TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Malum, şimdi hepimiz Rusya’nın bundan sonra ne yapacağını, savaşın ne kadar süreceğini merak ediyoruz. Hidrokarbon, doğal kaynak ve gıda fiyatlarının seyrini tahmin etmek istiyoruz. Ortada bir öngörü zorluğu olduğu aşikar.
Rusya-Ukrayna savaşı ilk çeyreğini doldururken, benim aklımda Winston Churchill’in 1939 yılının Ekim ayının birinci günü yaptığı bir Rusya değerlendirmesi var. Churchill, Rusya’yı bir nevi “öteki” olarak görüyor ve “Rusya’nın nasıl davranacağını öngöremem” diyor.
Neden? Churchill Rusya’yı “bir muammanın içinde saklanan sırra sarılı bir bilmecedir” diye tanımlıyor. (İngilizcesi “It is a riddle wrapped in a mystery inside an enigma”) “Ama” diyor sonra “bu bilmecenin “bir anahtarı olabilir. O anahtar Rusya’nın milli çıkarıdır.”
Biz dahil bütün imparatorluklar Birinci Savaşta yok oldu, ama Ruslar bir inovasyon yaparak, kendi imparatorluklarını “tek ülkede sosyalizm deneyi” bayrağı altında devam ettirdiler. Hasılı, dediğim işte tam da bu. Rusya’nın milli çıkarı…
“Muammanın anahtarı artık milli çıkar değil, yolsuzluk ve adam kayırmacılıkla biriken paradır”
Ama 2008 sonrasına gelirseniz, bu kez, Bill Browder’ın “Red Notice” kitabında anlattıkları, bugün olup biteni anlamak için tam yerine oturuyor. 2008 sonrasında o muammanın anahtarı artık milli çıkar değil, paradır: yolsuzluk ve adam kayırmacılıkla biriken para.
Özellikle kamu görevlilerinin bir yolla kendi hesaplarına bütçeden aktardıkları kamu parasına (criminal acquisition of money by government officials) işaret ediyor Browder kitabında. Bu amaçla idare içinde oluşan hizipler ve hizipler arası çatışmalar da işin esası haline geliyor.
“Rusya 21. yüzyılda artık bir Körfez emirliğine dönüştü” derken anlatmak istediğim işte buydu aslında. Körfez emirlikleri ekonomilerini çeşitlendirmeye çalışırlarken, Rusya artan petrol fiyatları ile birlikte yapısal reform ve teknoloji sıçraması gündeminden giderek uzaklaşmadı mı? Öyle oldu. Medvedev döneminin RusBio, RusNano girişimleri hep akim kaldı. İnşaat bize ne yaptıysa, petrol de Rusya’ya aynısını yaptı. Şaşmaz.
Ardı ardına bu kadar hata, hatayla/sehven yapılmış olamaz. Bu kadar arka arkaya ve bu kadar sık yapılan hata, hatayı yapanlarının aslında işlerini çok iyi bildiklerini, yalnızca memleketlerini pek sevmediklerini düşündürtüyor hep bana doğrusu. Rusya’da da öyle Türkiye’de de. Öyle işte.
Bugün Ukrayna’da karşılaşılan durumu da bu çerçevede okumak gerekir. Aslında rüzgara karşı tükürmemek gerektiğini atalarımız bize öğreteli çok oldu. Nedir? “Rüzgara karşı tüküren kendi yüzüne tükürür” diye bir atasözümüz bile var. Rusya’da benzer bir atasözü var mı acaba? Olsaydı belki Putin’in Ukrayna macerası bu halde olmazdı.
Doğrusu ben, yeşil-dijital dönüşüm sürecinin jeopolitik sonuçları açısında baktığımda, Rusya’nın bu başarı şansı olmayan işgal girişimine bir mana atfedebiliyorum. Yeşil-dijital dönüşüm süreci, öncelikle hidrokarbon ihracatçısı ülkelerin iş modellerini kaybetmelerine neden olacak. Belki hemen bugün değil, ama önümüzdeki kırk yıl içinde kesin.
İş modelini kaybedecek ülkeler arasında en büyük yüzölçümüne, en kalabalık ve en iyi eğitimli nüfusa sahip olan ülke ise Rusya. Üstelik Rusya’nın bir de nükleer savaş başlıkları var. Gelecek otuz-kırk yılın sonunda en ezik ülkelerden biri olacak, ama hala çok fazla pazarlık gücü var.
Dolayısıyla pandemi ile yerinden oynayan (dislocation) küresel değer zincirlerinin yeniden yapılanması (smart-shoring) sürecinin başarısı için Rusya’nın kontrollü bir biçimde sisteme dahil edilmesi önemli. Çin zaten küresel sistemin ayrılmaz bir parçası. Rusya değil. Rusya hala öteki.
Türkiye’nin genişleyen hareket alanını doğru değerlendirmekte fayda var
Türkiye’nin artan arsa değerini bu çerçevede kısa vadeli okumamak lazım sanırım. Kısa vadeli olarak bakıldığında elbette Türkiye’nin coğrafi konumundan kaynaklanan önemli bir rolü var enerji güvenliği, gıda güvenliği ve aynı zamanda askeri güvenlik açısından. Elbette kısa vadede Ukrayna’nın savaş sonrası yeniden imarı sürecinde de Türkiye’nin önemli bir rolü olacak. Zaten iş insanlarımız şimdiden devreye girdi.
Ama bundan öte, orta vadede, Rus ekonomisinin yeşil-dijital dönüşümünde Türk şirketlerinin oynayacağı rolü de unutmamak lazım. Yeşil Yeni Mutabakat süreci ile Atlantik’in iki tarafında oluşmakta olan yeni üretim ve ticaret bölgesi, NATO’nun 1949 yılındaki kuruluşundan beri en önemli küresel yeniden yapılanma.
Türkiye’nin bu yeniden yapılanma sürecinde NATO içinde eşit haklara sahip ortaklardan biri olması son derece kıymetli. Müttefiklerimizle aramızdaki güven bunalımını aşmak için NATO son derece değerli bir mekanizma aslında. Haftada üç gün NATO bünyesinde istihbarat paylaşımı, önemli bir güven artırıcı tedbir diye düşünmek lazım. Şimdi İsveç ve Finlandiya’nın katılımı ile NATO yeniden yapılanırken, Türkiye’nin işi zorlaştırması değil, kolaylaştırması gerekiyor. Unutmayın, geçen sefer bu ittifakın içinde yer alabilmek için Kore’de savaşmıştık. Şimdi öyle bir zorunluluk yok.
İklim politikası olmadan şirketler ne yapacaklarını bilemiyor
Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte Türkiye’nin hareket alanı genişledi. Şimdi bu hareket alanı ile uyumlu olarak Türkiye’nin iktisadi imkan alanını nasıl genişleteceğine odaklanmak gerekiyor. Doğrusu ben ilk üzerinde düşünülmesi gerekenin ülkenin iklim politikasını biçimlendirmek olduğunu düşünüyorum. İklim politikasının gerektirdiği idari altyapıyı biçimlendirmek, önümüzdeki en önemli mesele bana sorarsanız.
TEPAV’ın Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat kapsamında getirdiği Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’ndan (SKDM) etkilenecek ilk halka sektörlerden alüminyum, demir çelik ve çimento üreticisi firmalarla yaptığı anket çalışması, şirketlerimizin yeşil-dijital dönüşüm konusunda beklediklerini gösteriyor. Bunlar bizim önemli sektörlerimiz. Örneğin demir-çelik, bütün ihracatımızın yüzde 10’unu tek başına gerçekleştiriyor. Çalışmanın ayrıntılı sonuçlarını 23 Mayıs’ta ilan edeceğiz ama ana fikri şimdiden vereyim: Hazır değiliz. Türkiye’nin üretim, ihracat ve istihdamında büyük yer tutan, bundan üç yıl sonra karbon vergisiyle belki rekabet gücünü tümden kaybedecek olan koca koca şirketlerimiz, sürdürülebilirlik konusuna kafa yormaya, sürdürülebilirlik birimleri kurmaya henüz başlamış değil. Alüminyum şirketlerinin ancak yüzde 15’inin dekarbonizasyon üzerine bir hazırlığı var. Bu oran demir çelik ve çimento da üçte bire yükseliyor. Ama yine de çok düşük.
Neden böyle? İklim politikası çerçevesinde Emisyon Ticaret Sistemi’nin somut olarak nasıl tasarlanacağı saptanmadan, şirketlere ortalamada ne kadar çevreyi kirletme izni vereceğimiz ortaya çıkmadan, kömürden ne zaman çıkacağımız belli olmadan, şirketler önlerinde kendilerini etkileyecek somut hedefi göremiyorlar, benim sonuçlardan anladığım. Şirketlerimiz hangi parametrelere dayalı olarak faaliyetlerini sürdürmeleri gerektiğini bilmiyorlar. Kamu idaresi politika parametrelerini açıklamadan, bütçeleri belirlemeden, sağlam bir yol haritası ortaya koymadan şirketlerin tek başlarına mesafe almaları mümkün değil.
Ticaret politikasının, sanayi politikasının, eğitim politikasının, güvenlik politikasının ve dış politikanın temelinde de artık iklim politikası tercihleri yatıyor. Aralık’tan Şubat’a yaklaşık iki ay süren İklim Şurası sürecinde benim gördüğüm temel eksiklik, ortak dilin yokluğuydu. Şimdi o ortak dili inşa etmek birinci öncelik olmalı. Neden? İklim politikası, bu küresel yeniden yapılanma sürecinin mihenk taşı. Doğru tarafta olup olmadığınızı belirleyecek nirengi noktası, bir nevi.
İklim politikasının yönetişimi için mevcut idari sistemimizi elden geçirmek, müsteşarlıkları ve Devlet Planlama Teşkilatı’nı yeniden ihya etmek elzem duruyor.
Nasıl olsa bir çukurun dibinde debelendiğimize göre, aslında işimiz zor değil, pek kolay. Neyi yapmamamız gerektiğini biliyoruz.
Bir daha hatırlatayım, bitirirken: “Rüzgara karşı tüküren, kendi yüzüne tükürür”
Asgari memleket sevgisi rüzgara karşı tükürmemeyi gerektirir. Yapmamak lazım. Rusya’nın serencamı herkese ders olmalı.
Bu köşe yazısı 16.05.2022 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024