TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’nin yurtiçi tasarruflarının toplamının GSYH’ye oranı, toplam yatırımlarının/GSYH’ye oranının çok altında. Bu nedenle, yatırım/GSYH oranımızı mevcut düzeyinde tutabilmek için bile yabancıların tasarrufuna ihtiyacımız var. Farklı bir ifadeyle, tasarruflarımız yatırımlarımıza denk düşmediği için dış borç bulmamız gerekiyor. Peki, yatırım/GSYH oranımız çok yüksek de ondan mı ortaya çıkıyor bu dışa bağımlılık?
Hayır, yatırım/GSYH oranımız yükselen ve gelişmekte olan ülkeler grubunun ortalama yatırım/GSYH oranının altında. 2010-19 ortalamaları şöyle: Türkiye’nin yatırım/GSYH oranı yüzde 28,8 iken yükselen ve gelişmekte olan ülkeler grubunun yatırım/GSYH oranı yüzde 32,4. Aynı dönemde tasarruf/GSYH oranları ise şöyle: Türkiye: Yüzde 24,2, Yükselen ve gelişmekte olan ülkeler: Yüzde 32,8. Bırakın yatırımları ne kadar verimli alanlara yaptığımızı, içinden çıkarak bir üst gruba terfi etmek istediğimiz ülkeler grubunun altında seyrediyor yatırım oranımız. Üstelik bu ortalamanın altındaki oranı tutturabilmek için bile yurtdışından borçlanmamız gerekiyor. Yurtiçi tasarrufumuz yetmiyor çünkü.
Bir süredir uygulanmakta olan ekonomi programına bir de bu pencereden bakmakta yarar var. Hemen herkesin destekleyeceği “ihracat ağırlıklı büyüme, cari açık sorununu halletme, liralaşma” gibi amaçlara ulaşmak için uygulandığı söylenen ekonomik programın şu ana kadar verdiği sonuçlar, amaçlananın tersi bir istikamette yol aldığımızı gösteriyor bize. Bu ters gidişatın nedeni de açık: Yanlış araçlar kullanılıyor.
Mesela ‘liralaşma’ amacını ele alın. Artık toplam mevduatın çok büyük bir kısmı ya döviz cinsinden ya da döviz kuruna endeksli. 2001 krizinden sonra uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın makroekonomik dengeleri sağlaması ve beraberinde enflasyonu keskin biçimde düşürmesi ile bu oran sürekli azalmış ve yüzde 30’un biraz altında düşmüştü. Sonraları giderek artan oran şu sıralarda yüzde 70 civarında ve 2001 krizinden sonraki düzeyinin de üzerinde. Bir anlamda rekor yükseklikte. Liralaşma bu olmasa gerek. Tersine, yaşamakta olduğumuz tam bir dolarlaşma süreci.
Bu çok sevimsiz sonucun altında ne olduğu belli: Uygulanan ekonomi programı ile enflasyonun ve riskin azması. Buna karşılık, faizin baskı altında tutulması. Haksızlık yapmayayım; uluslararası piyasalarda artan enerji ve emtia fiyatları da enflasyonun yükselmesinde rol oynadı. Ama aynı koşullardan etkilenen çoğu ülkede feryat figan edilen enflasyon oranları yüzde 10 civarında geziniyor. Bizimki yüzde 80’nin üzerinde. Bir yıl önce yüzde 20 düzeyindeydi; 60 puandan fazla yükseliş var. Bu enflasyon, bizim yarattığımız bir enflasyon ne yazık ki.
Bu kadar yüksek bir enflasyonun hüküm sürdüğü bir ülkede, kredi faizi düşük olsun da koşa koşa yatırım yapılsın diye mevduat faizini enflasyonun çok ama çok altında tutuyoruz. Üstelik faiz yatırımların belirleyicilerinden sadece biri. Risk artıp da belirsizlik nedeniyle planlama yapmak zorlaşırsa mesela, yatırım yapma iştahı artar mı? Faizi enflasyonun çok altında hangi ülkede tutuyoruz? Yurtiçi tasarruf oranının zaten çok düşük olduğu ve bu nedenle dış borca bağımlı olduğumuz bir ülkede. Buna da ‘liralaşma’ diyoruz. İyi mi?
Bu köşe yazısı 27.09.2022 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
28/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024