düşüşünün alt sınırı 100 dolar civarındadır.) Çin-Rusya karşılaştırmasına dönersek: Kendine güven kazanma süreci birinde içsel diğerinde ise dışsal dinamiklere dayalıdır. Biri emeğe dayalı iken, diğeri ilkinin "başlangıçta hedeflenmemiş sonucu"dur (unintended consequence). Biri son derece dünyevi iken, ötekisi, bir ülkeyi hayal âleminin derinliklerine sürükleyebilir. Ortada bugün itibariyle yapısal bir bozukluk vardır. Bu akılda tutulması gereken ilk tespittir. Peki, Gürcistan'da olup bitenler Türkiye'de, bizlere neyi hatırlatmalı ve burada nasıl bir tartışma sürecini başlatmalıdır? Türkiye ne yapmalıdır? Bölge ülkelerinin ve bu arada Türkiye'nin yapması gereken, Rusya'nın bu stresi atlatmasına, hayal âlemine dalmamasına yardımcı olmak olmalıdır. Hedef, yalnızca bu günlük Gürcistan'ı Rusya'dan korumak değil, Rusya'nın normalleşmesine katkıda bulunmak olmalıdır. Bu ikinci tespitti. Bugün için, Rusya'yı rencide edecek her adım, Rusya'nın normalleşmesini daha da zorlaştıracaktır. Buyurun, bu da üçüncü tespittir. Rusya'nın normalleşmesi demek ne demektir? Rusya'nın dünya ekonomisiyle yapısal bütünleşmesini sürdürmesi, içeride yarıda kalan reform sürecinin yeniden başlatılması ve özel sektörün güçlendirilmesi demektir. Dördüncü tespit ise şudur: İşadamlarımızın Rusya'da faaliyet alanının genişlemesi, Rusya'da özel sektörün ve ekonominin güçlenmesi için iyidir. Türkiye, Rusya ile kavga ederek, Rusya'ya ve de kendine yardımcı olamaz. Bu da bizi bugünün ikinci noktasına getirmektedir. "Türkiye'nin dış politikasında köklü bir yapısal dönüşüm olmakta mıdır?" Doğrudur. Türkiye artık düne göre son derece aktiftir. Ancak aktif dış politika, birden çok tarafı eskisinden daha sık ziyaret etmekten öte bir anlam ifade etmek zorundadır. Zarf kadar mazrufun da bir önemi olmalıdır. Artan iletişim, ortada iletecek bir mesaj yoksa bir mana ifade etmemektedir. İşte Türkiye'nin dış politika problemi, galiba tam da bu noktadadır. O nedenle "yapısal dönüşüm" ifadesi maksadını aşmaktadır. Peki, Türkiye ne yapmalıdır? Dış politikayla iktisat politikası çerçevesi arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmelidir. Çağımız, ulusal ekonomilerin dünya ekonomisi ile bütünleşmeleri çağıdır. Ülkeler bütünleşme stratejilerini isterlerse kendileri belirleyebilmektedir. Bunun yolu, bir ülkenin tüm enerjisini bu konu üzerine odaklamasıdır. Küreselleşme sürecinde iktisat politikası tasarımı artık belli bir malın ana girdiden, en son çıktıya kadar küresel bir değer yaratma süreci olarak ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Amaç artık "Ben falanca malı üreteceğim" demek değil, belli bir malın üretim sürecindeki katma değeri en yüksek olan aşamaları ülkenin içinde veya ülke şirketlerinin kontrolünde toplamaktır. Bunu yapabilmek içinse, sadece iktisat politikasına değil, dış politika çerçevesine de ihtiyaç vardır. Küresel üretim sürecini tasarlayabilmek ise ekonomi yönetiminin tek başına yapabileceği bir iş değildir. Aktif dış politikada, mazrufu belirleyecek olan, mesajı şekillendirecek olan, Türkiye'nin küresel ekonomi içinde oynamak istediği rolü tanımlayan bir ekonomi politikası çerçevesidir. Türkiye ekonomik istikrarı nasıl koruyacağı tartışmasını bir an önce devre dışı bırakıp, nasıl büyüyeceğine, dünya ekonomisinde nasıl bir rol oynamak istediğine karar vermeden aktif bir dış politika çerçevesine de sahip olamaz. Bu çağda, ekonomi politikası olmayanın, dış politikası da olamaz. Bu beşinci tespit ile bugünü kapatalım müsaadenizle. Dışişleri Bakanlığı'nın ekonomik koordinasyonun dışında değil, içinde olması gereken bir dönemdeyiz. İlgililere duyururuz.
Bu yazı 19.08.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024