TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bundan bir ay önce -20 Ağustos’ta- Merkez Bankası (TCMB) ‘Makroihtiyati Tedbirler Hakkında Basın Duyurusu’ ile bazı kararlar açıklamıştı. 23 Nisan’da kamuoyuna duyurulan kararların bir devamı şeklindeydi. İki temel amaç taşıyordu. Birincisi, üst sınır konulan ticari kredi faizlerinin enflasyonun çok altında kalması isteniliyordu. İkincisi, kredilerin ağırlıklı olarak TCMB’nin belirlediği alanlarda çalışan şirketlere açılması hedefleniyordu. Bu alanın dışındaki sektörlere açılacak kredilerin bankalara olan maliyeti yükseltiliyordu.
23 Nisan’daki kararlardan sonra şirketler kesiminden krediye erişemedikleri yönünde şikâyetler dile getirildi. Bazı iş insanları da krediye erişim sorunun yanı sıra kredi faizlerinin yüksekliğini önemli bir sorun olarak ön plana çıkardılar. 20 Ağustos kararları büyük ölçüde bu şikâyetlere bir yanıt olarak gündeme geldi.
Şikâyet edilen faiz düzeyinin enflasyonun çok altında olması ve dolayısıyla ciddiye alınır bir tarafı bulunmaması, aslında şikâyet edilenin krediye erişimde yaşanan güçlükler olduğunu ortaya koyuyordu. Nitekim ilk düzenleme, bankalara açtıkları kredilerin hangi alanlara gittiklerini –özellikle de döviz alımında kullanılıp kullanılmadığını- kontrol etme yükümlülüğü getirmişti. Bu önemli bir kargaşa oluşturdu, bankaların algıladıkları risk düzeyi yükseldi ve ilerleyen süreçte de krediye erişim sorunu baş gösterdi. 20 Ağustos kararları, bankaların sorumluluklarını biraz daha artırdı. Kredi açılmasının kolaylaştırıldığı sektörlere açılan kredilerin harcama mukabili kullandırılması hatırlatıldı. Aksi takdirde diğer krediler düzeyinde zorunlu karşılığa tabi olacaklar ve bu karşılıkları çok yüksek fiyattan (düşük faizli) Hazine tahvilleri ile tutacaklardı.
Temel olarak dövize olan talebin artmasının önlenmesinin amaçlandığı ortadaydı. Bir yandan alınan ticari krediler ile dövize yönelinmemesi garanti altına alınmaya çalışılıyordu. Diğer yandan tüketici kredileri ile artacak tüketim harcamalarının hem doğrudan hem de yerli üretimde kullanılacak ithal girdiler nedeniyle dolaylı yoldan cari açığı ve dolayısıyla döviz talebini artırıcı etkisi azaltılmak isteniyordu.
Ama bu kararlar son tahlilde seçime giderken kredi arzını olumsuz etkiliyor. Son veriler kredi arzı artış oranındaki düşüşü açık biçimde ortaya koyuyorlar. Oysa kredi arzındaki gelişmeler hem tüketim hem de yatırım harcamaları açısından, dolayısıyla büyüme ve istihdam için önemli. Kararları alanların bunları bilmiyor olmamaları mümkün değil. Öyle anlaşılıyor ki seçim ekonomisi ağırlıklı olarak bütçe kaynakları kullanılarak uygulanacak. Döviz talebini sıçratarak kuru azdıracak her türlü gelişmeden uzak durulmaya çalışılıyor. Bütçeden yapılacak ‘hedeflenmiş’ harcamaların hem daha ‘oy getirici’ olduğu hem de döviz talebini daha az artıracağı düşünülüyor olsa gerek. ‘Sıkışılırsa’, kamu bankalarından yine seçilmiş alanlara –mesela konuta- ucuz ve bol kredi kullandırılması da gündeme gelebilir.
Politik iktisat çalışanlar için bu seçim öncesinde uygulanacak ekonomi politikaları yeni ufuklar açabilir. Bakalım, neler göreceğiz.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024