TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Faiz harcamaları dışarıda tutulduğunda, bütçede 2002'den bu yana milli gelirin yüzde 6.5'i kadar fazla verilmesi hedefleniyor. Yapacağımız mikro reformların maliyetini azaltmak amacıyla ve bazı koşulların yerine gelmesi kaydıyla, önümüzdeki birkaç yıl bu düzeyi aşağı çekebiliriz.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'ndan (TEPAV) Esen Çağlar, Ozan Acar ve Haki Pamuk'un hazırladığı 'Türkiye'de işsizler artık daha yaşlı' adlı raporun saptamalarıyla işe başlayalım (TEPAV'ın web sitesine konulacak bu çalışma).
1996-2006 döneminde işsizlerin sayısı yaklaşık bir milyon kişi artmış (1996'ya kıyasla 1.6 kat). İlginç olan nokta, en yüksek artışın 35-54 yaş arasında görülmesi (2.7 kat). 1996 yılında toplam işsizlerin yüzde 16'sı bu gruptayken, 2006 yılında bu oran yüzde 27'ye yükselmiş. Dolayısıyla, işsizlik verilerinde niteliksel bir değişiklik vurgulanıyor.
İşsizlikte niteliksel değişimin önemi
TEPAV araştırmacılarının dikkatimizi çektiği bir diğer nokta, bu gruptaki işsizlerin son çalıştıkları işyerlerinin genellikle sanayi ve hizmetler sektöründe olduğu gerçeği. Bunun anlamı, işsizlik dinamiklerinin tek başına tarım kesimi istihdamındaki azalışla açıklanmasının mümkün olmadığı. Bir diğer ilginç nokta ise, 35-54 yaş grubundaki işsizlerin yüzde 69'unun ilkokul veya altında bir eğitim düzeylerinin olması. Bu saptamalardan hareketle şu yoruma yer veriliyor çalışmada:
"Yaş gruplarının paylarında kayda değer değişiklikler görülmesi, işsizliğin arkasındaki nedenlerle ekonominin üretim yapısındaki değişimler arasında önemli bağlantılar olabileceğine işaret etmektedir. Benzer eğilimler, küresel ekonomiye entegrasyonunu hızlandıran ve üretiminin teknolojik yapısını değiştiren başka ülkelerde de görülmektedir. Örneğin, 1990'larda bilgi iletişim teknolojileri kullanımının hızla arttığı ABD ekonomisinde aynı dönemde işsizliğin yapısında önemli niteliksel değişimler yaşanmıştır."
Açık ki bu yaşlardaki işsizlik sayısının artması toplumsal huzur açısından da endişe verici bir durum. Daha genç yaştaki işsizlerin aile desteğiyle yaşamlarını sürdürebilme olanakları olduğunu, ama bu yaş grubundakilerin bizatihi kendilerinin ailelerinin geçimlerinden sorumlu bulunduklarını düşünebiliriz.
Yukarıdaki alıntıda değinilen üretim yapısındaki değişiklik, reform sürecinin hızlanmasıyla ileride daha da belirginleşecek. İşsizliğin yapısında benzer bir eğilim görülmesi reformların sürdürülebilirliği açısından ciddi bir sorun oluşturacak.
Bu çerçevede, cuma günü Referans gazetesinde Hacer Boyacıoğlu imzasıyla yayımlanan haber özel bir önem kazanıyor. Bir süredir hükümetin bir istihdam reformu üzerinde çalıştığı haberleri ortalıkta dolaşıyordu. Referans'ta yer alan yazıyla bu çalışmalar hakkında biraz daha bilgi sahibi oluyoruz.
Yeni reform paketi
Sayın Boyacıoğlu'nun belirttiğine göre bu paketle en az 2 milyon kişiye iş, 1 milyon kişiye de 'mesleki eğitim' verilmesi hedefleniyormuş. Aralık ayı sonu itibarıyla işsiz sayısının 2.6 milyon olduğu dikkate alınırsa bu rakamların çok iddialı (hatta abartılı) oldukları belirtilebilir. Rakamların gerçekçiliği bir tarafa, önemli olan nokta şu: Temel sorunlarımızdan birini ele alan bir mikro reform paketi üzerinde çalışıldığını öğreniyoruz bu haberle. Bu bile tek başına heyecan verici.
Hatırlarsanız bu köşede zorunlu istihdamla ilgili bazı örnekler vermiş ve şirketler açısından bazı sihirli rakamlar olduğuna değinmiştim. Mesela, çalışan sayısı 50'ye çıkınca, şirketler için bazı meslek gruplarından ek eleman istihdam etmek zorunluluğu vardı. Bu nedenle, çoğu şirketin çalışan sayısı 49'da takılı kalıyordu. Habere göre, hazırlanan pakette zorunlu istihdam sorununu çözmeye yönelik önemli adımlar atılıyormuş.
Pakette ayrıca işsizlik sigortası fonuna yönelik düzenlemeler varmış. Bu fonun kaynaklarından yararlanılarak mesleki eğitim seferberliği başlatılacakmış (mesleki eğitim işsizlik sigortası fonunun kuruluş amaçlarından bir tanesi). Yukarıda değinilen 35-54 yaş grubundaki işsizlerin temel özelliği (düşük eğitim düzeyleri) dikkate alındığında mesleki eğitimin yaşamsal önemi hemen ortaya çıkar.
Hazırlanan reform paketinin önemli ayaklarından birisini işgücü talebinin artmasını sağlayacak düzenlemeler oluşturuyormuş. Haberden anladığım kadarıyla, bu düzenlemeler ile işverenden yapılan sigorta primi kesintileri ve gelir vergisinde bazı kolaylıklar getirilmesi amaçlanıyor.
Reformun maliyetini nasıl yükleneceğiz?
İşgücü piyasasına yönelik yapılacak bir reformun karşılaşacağı en büyük sorun şüphesiz bütçeye getireceği yük. Zorunlu istihdama yönelik düzenlemeler açısından böyle bir yük ancak bir ölçüde geçerli. Oysa istihdamın üzerindeki vergi yüklerinin hafifletilmesi, dolayısıyla işgücü talebinin artmasının sağlanması, önemli düzeyde bütçe geliri kaybını göze almakla mümkün.
Kriz sonrasında borç stokunun milli gelire kıyasla çok yüksek olduğu yıllarda buna cesaret etmek mümkün değildi. İddialı bir faiz dışı fazla hedefi koymak gerekiyordu. İflas riskini ve dolayısıyla reel faizleri düşürebilmek, tüketici ve yatırımcı güvenini kazanabilmek, kısacası büyüyebilmek için.
Oysa geldiğimiz noktada, iyi tasarlanmış bir işgücü piyasası reform paketi için faiz dışı fazla hedefi, üst üste birkaç yıl geçerli olmak üzere bir miktar aşağı çekilebilir. Milli gelire oran olarak yüzde 6.5 yerine sözgelimi yüzde 5.5'lik bir fazla hedeflenebilir. Önemli olan nokta, faiz dışı fazladaki bu düşüşün 'mali gevşeme' olarak yorumlanmamasının sağlanmasıdır. Bunun sağlanması yaşamsal önemdedir ve ancak hükümetin yürüteceği yoğun bir iletişim politikasıyla becerilebilir bu iş.
İletişim politikasının başarı şansı açısından iki tane olumsuzluk söz konusu. Birincisi, önümüzdeki seçim. Bu tür bir indirimin hemen 'popülizm' damgasını yemesi olasılığı var. İkincisi, 2008 Mart'ında IMF ile olan anlaşmamız bitiyor. Hükümetin 'IMF'den kurtulur kurtulmaz mali disiplini bozduğu' imajı oluşabilir.
Ancak bunlar büyük engeller değil. İki koşulla: Birincisi, hazırlanan reform paketi özünde sağlam temellere dayanıyor ve işgücü piyasasındaki temel sorunlara ciddi çözümler getiriyorsa, kamuoyuna kolaylıkla anlatılabilir neden faiz dışı fazlada indirim gerektiği. Kaldı ki, birkaç yıllık gelir vergisi azalmasının ya da bazı ödemelerin Hazine'ce üstlenilmesi halinde oluşacak harcama artışının ileride fazlasıyla telafi edileceği de açıklanabilir. Unutmayalım, bu reform sayesinde orta vadede daha hızlı büyüyen bir ekonomimiz olacak. Ayrıca, kayıt dışılığın da küçülmesi beklenir.
IMF ile yürürlükteki ilişki biçimi sonlandıktan sonra, zaten bizim kuvvetli bir 'mali çapaya' ihtiyacımız olacak. Bu, mesela, kamu borcunun ya da bütçe açığının milli gelire oranının yıllar itibarıyla izleyeceği yol hakkında hükümetin vereceği kuvvetli bir taahhüt olabilir. Bu tür bir mali çapa kuralı inandırıcı biçimde açıklanabilirse, ortada popülizme yönelik bir girişim olmadığına piyasaları ikna etmek çok kolaylaşabilir. Bu da ikinci koşul.
Önemli olan, ekonomimize ileriye doğru yeni bir atılım yapma fırsatı sunan bir reform paketinin (tabii öyle bir paket varsa) yanlış izlenimlere kurban edilmemesidir.
Bu köşe yazısı 18.03.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.