TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yerel yönetimler, bütçe dışı fonlar ve KİT'ler dışındaki kamu kesiminin, diğer bir ifadeyle merkezi yönetimin kendi dışındaki kesimlere olan yükümlülüklerinin kriz sonrasında nasıl ve neden 'patladığını' hepimiz biliyoruz. 2001 sonunda merkezi yönetimin borcunun ki kamu borcunun yaklaşık yüzde 95'ini oluşturuyor, milli gelire oranı yüzde 101'e sıçradı. Bu oran 2000'in sonunda yüzde 62 düzeyindeydi.
Kriz sonrası dönemin ilk yıllarında temel sorunumuz bu kadar yüksek borcun nasıl sürdürülebileceğiydi. Bu konuda ekonomik birimlere güven vermedikçe, hem artan risk primi nedeniyle reel faizimiz yüksek bir düzeyde kalacaktı, hem enflasyon düşmeyecekti, hem de yerli paramız sürekli değer kaybedecekti. Böyle bir ortamda, ayrıca planlama ufku son derece kısalacaktı. Farklı bir ifadeyle, yatırım artışı mümkün olmayacaktı, özellikle dayanıklı tüketim harcamaları da düşük bir düzeyde kalacaktı. Kısacası büyümeyecektik.
Öte yandan, yüksek reel faiz, değersiz yerli para ve düşük bir büyüme hızı bir dönem sonrası için daha yüksek borç demekti. Yüksek borç ise bir önceki paragrafta sıralananları yaratıyordu.
O sıralananlar da yüksek borcu (Laf aramızda, tüm yazı bu şekilde devam edebilir, mantıki bir hata da olmaz). Kısacası tam bir kısırdöngü (döngü statik, oysa burada anlatılan dinamik bir olgu; kısır spiral demek daha doğru, ne demekse) söz konusuydu.
Bu döngüyü kırmanın bir tek yolu vardı: Makroekonomik disiplini sağlayacak bir program. Özellikle de mali disiplin, borç dinamiğini olumluya çevirmek açısından son derece önemliydi. Programın uygulamaya konulduğu günden bu yana neredeyse altı yıl geçti. Dünkü en büyük sorunumuz, acaba bugün ne durumda? Bugün kısaca bir göz atalım borç göstergelerine, sonraki tartışmalarımızda gerekli olur nasıl olsa.
Tablo 1'de 2000-2006 dönemi için temel borç oranlarının nasıl bir seyir izlediğine dair bilgiler veriliyor. Tablo 2'de ise vade ve reel faiz bilgileri var, 2003-2006 için (Hazine sayfasındaki reel faiz bilgileri 2003'ten başlıyor). Bazı noktaların altını çizmeye çalışayım:
Birincisi, toplam borcun milli gelire oranı 2001'den bu yana hızla düşmüş. Ulaştığımız düzey, buna karşın, 2000 yılındaki düzey ile aynı. Ama unutmayalım, kriz öncesi dönemde kamunun 'gizli' borçları olduğunu sonradan öğrendik. Zaten, esas olarak bu gizli borçların açığa çıkmasıyla kriz sonrası patladı kamunun borcu.
İkincisi, borç oranımızdaki iyileşme daha çok döviz cinsi borç oranındaki azalmadan kaynaklandı. Yerli para cinsinden borç oranımızda da iyileşme var, ama döviz borcumuzdaki azalma çok daha çarpıcı. Çok sık görülmeye başlanan dış piyasalar kaynaklı kur çalkantılarına karşı bir nevi emniyet supabı bu.
Üçüncüsü, borç oranımız 'bizim gibi' bir ülke için hâlâ yüksek bir düzeyde. Her ne kadar AB kriterlerine uygun bir hale gelmişse de, unutmayalım bu kriter (Maastricht kriterine göre borç oranı yüzde 60'ı geçmemeli), pek de bilimsel değil. Olsa olsa, kaba bir gösterge. Bizim açımızdan daha önemli olan nokta şu: AB üyesi çoğu ülkenin mali piyasası bize göre çok daha gelişmiş (derin). Dolayısıyla o ülkeler için sorun yaratmayacak bir borç düzeyi bizim için sorun olabilir, bizi kırılgan yapabilir.
Dördüncüsü, 2003-2006 döneminde, Hazine'nin kamu kesimi dışındaki kesimlere olan iç borcunun (piyasa borcunun) hem reel maliyetinde hem de vadesinde belirgin bir iyileşme var. Özellikle liranın değerlenmesi sonucu, kur hareketlerine duyarlı iç borcun (döviz cinsinden veya dövize endeksli) reel maliyeti bir yıl haricinde negatif olmuş. Diğer bir ifadeyle, Hazine reel faiz ödememiş bu tür borcuna. Bu türden tahvilleri ellerinde tutanlar 'zarar' etmişler.
Beşincisi, lira cinsinden piyasaya olan borcun reel maliyetinde önemli bir düşüş gerçekleşmiş durumda. Sadece piyasaya olanın değil de tüm borcun reel maliyetini dikkate alsaydık (Tablo 2'de gösterilmiyor), 2006 yılındaki reel faiz düzeyinin iki puan daha azaldığını (yüzde 7.8'e düştüğünü) görecektik. Diğer bir ifadeyle Hazine düşünüldüğü kadar yüksek reel faiz ödemiyor toplam borcuna. Ama yine de yüksek bir rakam bu.
Son olarak, bir de lira cinsinden piyasaya olan borcun reel maliyeti ile piyasaya olan merkezi yönetim borcunun mali sistemin büyüklüğüne olan oranı Şekil 1'de birlikte gösteriliyor. Mali sistemin büyüklüğü için Merkez Bankası web sayfasından 'mali sistemin toplam parasal yükümlülüklerini dikkate aldım. Borcun mali sisteme olan baskısı azalırken, reel faiz de düşmüş. Şüphesiz reel faizi belirleyen tek unsur bu değil, ama oldukça önemli bir gösterge.
Bu köşe yazısı 25.03.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024