TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yeşil Yeni Mutabakat ile kimlerin kaybedeceğini tartışıyoruz. Önemli olan, kimlerin nasıl kazanacağına odaklanmak hâlbuki… Öyle ya, yalnızca neleri kaybedeceğimize değil, neleri kazanabileceğimize de hazırlıklı olmak lazım.
Dünya yeni bir sanayi devrimi ile bir nevi yeniden kuruluyor. Alıştığımız işler ve iş yapma biçimleri yakında geçerliliğini yitirecek. Şimdi hedefe odaklanma zamanı. Peki, bize ne lazım? Öncelikle yeniden Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) lazım. Neden? Düşünmek ve tasarlamak için.
Japonya, Kore ve Türkiye gibi ülkelerde demir çelik endüstrisi nasıl oldu?
Dünün dünyasında Japonya, Kore ve Türkiye gibi ülkelerde demir çelik endüstrisi gelişebildi. Demir çelik enerji yoğun bir endüstri… Halbuki Japonya, Kore ve Türkiye enerji ithalatçısı. Nasıl oldu da oldu? Uygun fiyatlarla o zamanın enerji kaynağını alıp kolayca taşıyabilmek mümkün olduğu için oldu öncelikle. Enerji mekâna bağlı olmadığından oldu her ne olduysa.
O vakit ne demek lazım? Kömür ve petrol aslında küreselleşme sürecinin önünü açtı ve pek çok ülkede normal şartlarda olmaması gereken sanayi dallarının gelişmesine de imkân verdi. Kömür ve petrolün kolay taşınabilmesi, eldeki teknolojinin her yere yayılabilmesini sağladı. Öyle birden değil, aşama aşama…
Geldik bugüne. Artık böyle gelmiş böyle gitmez anındayız. Bundan böyle her tür sanayinin, her tür insani aktivitenin karbon ve su ayak izini de dikkate alacağız. Neden? Gezegenimizin önümüzdeki otuz yılda fazladan otuz tane daha yüksek gelirli ülkeyi taşıyabilmesi mümkün değil. Gidişat o yönde.
Geçen hafta açıklanan 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu karbon salımları ile gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi pek güzel ortaya koyuyordu. Ben yine Brezilyalı iklim aktivisti Chico Mendes’i hatırladım. “İçinde sınıf mücadelesi geçmeyen ekoloji bahçe bakımıdır.” (Ecology without class struggle is gardening) sözünü ondan duymuştuk. Rapora göre gelişmiş ülkelerdeki en alttaki yüzde 50’nin karbon salım miktarı gelişmekte olan ülkelerde en üstteki yüzde 10’un karbon salımlarının hep altında.
Kömür ve petrol kadar kolay ve ucuza doğal gaz ya da yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerjiyi şimdilik her yere kolayca dağıtamıyoruz. Nükleer enerji kullanılabilir belki ama orada da başlangıç maliyeti pek yüksek ve yönetim sorunları ortada. Bu tartışma bizi geçiş dönemi yakıtları, hidrojen üretimi, pil teknolojisi gibi alanlara götürebilir. Ama bugün konumuz tam o değil.
Konumuz nedir? Karbon ayak izi ve su ayak izi önemliyse her ülkede iktisadi kalkınma süreci hakkında düşünme biçimimizi değiştirmemiz gerekecek. Enerji açığı olan ülkeler, enerji yoğun endüstrilerde bundan böyle ne yapacaklarını bir daha düşünecekler. Su açığı olan ülkeler tarımdan sanayiye bugüne kadar alışıp yaptıkları işleri ve ürün desenini gözden geçirecekler. Enerji yoğun sektörlerin önemli olduğunu düşünenler karbon salımı düşük yeşil enerji kaynaklarına daha fazla yoğunlaşacaklar.
Nasıl bakacağız? Mike Berners-Lee “Muz ne kadar kötüdür?”de her şeyin karbon ayak izini usul usul anlatıyor mesela. Bahçenizde muz ağacı varsa, iklim ve toprak buna uygunsa, muzun karbon ayak izi sıfır. Ama muzu dünyanın diğer ucundan getirtip yiyorsanız, tek bir muz 80 gramlık karbon salımı ediyor. Dün bu hesabı yapmıyorduk. Şimdi yapacağız. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile her yerdeki, her maldaki karbon emisyon miktarını maliyetlendireceğiz. Böylece dünyaya verdiğimiz hasarı önlemek için bir bedel ödemeye başlayacağız.
ETS ile karbon salımlarını maliyetlendiriyoruz ama su ne olacak? Bugünkü gidişata bakılırsa, su aynı petrol, bakır gibi bir doğal kaynak olarak görülüp işletilmeye başlanacak. Taze su kaynaklarına sahip olmak, desalinasyon önemli iş kolları haline gelecek. Şikago Ticaret Borsası’nda (Chicago Mercantile Exchange) bugün su futures (water futures) kontratları var Eylül 2020’den beri ama halen bu tür geleceğe yönelik vadeli işlemlerin sağlıklı fiyatlanmasına imkân verecek spot su piyasası yok. Ya da Kaliforniya (Nasdaq Veles California Water Index) için pek sınırlı olarak var, öyle diyelim. Ama bunlar da olacak. Hem de çabuk.
Yeni sanayi devrimi mahcur değil akıllı devlet istiyor
Şimdi bu şartlar altında yeni sanayi devrimi mahcur değil akıllı devlet istiyor. Ne demek? Akla uygun davranma yeteneğinden yoksun kamu idaresi ile bu iş olmaz demek. Düşünce ve tasarım kabiliyetini, buna imkân veren merkezleri iptal etmek iyi fikir değilmiş. 2018’den beri işlemeyeni görüyoruz sanırım artık. Hızla listeleyeyim dersleri.
Ama önce, neden akıllı devlet? Gelen küresel yeniden yapılanma sürecinden, en çok coğrafi konumunu dikkate alarak hangi alanlara nasıl odaklanması gerektiğine bir an önce karar veren ülkeler faydalanacak. Ne yapılacak? Öncelikle iklim değişikliğinin bizi nasıl etkileyeceğinin bilincinde olacağız. İkincisi, bu coğrafyada mevcut teknolojilerle ve mevcut beceri setimizle nereye odaklanmamızda fayda olduğunu bileceğiz. Üçüncüsü, mevcut beceri setimizle hangi teknolojilere odaklandığımızda başarılı olabileceğimiz konusunda bir kanaatimiz olacak. Kapsamlı analizlerle bir dizi sonuca varıp, ondan sonra kapsamlı bir ekonomik ve sosyal reform paketi hazırlayacağız. Hep birlikte. Çok işimiz var.
Türkiye’nin öncelikle DPT'ye yeniden ihtiyacı var bugünlerde. Ama kapattığımız haline değil, orijinaline. Bunu daha önce anlatmış ve Türkler yanlış, Hintliler doğrusunu yaptı demiştim. Hatırlatırım. (bknz.)
Yeter mi bir tek DPT? Elbette hayır. Türkiye’nin bakanlık müsteşarlıklarını yeniden ihya etmesi gerekecek. Öyle görülüyor ki, müsteşarlıkları kapatarak ülkenin düşünme ve politika tasarım birikimini heba etmişiz 2018’den sonra. Burnumuzun pislikten kurtulamamasının bir sebebi var. Meğer müsteşarlıklar her alanda kamu politikalarının tasarımı ve koordinasyonunda son derece önemliymişler. Nedir? Her bakanlığın bir müsteşarı olacak. Hemen.
Üçüncüsü, Yeşil Yeni Mutabakat Türkiye gündemi için her bakanlıktan görevlilerin bir masa etrafında toplanarak orta bir dil oluşturmasını hemen temin edeceğiz. Eskiden bu tür mekanizmaları vardı Türkiye’nin. Sonra her ne akla hikmetse onları ortadan kaldırdık. Her bakanlığı birbirinden ayrı çalışan silolar haline şu son on küsur yılda dönüştürdük. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinin rotadan atması, bakanlıkların birbirleri ile iletişimi kesip herkesin kendi KÖİ’lerini yapmaya başlaması ile aynı zamana rastlar örnek isterseniz.
Bu tedbirler alınmazsa, tecrübe ile sabit, kararlar analizle değil talimatla alınıyor. Her bakanın etrafında bir danışman ordusu. Bakan talimatı Cumhurbaşkanından, uzman ise bakanın danışmanından alıyor. Türkiye gibi bir ülkenin, ilk kez karşılaşılan sorunlarla biçimlenen bu kadar kapsamlı bir küresel yeniden yapılanma sürecinde yukarıdan gelen talimatlarla yönetilebilmesi mümkün değil. Yapılmışı var. Gördük. Olsaydı 2018’den beri bu kadar çok merkez bankası başkanı, bu kadar çok maliye bakanı değiştirmezdik.
Şirketler kesiminde “işletme sermayemiz yetersizdir” dönemine geri dönüyoruz
Şimdi diyeceksiniz ki, kamu kesiminde bir dizi öncelik saydın, ileriye bakarken, özel kesimde ne yapmak gerekecek? Türkiye ne yazık ki yeşil sanayi devrimine intibak etmek için ne yapması gerektiğini zor şartlar altında kararlaştıracak. DPT’nin olmaması, müsteşarlıkların ortadan kaldırılmış olması ve bakanlıkların artık ortak bir dile sahip olmaması bugün Türkiye’de hem işi bozuyor hem de toparlanmayı güçleştiriyor. Şirketler kesiminin muhatap bulamadığı bir dönemin içindeyiz. Dolayısıyla bir onarımın başlaması gereken noktanın kamu idaresinde bozulanı düzeltmek olduğu ortada.
Şirketler kesimi için ben doğrusu “işletme sermayemiz yetersizdir” dönemine geri dönmekte olduğumuz kanaatindeyim. İşletme sermayesi ihtiyacının artacağı bir dönemin başındayız. Yüksek enflasyon döneminde firmalar üretimi sürdürebilmek için bir taraftan daha çok stok tutmak, öte yandan ise, işletme sermayesini bir üretim döneminden diğerine aktarırken satın alma gücünü koruyacak biçimde değerlendirmek zorunda kalacaklar. Tartışmalar yine işletme sermayesi üzerinden yürüyecek.
Sorun nedir? Sorun yaklaşık son yirmi yıldır yüksek enflasyon ortamında nasıl çalıştığımızı bir nevi unuttuk. Şimdi hepsini yeniden hatırlamak durumundayız. Şirketler kesimi için başlangıç koşullarında bir tür “Geleceğe Dönüş” (Back to the Future) dönemi yaşamak gerekecek sanırım.
Ondan sonra ikili bir süreç bizi bekliyor. Küresel şirketlerin tedarikçileri daha çabuk, iç pazara üretim yapanlar ise zaman içinde intibak edecek. Ama her durumda, kamunun kapsamlı 2053 net sıfır yol haritası ve bütçesi şekillendikçe, özel sektörün değişene intibakı kolaylaşacak. Yoksa zorlaşacak.
Geçen hafta gördüğümüz kur şoku, Ankara’nın işi kolaylaştırmayacağı zorlaştıracağı kanaatinin bir tık daha güçlendiğine işaret ediyor yalnızca. Bu kanaati düzeltmek şart esasen.
Bu köşe yazısı 20.12.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024