TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
14 Mayıs 2023 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turu, 28 Mayıs 2023 tarihinde ise Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu yapıldı. Yurttaşlar 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne (CHS) geçildikten sonra ikinci kez sandık başına gittiler ve iradelerini ortaya koydular. Geride bıraktığımız bu seçimler kamuoyunda farklı boyutlarıyla tartışıldı ve büyük ihtimalle bir süre daha tartışılmaya devam edecek. CHS'nin yürütme ağırlıklı bir anayasal sistem öngörmüş olması nedeniyle, tartışmalar doğal olarak iki turda tamamlanan Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde yoğunlaştı ancak öyle görünüyor ki, bu seçimler yürütme organı kadar yasama organını da derinden etkileyecek.
2023 seçimlerinin yasama organı açısından en dikkat çekici sonuçlarından biri seçime katılan ve TBMM’de temsile hak kazanan partilerin sayısındaki artıştı. 2018 genel seçimlerine 8 parti katılmış, parlamentoda 5 parti yer almıştı. 2023 genel seçimlerinde ise, toplam 34 siyasal parti yarıştı. Bunlardan 24’ü kendi parti varlıklarıyla, 10’u ise seçim ittifakları içinde seçim sürecine dâhil oldu. Sonuçta 17 parti TBMM’de temsil hakkı elde etti. Peki, bu tablo bize ne anlatıyor?
Klasik siyaset bilimi ve anayasa hukuku literatüründe öteden beri siyasetin çerçevesini belirleyen kurallarla siyasal parti sistemleri arasında bir ilişki olduğu vurgulanmaktadır. Örneğin, Türkiye'de akademi dünyasının çalışmalarına aşina olduğu Maurice Duverger, Jean Blondel ve Giovanni Sartori gibi yazarlar bu ilişkiye dikkat çekerler. Gerçekten karşılaştırmalı birçok örnekte test edilip doğrulandığı gibi, seçim sistemine ilişkin anayasal ve yasal kurallar, belirli bir siyasal sistemde; siyasal parti sayısını, bu partilerin arasındaki ilişkileri, sistemdeki siyasal davranış modellerini, kısacası siyasal atmosfer ve coğrafyayı belirleyici ve yönlendirici bir rol oynar. 2018 ve 2023 seçimleri birlikte değerlendirildiğinde Türk siyasal sistemi bağlamında da böyle bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Bu tespitten yola çıkarak temel argümanımızı şu şekilde ortaya koyabiliriz: CHS ve getirdiği yeni koalisyon modeli siyasal partilerin “atomizasyonu”na yani ufalanmasına yol açmaktadır.
Bu argümanı temellendirmek üzere Türkiye'deki siyasal parti sistemine ilişkin gelişmeleri CHS öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırarak incelemek yerinde olur. CHS öncesi dönemin çerçevesini belirleyen temel düzenleme seçim mevzuatında yer alan “%10 baraj” düzenlemesiydi. Buna göre, siyasal partilerin TBMM’deki sandalye paylaşımına dâhil olabilmeleri için ülke çapında geçerli oyların en az %10’unu almış olmaları gerekiyordu. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sonrasında askeri yönetim tarafından parlamentodaki parti sayısını azaltarak hükümet istikrarını tesis etmek amacıyla getirilen bu düzenleme, %10'u geçemeyen bazısı köklü, bazısı yeni kurulmuş siyasal partilerin TBMM dışında kalmasına sebep oldu. %10 barajını aşan ancak hükümet kurmak için yeterli çoğunluğa sahip olmayan siyasal partiler ise, seçim sonrası pazarlık ve siyasal ödünleşmelerle kamuoyunun hafızasında iz bırakan kısa ömürlü koalisyonlar kurdular.
CHS sonrasında bu siyasal davranış kalıbını önemli ölçüde değiştirecek gelişmeler oldu. Birincisi, yürütme ağırlıklı bir sistem olan CHS’ye geçilmesiyle birlikte hükümet kurulup kurulmaması açısından parlamentodaki sandalye dağılımının eski önemi kalmadı. İkincisi, bir yandan seçim barajı %7'ye düşürülürken, diğer yandan siyasal partilerin aralarında ittifak yaparak seçimlerde birlikte hareket etmelerine imkân veren bir yasal düzenleme yapıldı. Böylece, geçmişte esas olarak “seçim sonrası” koalisyon görüşmelerinde kale alınan küçük siyasal partiler, bu sefer başka bir biçimde önem kazanmaya başladı. Bunun sebebi, CHS ile birlikte kabul edilen “%50 + 1 seçilme kuralı”nın, küçük partileri sistem içerisinde kilit konuma getirmesiydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde %50 + 1 şartını tek başına sağlayacak seçmen desteğine sahip olmayan siyasal parti ve liderler küçük partilerle pazarlık masasına oturmaya mecbur kaldı. Hatta, kamuoyunda söylendiği gibi, “kazanmak için tek bir oya bile muhtaç olunan” bu siyasal ortamda yüzde 1-5 arası seçmen desteğine sahip “marjinal” siyasal partiler dahi pazarlık masasında kendilerine yer buldular. Sonuç olarak, geçmişte “seçim sonrası” oluşan koalisyonlar CHS ile birlikte “seçim öncesi” oluşmaya ve seçmen desteği açısından çok daha küçük ve hatta geçmişe göre ideolojik anlamda çok daha marjinal partiler bu koalisyonlarda yer almaya başladı. Kuşkusuz bu yeni koalisyon modeli TBMM kompozisyonunu ve siyasal partiler arasındaki sandalye dağılımını da önemli ölçüde etkiledi.
2017 yılındaki halkoylaması öncesinde CHS için vatandaşların desteğini talep eden siyasal kadroların lehte ortaya koydukları en önemli tezlerden biri, CHS’nin özellikle 1990’lı yıllar boyunca ülkede yönetim zafiyetine yol açan koalisyon hükümetlerini ortadan kaldıracağı şeklindeki tezdi. Oysa 2018 ve 2023 seçimleri gösteriyor ki, koalisyonlar çok daha kaçınılmaz ve sağlıksız bir biçimde siyasal hayatımıza geri döndü.
Peki, bu koalisyon biçimini neden “sağlıksız” olarak nitelendiriyoruz? Birincisi, bu koalisyonlarda küçük siyasal partiler sahip oldukları seçmen desteğinin çok üzerinde bir pazarlık gücüne sahip oluyorlar. İkincisi, ideolojik anlamda marjinal bir programa sahip olan siyasal partiler bu programlarını ortaklık içinde bulundukları büyük partilere empoze etme veya en azından bu programların belli maddelerini gündeme taşıma imkanına sahip oluyorlar. Üçüncüsü, bu koalisyon yapısı geçmişte parlamento dışında kalan veya büyük partilerin içinde yaşamaya gayret eden küçük ya da marjinal partileri cesaretlendirip tek başlarına partileşmeye itiyor. Böyle partiler için büyük bir parti içinde yaşamaya gayret etmek yerine, bağımsız olarak siyasal hayata dâhil olmak pazarlık gücü elde etmek açısından daha rasyonel bir tercih gibi görünüyor. Sonuç olarak CHS’nin getirdiği yeni koalisyon modeli, bir yandan siyasetin marjinalleşmesine yol açarken, diğer yandan partilerin “atomizasyonu”na, yani ufalanmasına sebep oluyor. Bu ise, zaten zor bir döneme giren Türk siyasetini merkezden ve makulden uzaklaştırıyor.
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024
Burcu Aydın, Dr.
21/12/2024