TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Seçim biteli iki hafta oldu. Yeni hükümet açıklanalı bir haftayı geçti. Geçen hafta neyin olmayacağını görmüştük. Neyin olacağını görmek için bekliyorduk. Bir hafta oldu. Hala bekliyoruz. Neden?
Net değil, karışık mesajlar var ortada. Türkiye ekonomisinde her şey yolundaydıysa, neden bakan ve merkez bankası başkanı değişikliği yaptık? Yok işler yolunda değilse neden dünkü bozgunun sorumlularını hala taltif etmeye devam ediyoruz? Bankacılık sistemine bundan böyle işleyişin makule döneceği mesajını iletmek çok önemliyken neden öyle yapmıyoruz? Anlamak zor doğrusu.
Kazmayı bıraksanız da hala bir çukurun içinde olduğunuzu unutmayın
Ben geçen haftaki durumumuzun Birinci Çukur Kanunu’na son derece uygun olduğunu düşünüyordum. Nasıldı Birinci Çukur Kanunu? “Eğer bir çukurun dibindeyseniz önce kazmayı bırakın”. Neyin olmayacağı belli oldu derken aklımdaki buydu: Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim başarısından sonra açıkladığı yeni kabine ile çukur kazmayı bırakmaya karar verdiğini açıklamış oldu. İyi oldu.
Ama bugün hala neyin olmayacağı belli olmadığına göre, ben bugün size İkinci Çukur Kanunu’nu bir daha hatırlatayım: “Kazmayı bırakmış olmanız, bir çukurun içinde olduğunuz gerçeğini değiştirmez.” Elbette bugün içinde bulunduğumuz durum çukurun içindeyken çukur kazmaya devam etmekten daha iyi. Ama hala oradayız.
“Türkiye Arjantin olur mu?” sorusu hala geçerli
Doğrusu ben bu çerçevede seçimden on beş gün sonra bile hala “Türkiye Arjantin olur mu?” sorusunun manalı bir soru olduğu kanaatindeyim. Geçen hafta Arjantin olmanın manasını yeterince açıkladığımı düşünüyorum.
Türkiye, döviz girişlerinin kesilmesi nedeniyle elindeki kısıtlı yabancı parayı idari kararlarla ihtiyaç sahipleri arasında üleştirmeye doğru gider mi? Yabancı para kısıtı nedeniyle, yabancı para cinsinden borç ödemelerini yapmakta zorlanır mı? Yabancı para kısıtı nedeniyle Türkiye bazı sektörlerde ithalatı kısıtlamak zorunda kalır mı? Bu tür kısıtlamaların üretim ve istihdam etkileri nasıl olur?
Kötü olur elbette. Türkiye’nin Arjantinleşmesi demek, mevcut işsizlik oranının 2024’te katlanarak artması demek olur sonuçta. Bunu kimse istemez. Peki, karar alma sürecindeki bu skleroz nedir? Mesaj iletiminde aksaklığa yol açan problem nedir ve ne manaya gelmektedir diye düşünüyor insan doğrusu.
Hadi ama, daha çok işimiz var
Türkiye’nin içinde bulunduğu çukurdan çıkmak için atması gereken daha bir sürü adım var. Hadisenin bir tek makro ve finansal istikrarla ilgili olmadığını biliyoruz. Kural hakimiyetinden mahkemelerin operasyonel sorunlarına, yeşil dönüşüme intibaktan Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği düzenlemesinin modernizasyonuna daha çok işimiz var yoluna konması gereken. Bu arada deprem sonrası bölgenin yeniden hayata döndürülmesi için atılması gereken adımlar hala atılmadı, yaşam maliyeti krizi ve depremin yol açtığı sorunlar için sosyal destek mekanizmalarını yeniden düşünmek gerekiyor. Bunların tümü aslında kocaman bir paket. Yapılması gerekenleri asla bir tek bütçeyle sınırlı, para politikası ile sınırlı görmemek lazım.
Türkiye’nin meşverete ihtiyacı var
Geçen hafta bir yandan Almanya’da kömürden çıkmak için atılan adımları dinlerken doğrusu ben yapacak ne çok işimiz var diye düşündüm. Almanya’da kömürden çıkış süreci meşveretle olmuş. Herkesin kapısı çalınmış, hepsinin fikri alınmış, sonra da söyledikleri bir biçimde dikkate alınmış. Kimseyi geride bırakmadan çalışmış Kömür Komisyonu, hala da çalışıyor. Bölgesel güçlendirme programları hala devrede.
Türkiye’nin, yeşil-dijital dönüşüm sürecini bir sıçrama fırsatı olarak değerlendirip tasarlaması gerekiyor. Neyi biliyoruz? Kişi başı 10 bin dolar milli gelire ulaşmak için yaptıklarımızı yapmaya devam ederek kişi başına 25 bin dolara çıkamayız. İşte bu bir fırsat. Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirebilmek için meşverete, ortak bir zemine ihtiyacı var. Ekonomik ve Sosyal Konsey bu açıdan önemli bir fırsat. Başka ülkelerde yeşil dönüşüm sürecinde ortak zemini bulmak için kullanılan bir mekanizma aslında.
Geçen hafta TEPAV’daki toplantıda Almanya’da hem işveren hem de işçi örgütlerinde bu konuda çalışan konuşmacılar vardı. Onlar tartışmayı “kömürden çıkmayalım” bazında yürütmüyorlar. “Kömürden çıkarken daha önce bu konuda yeterince bilgilendirilmediği için bu alana uzun vadeli yatırım yapmış olanları nasıl tazmin edeceğiz?” ve “Kömürün can damarı olduğu bölgelerin, kentlerin ve burada yaşayan insanların dönüşüm sürecinde kayba uğramaması için ne tür tazmin mekanizmaları tasarlamak gerekir?” diye tartışıyorlar.
Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) ve Almanya’da başlayıp şimdi Avrupa çapında genişlemekte olan Tedarik Kanunları ile getirilen yeni yeşil düzenden şikayet etmek değil, ona nasıl intibak edebileceğimizi kestirmek gerekiyor. Dünya Bankası en son geçen yıl, kömürden çıkacağım diyen Güney Afrika için bir dönüşüm fonu tasarladı. Biz aynı bugün ortadaki rota değişikliği kararında olduğu gibi o vakit de kararsız kalmıştık. Ne oldu? Kötü oldu. Yine kötü olacak.
Nedir? Vakıa ile kavga olmaz. Olmaz.
Bu köşe yazısı 12.06.2023 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024