TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Trump bir süredir Amerika’nın başka ülkelerle ikili ticaretine iyice taktı. Ona göre, bir ülke Amerika ile ticaretinde fazla veriyorsa Trump’ın diline o hemen “falanca ülke bizi soyuyor” (They are ripping us off) diye pelesenk oluyor. Şimdi işin yoksa anlatmaya çalış “bak o ticaret açığı, senin öyle bildiğin gibi değil” diye.
Anlamadığını Kanada, Meksika ve Çin örneklerinde gördük. Böyle durumlarda, Trump’ın aklına hemen gümrük vergilerini artırmak geliyor pazarlık başlangıcı olarak. Bir ülkenin ticaret fazlası, o ülkeden bir yeni imtiyaz istemek için bir imkan alanı buna göre.
Türkiye 2020’den beri Amerika’ya karşı ticaret fazlası da vermeye başladı. En son 2024 dış ticaret verileri de az da olsa ticaret fazlası verdiğimizi gösteriyor. Aman aman dediğim o işte. Dikkatli olmakta fayda var. Geçen sefer, hatırlarsınız 2018’de “iki tweet atarım, ekonomin şallak mallak olur” demişti. Epey de sallanmıştık. Şimdi ne yapacağı hiç belli olmaz. Aman diyeyim.
Peki, büyüme eğiliminde olan bu ticaret savaşları ortamı Türkiye’yi nasıl etkiler? Evet, Amerika’ya karşı bir süredir ticaret fazlası veriyoruz ama daha çok küçük tutarlar bunlar. Türkiye bu işten doğrudan değil, dolaylı bir biçimde etkilenir gibi geliyor bana. Gelin anlatayım.
Rubio G20 hazırlık toplantısına Johannesburg’a gitmiyormuş, hoppala
Trump önce Kanada, Meksika ve Çin’e gümrük tarifeleri getireceğini söylemişti. Kanada ve Meksika için yüzde 25, Çin içinse yüzde 10. Nedendir bilinmez, dost ülkelere daha yüksek, rakibi olduğunu açıkladığı Çin’e ise daha düşük vergi vaat etmişti hatırlarsanız. Sonra geçen hafta Kanada ve Meksika’nın tarifelerini bir ay erteledi. Çin’inki ise bu hafta salı günü itibariyle yürürlüğe giriyormuş. Çin karşı taarruza geçti. Amerika’dan alınan petrol, LNG ve kömüre tarife artışı, rare earth minerallerine ise Amerika’ya ihracat yasağı getirdi. Zelenky de bizden alın dedi. Hadi bakalım. Bilmediğimiz bir dünya.
Bu arada, Avrupa Birliği (AB) için de benzer bir tarife artışından bahsetti Trump. Onun daha nereye doğru evrileceğini tam olarak bilmiyoruz. Ama ortada alışmadığımız bir durum olduğu kesin.
Nedir? Amerika, uluslararası arenada, artık her an her şeyi yapabilecek, tutarsız ve güvenilmez bir ülke haline dönüşmeye başladı. Eskiden bunu Türkiye için derlerdi. Buyurun işte, boşuna Amerika, Türkiye gibi oldu demiyorum.
En son geçen hafta Amerikan Dışişleri Bakanı Marco Rubio, G20 2025 Zirvesi hazırlık toplantısı için Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Johannesburg’a gitmeyeceğini açıkladı. Hoppala. Toplantı Güney Afrika ziyareti değil ki G20 toplantısı. Rusya gelecek, Çin gelecek, Amerika gelmeyecek.
Hatırlayalım, Asya 1998 finansal krizinden sonra, G20 ilk toplantısını maliye bakanları ve merkez bankası guvernörlerini bir araya getirerek 1999 yılında yaptı. Neden? G7 ülkelerinde alınacak tedbirler finansal piyasalara istikrar getirmeye artık yetmez, uluslararası portföylerde gelişmekte olan ülke varlıkları da var diye elbette.
Sonra 2008 yılında Amerikan finansal piyasaları krizi tadınca, G20 maliye bakanları ve merkez bankası guvernörleri toplantısından liderler zirvesine döndü. İlk G20 zirvesi tam da o kriz yılında Amerika’nın başkenti Vaşington’da toplandı.
Amerika G20’yi icat etti. Şimdi kendi icat ettiği çok taraflı yönetişim mekanizması toplantısına bir nevi o yıl toplantının başkanlığını yapan ülkeyi beğenmiyorum diye katılmıyor. Hoppala paşam, Malkara Keşan.
Gelmezse ne olur? Şimdi kimse bir şey demez. Aynı Napolyon Bonapart’ın “Düşmanın hata yaparken sakın müdahele etme” (Never interrupt your enemy when he is making mistakes) dediği gibi. Çinliler, Ruslar filan memnun olur mesela. Kimse hata yapmakta olan Amerika’nın kafasını bulandıracak bir iş yapmaz. Hatayı yapsın diye beklerler. Ama kötü işte. Yanlış.
Peki, Türkiye bu itiş kakıştan nasıl etkilenir?
Hatırlarsanız Trump’ın bundan önceki başkanlığı döneminde, hedef Türk Amerikan ticaretini 100 milyar dolara yükseltmekti. 2016 yılında bu konu gündeme geldiğinde Türk Amerikan toplam ticareti 20 milyar dolar bile değildi, yaklaşık 18 milyar dolar seviyesindeydi. 2024 itibariyle ikili ticaretimiz, ithalat ve ihracatın toplamı 30 milyar doları aştı. Yaklaşık 32 milyar dolar oldu.
Türk- Amerikan ticaret hacmi 2016’dan bugüne yalnızca dolar bazında yüzde 78 artmakla kalmadı. Aynı zamanda, Türkiye Amerika ile ticaretinde ticaret fazlası vermeye de başladı. Bakın bu da bir ilk. Trump’ın ilk başkanlığında 2016’da Türkiye 4 milyar dolar ticaret açığı verirken 2024’te 100 milyon dolar ticaret fazlası vermeye başladı. 2016’dan 2024’e Amerika’ya ihracatımız dolar bazında yüzde 123 arttı, bir nevi.
Ama bu rakamlar aslında çok küçük rakamlar. Türkiye’nin toplam ihracatı 2024’te 255 milyar dolar. Amerika’nın toplam ithalatı ise 4,11 trilyon dolar. Nedir? Bizim toplam ihracatımızın 16 katı, Amerika’nın toplan ithalatı. Trump bize kadar gelmez.
Ama Trump mesela AB ülkelerinin gümrük tarifeleri ile oynarsa, ticaret savaşları Atlantik’in öte tarafına sıçrarsa bakın bu iş bizi alakadar eder. Hem de çok alakadar eder. Türkiye’nin ABD’ye ihracatı toplam ihracatımızın yüzde 6,2’si 2024 yılında. Bizi doğrudan tarife artışı değil, dolaylı tarife artışı daha çok etkiler. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 40’ı AB ülkelerine, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerini de eklerseniz toplam ihracatımızın yaklaşık yüzde 50’si Avrupa’ya gidiyor. Onlara konacak tarifeler bizi etkiler. Nasıl?
Geçenlerde Amerikan think tank’i Peterson Enstitüsü, Kanada’ya getirilen gümrük tarifelerinin, Kanada’nın ekonomik büyümesini yüzde 1 mertebesinde azaltacağına işaret ediyordu. Amerika o kadar kötü etkilenmiyor büyüme açısından ama her Amerikan ailesinin yıllık maliyeti 1200 dolar artıyor Kanada’ya konan tarifeden. Şimdilik böyle.
Aynı biçimde mesela zaten problemli olan Alman ekonomisinin gümrük savaşları ile daha da yavaşlaması, Türkiye’nin Almanya’ya ihracatı için iyi olmaz. Hesabı buradan yapmak lazım asıl. Seçimler Almanya’yı toparlar mı derken bir de Trans Atlantik itişmesi çıktı.
Türkiye için turpun büyüğü nerede?
Ama bakın bu doğrudan ve dolaylı ticari etkiler işin aslında en kolay tarafı. Hesaplaması ve tedbir alması görece daha kolay. Asıl mesele küresel ortamda sürekli değişen çok katmanlı risklere anında intibak etmeyi sağlayabilecek yönetim becerisini gösterebilmekte. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde orta vadeli politika tasarım kabiliyetini kaybetmiş bir ülkenin, anlık çok katmanlı değişmelere intibakı yönetebilmesi çok zor duruyor doğrusu.
Bir yanda iklim değişikliği nedeniyle sürekli değişen ve değişecek bir risk haritası var intibak etmemizi bekleyen, öte tarafta ise Amerika’nın artan tutarsızlığı ve güvenilmezliği karşısında sürekli değişecek bir jeoekonomik risk haritası olacak. Böyle bir ortam her ülke için risklerle dolu ama mevcut yönetişim problemleri nedeniyle Türkiye için daha da riskli doğrusu. Şirketler için riskli. Bankalar için riskli, hepimiz için risklerle dolu doğrusu.
Trump, AB’ye tarifeleri gündeme getirecek mi? Yarın, AB, ABD’ye mesela SKDM uygulamasını genişletecek mi? Bu durumda, ABD ne yapacak? NATO ne olacak? Herkes milli gelirinin yüzde 5’i kadar savunma için kaynak ayıracak mı? Tarife savaşını geçtim, bu durum büyüme oranlarını ve ithalat yapısını nasıl değiştirecek? İlginç bir dönem olacak.
Ama sanırım Türkiye açısından turpun büyüğü, hızla değişen gündeme hızla intibak edebilme becerisini göstermeye imkan verecek idari altyapı eksikliği olacak gibi duruyor. Hızla değişen dünyaya aynı hızda intibak etmeyi mümkün kılacak kurumsal altyapıyı inşa etme gereği bu dönemin en önemli ihtiyacı bana sorarsanız. Bizim bu hükümet sistemini elden geçirmemiz şart.
Yeni dönem riskleri yeni risk haritaları gerektiriyor
Dünya alıştığımız dünya olmaktan çıkarken çok taraflı mekanizmalar işlevlerini yerine getiremiyorsa bunun öncelikli nedeni, mevcut mekanizmaların ortaya çıkan yeni meseleleri çözmeye uygun olmaması olabilir. Bakın bunu da unutmayın.
Neden? Çok taraflı çözüm/diyalog mekanizmaları deyince mesela Birleşmiş Milletler 1945’te kuruldu. 1945’te dünya nüfusunun yalnızca yüzde 30’u şehirlerde yaşıyordu. Şimdi yüzde 55’i şehirlerde yaşıyor ve bu oran 2050’de yüzde 70’i aşacak. Şehirlerdeki yığılmanın ortaya çıkardığı yeni tür problemlere şehir düzeyinde çözüm üretebilmek mümkün değil bu idari altyapıda. Neden? Mevcut anayasaların pek çoğu 1945’ten önce yazılmış. Amerika’nınki 1788’den kalma bu arada. Anayasa ne kadar eski ise, şehirlerdeki yığılmanın getirdiği meselelere, şehir düzeyinde idari tedbir alabilme ihtimali o kadar azalıyor. Şehir anayasalcılığı tartışmasının bir manası var.
Alın ayrıca iklim krizini. İklim değişikliği Türkiye dahil hiçbir ülkenin her yerini aynı biçimde etkilemeyecek. Farklı bölgeler farklı düzeyde iklim riski ile karşılaşacak. Ama bu farklı risklere şehir düzeyinde farklı adil geçiş stratejilerini nasıl geliştirebileceğimizi daha tam bilmiyoruz. Şehir düzeyinde müdahale mekanizması gereğini artırıyor iklim değişikliği, azaltmıyor.
Yukarıdaki Türkiye haritası memleketin iklim ve deprem risklerini özetliyor. Kimi yerde deprem ve iklim değişikliği riski yüksek, kimi yerlerde ise düşük. Şimdi risk haritasına bakıp neye hazırlanmamız gerektiğini il il, bölge bölge planlamamız lazım. Yapıyor muyuz? Hayır.
Aynı biçimde artan jeo-politik riskler, jeo-ekonomik risklerle dolu bir dönemin içine geçeceğiz, hazırlanıyor muyuz alışmadığımız bu yeni dünyanın olası tehditlerine? Dünyaya bakınca da benzer risk haritalarına ihtiyacımız olacak. Üstelik bu kez yalnızca deprem ve iklim değişikliği riskleri değil, bir de jeoekonomik riskler var. Hazırlanmaya bir an önce başlasak iyi olur.
Bütün bunlar bana Bağdat 2003’ü hatırlatıyor
Neden? Trump’ın ilk on beş günde yaptıkları herhalde yalnız bana hatırlatmıyordur Irak’ta Geçici Koalisyon İdaresi (Coalition Provisional Authority) dönemini. Bağdat’a ilk 2003’te gitmiştim. Ortada bir karışıklık vardı. Eski dönem bitmiş, yenisi daha ortada yoktu. Hatırlayın, Irak ordusunu bir gecede terhis edip yüzbinlerce kamu görevlisini işten atmışlardı. Bir gecede ülkenin hayat damarları kesilmişti Baassızlaştırma (DeBaathification) politikası uyguluyoruz diye.
Irak hala kendine gelemedi. Arada İŞİD terörü o sayede doğdu. Şimdi benzer bir uygulamayı Amerika’da görüyoruz. JD Vance yıllar önce CPA uygulamasının benzerini Amerika’da yapmak lazım demişti. Şimdi oluyor doğrusu. Hayırlısı.
Ne diyeyim? Türkiye’nin çok katmanlı risklere karşı bir yönetim stratejisi inşa etmeye hemen başlamasında fayda var. Mükemmel bir fırtına (Perfect Storm) kapıda. Tedbir almak lazım. Kolay gelsin.
Bu köşe yazısı 10.02.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
21/02/2025
Fatih Özatay, Dr.
19/02/2025
Burcu Aydın, Dr.
15/02/2025
Fatih Özatay, Dr.
14/02/2025
Fatih Özatay, Dr.
12/02/2025