TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Tartışmalar korona sonrası dünyanın bildiğimiz dünya olmayacağını gösteriyor. Siyaset bilimcileri, sosyologlar ve daha birçok bilim uzmanları nasıl bir dünya bizi karşılayacak, sorusuna cevap arıyor. Dijitalleşmeden ekonomik, sosyal ve siyasal tüm gelişmeler nasıl hayat tarzlarımızı, alışkanlıklarımızı, yaptığımız işleri değiştiriyorsa inançlarımızı ve ona bağlı alışkanlıklarımızı da değiştirir. Bu bağlamda korona sonrası inanç ve sosyal hayatımızdaki muhtemel değişimler üzerine düşünmek kaçınılmaz gözüküyor.
Dinler ve inançlar yükselecek mi? Ya da yeni bir materyalizm ve bilimcilik dalgası ile mi karşı karşıya kalacağız? Veya inancın bireyselleşmesi süreci daha da mı hız kazanacak? Zaten kan kaybeden cemaatler ve camiler bireyler tutmak da daha mı zorlanacak? Tüm bu sorular bizi bekliyor. Dünyadaki değişimi anlamak, ön görmek ve ona göre somut elle tutulabilir çözümler üretmek zorundayız. Yoksa büyük kelimeler etmek bizi kurtarmayacak. Bu yüzden öncelikle koronaya nasıl bir ortamda yakalandık öncelikle bir durum tespiti yapmakta fayda var.
Çağdaş dünyada dinler eriyor mu?
Dünya artık Kilise’nin etrafında dönmüyor. Ruhani bir güç olsa da din adamları tıbba müdahil olma yetkilerini kaybettiler. Orta Çağ’dan çok farklı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Din her ne kadar kamusal alanda daha fazla görünür olsa da sekülerizm çağın en belirgin vasfı. Bu anlamda sekülerizmi din karşıtlığı olarak ele almadığımı ifade etmeliyim. Sekülerizm dinin zıddı veya karşıtı olarak ele alınmıyor artık. Belki dindarlar için sekülerizm karşıt bir ideoloji olarak görülebilir. Fakat bu herkes tarafından aynı biçimde kavranacağı anlamına gelmiyor. Sekülerizm bireyin gündelik hayatında, dünyayı anlayış biçiminde dinden daha çok dünyevi değerlerin öne çıkması anlamına geliyor. Bunun en somut örneğini kentleşme oluşturuyor. Kentler inşa edilirken, komşunun hakkı, kuşun, kurdun börtü böceğin hakkı mı gözetiliyor en kârlı olan mı? En kârlı olanı dikkate almak sekülerleştiğimizin ne temel göstergesidir. Bu yüzden sekülerleştiğimizde kâfir-din dışı bir alana kaymıyoruz, sadece dinin anlam dünyası hayat pratiklerimizi daha az belirlemeye başlıyor. Kentleşmeden bilimsel keşiflere, dijitalleşmeden dikey mimariye kadar birçok değişim sekülerleşmeyi tetikliyor.
Sekülerleşme tezine itiraz eden Peter L. Berger gibi ünlü sosyologlar ise yeni süreci “çoğulluk” kavramı ile açıklıyorlar. Bunun anlamı da insanın önündeki tercihlerin ve seçeneklerin çoğullaşmasıdır. Dün bir tek TRT seyrederken bugün sadece televizyonların değil internet üzerine yayın yapan dijital platformların binlerce seçeneklerine sahibiz. Seçeneklerin çoğalması insanın birçok şeyi aynı anda tercih etmesine imkân veriyor bu da sadece tüketim alışkanlıklarımızı değil değer ve inançlarımızı da etkiliyor. Kimlikler iç içe geçiyor birey hem dindar hem de seküler olabiliyor. Biliyorum bu 80 öncesi kuşak için anlaması oldukça zor bir durum ama bugünün gençler ve orta kuşağı için gündelik hayatta sık sık karşılaştığımız normale dönüşmüş durumda.
Dolayısıyla dünya geliştikçe ve modernleştikçe dinler kaybolmuyor. Aksine 2050 yılında ateizmin azaldığı ama dindarların nüfusunun daha arttığı bir dünya bizi bekliyor. Pew Research Center’ın demografik tahminlerine göre, 20 yıldan daha az bir süre zarfında Müslümanların doğum oranı Hristiyanları geçecek. (http://www.pewforum.org/2017/04/05/the-changing-global-religious-landscape/)
Bunlara karşılık kamusal dindarlığın yani İslam ya da Hristiyanlık gibi dinlerin resmî, kurumsal öğretilerine bağlı olan dindarlığın yerini daha bireysel bir dindarlığın geçtiğini de unutmayalım. Dinler erimeyecek ama form değiştirecek, dindarlık alışkanlıkları farklılaşacak. Dünyaca ünlü kamuoyu araştırma şirketi PEW’in anketlerine göre insanlar dinî kurumlara eskisi gibi güvenmiyorlar. Bir kiliseye bağlı olmaksızın inanç olarak Tanrı’ya bağlılık artıyor. İnsanlar yüce bir varlığa inanç besliyorlar ama bu bir dine ya da kiliseye bağlı olmaksızın devam edebiliyor.
Bunun bir benzerini Türkiye’de yaşıyoruz. Özellikle 15 Temmuz sonrası bu sürecin daha da hızlandığını görüyoruz. Temsil sorunu yaşayan, değişimi kavrayamayan, çağın insanına yönelik tutarlı, makul ve gençlerin gönlüne kazanacak bir din dili geliştiremeyen dinî cemaatler hızla güven kaybediyor. Optimar Araştırma şirketi Türkiye'nin Nabzı 15 Temmuz Özel Araştırması’nda FETÖ darbesinin toplumun cemaatlere güvenini nasıl etkilediğini ölçmüş. Toplumun %80’i cemaatlere güvenmediğin %8,5’i ise güvendiğini söylemiş. Bunun anlamı dinin artık giderek bireyselleştiğidir. İnsanlar kurumlara ve sivil oluşu olan dinî cemaatlere güvenmiyorsa dini nereden ve nasıl öğrenecekler. Bunun cevabı çok açık sanal cemaatler ve bireysel, öznel tercihler öne çıkacak. Anlaşılan odur ki korona süreci bunu daha da hızlandıracak.
Korona sonrası inançlarımıza ne olacak?
Koronavirüs modern çağın insanlarını eve kapattı. Dinlerin temelinde cemaat olma, toplu ibadet etme, bir araya gelerek dinî ritüelleri yerine getirmek oldukça merkezidir. Bu uzun süreli tecrübe insanlara cemaatin dışında (kilise-cami) dua ve ibadet etme alışkanlığı kazandırırsa ne olur? Kurumsal ve cemaatle dindarlık yerine daha bireysel bir dindarlık tecrübesi daha cazip gelebilir.
Birçoğumuz için sık sık eleştirilen devletin sağlık sistemindeki tekeli hepimizin kurtuluş umudu oluyor. Modern insan artık din adamına değil, bir uzman görüşüne başvurmayı daha çok tercih ediyor. Bu açıdan bakıldığında koronavirüs bilimin etkisini daha da güçlendirecek gibi. Milliyetçiliğe, devlete ve uzmanlığa olan güvenin arttığı bir süreçte, güvenilirliği aşınmış dinî kurumların işi daha da zor görünüyor. Özellikle de aynı kaşıkla herkesi kutsayan kilise, duvarları yalayan Şii ulema ve “camilerin kapanmasına” itiraz eden Sünni din adamlarıyla bu rüzgârın karşısında duramayız.
Vebanın “ata binmiş iblisle” resmedildiği bir Orta Çağ’da yaşamıyoruz. Aksine düşmanın üç boyutlu resmini görüyoruz, virüsün hücre içine nasıl sızdığını gösteren videolar seyrediyoruz. İnsanlar koronadan kurtulmak için din adamlarına değil, bilim adamlarına koşuyorlar. Bu yüzden veba, uzmanlığa olan güveni getirmezken korona uzmanlığa olan güveni artıracak diyebiliyoruz. Bu da bize, dinlerin yerine bilimciliğin yükseleceği bir geleceğin kapımızda olduğunu gösteriyor.
O zaman, koronavirüs sonrası yeni bir materyalizm dalgasıyla mı karşı karşıya geleceğiz? Hiç sanmıyorum. Çünkü postmodernizm sonrası bir çağda yaşıyoruz ve bilimcilik asla insanların metafizik ve psişik güçlere inanmasına engel olmuyor. İçinde tılsımların olduğu iddia edilen kitapların çok satanlar listelerinde üst sıralara yerleşebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Modern insan sekülerleştikçe metafizik ve psişik güçlere olan inancını kaybetmiyor. Modernizmin din-bilim, akıl-ruh çatışması çağımız insanını çok fazla ilgilendirmiyor. Onun dünyasında bilim ve seküler bir dünya çakralara inanmasına engel olmuyor.
Bilime olan güven, uzmanlığa olan inanç sekülerleşmeyi artırdığı kadar psişik ve radikal inançları da güçlendirebiliyor. Kült örgütlere katılım sağlayan bilim insanları, eğitimli uzmanlar bize bunu öğretiyor. Geçenlerde ölen ve basında “sahte peygamber” olarak geçen İskender Evrenesoğlu bir mühendisti ve çok sayıda bağlısının da tekniker olduğu biliniyor. Japonya’da sarin gazı saldırısında bulunan kült örgüt Aum Shrinkyo’nun çok eğitimli ve üst düzey müritleri vardı. DEAŞ terör örgütüne katılan çok sayıda mühendisi konu edinen Diego Gambetta ve Steffen Hertog’un hazırladığı Engineers of Jihad (Cihadın Mühendisleri) adlı çalışmayı hatırlamak yerinde olur. Bu örnekler de bize gösteriyor ki; sayılar, digital çağ, biyo-iktidar inançlar üzerindeki olumsuz etkisini daha çok kurumsal dinlere karşı gösterebiliyor.
Bu salgın özellikle Z kuşağını pas geçiyor. Bu kuşak sosyal etkileşimleri, bilişleri, psikolojik gelişimleri ve dünya görüşlerine derin etkileri olan teknolojiye benzersiz bir şekilde aşinalık göstermeleri ile önceki nesillerden ayrılıyorlar. İlk Gen Z üyeleri yetişkinliğe girmeye başladığında, gençliği radikalleşmeye özellikle duyarlı hâle getiren önemli gelişimsel faktörler vardır. Ergenler ve gelişmekte olan genç yetişkinler, şiddet içeren aşırılık yanlısı örgütlerin ikna edici mesajlarına karşı özellikle savunmasızdır. Ergenlik (11 ila 17 yaş) ve genç yetişkinlik (18 ila 25 yaş) kimlik keşifleri, istikrarsızlık, dürtüsellik, risk alma ve algılanan bağımsızlık ihtiyacı ile karakterize iki gelişim dönemidir. Dahası, ergenler ve genç yetişkinler çete şiddeti, uyuşturucu kullanımı ve cezai faaliyetler gibi riskli davranışlara karşı daha yüksek eğilime sahiptir.
Korona salgının yol açtığı ağır travma ve stres baskısı gençleri aşırılıklara karşı hem daha savunmasız kılacak hem de onlara doğru itecektir. Özellikle vakitlerinin büyük kısmını sanal ortamlardaki arkadaşlıklarla geçiren bu kuşağın sanal cemaatlerce işe alımı artık daha kolaylaşmıştır. Bu yüzden korona süreci yalnızca ekonomiyi değil dinî sosyolojiyi de derinden etkileyecektir. Biz oturup melekler dişi mi erkek mi diye tartışırken ayaklarımızın altındaki dünya o kadar hızlı değişiyor ki… Farkında mısınız bilmem?
Bu köşe yazısı 08.08.2020 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024