TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Avrupa’da otomobil fabrikaları yeniden açılıyor arka arkaya. İtalya’da Fiat ve Ferrari, Almanya’da Volkswagen, İngiltere’de Aston Martin ve Bentley açılan fabrikalardandı. Türkiye’nin Avrupa otomobil değer zincirlerinin bir parçası olduğu düşünülürse, oralarda hayata dönülmesi buralarda da hayata dönmemizi süratlendirecek. Ama bu hayata dönüş, 10 Mart öncesine dönüş değil. COVID-19 öncesine dönüyor değiliz. COVID-19 ile mücadelenin daha zor olan bölümüne geçiyoruz: Bulaşıcı hastalıkla birlikte yaşayacağız. İşler öyle bildiğiniz gibi değil.
Bulaşıcı hastalık ihtimali düşünülmeden inşa edilmiş bir binada, çalışanların, COVID-19’a yakalanma ihtimalini azaltmanın yolu, çalışan sayısını seyreltmekten geçiyor.
Geçen hafta Amerikan CNN International televizyonunda Bentley CEO’su Adrian Hallmark ile yapılan bir mülakat, yeniden açılmanın ne menem bir süreç olduğunu pek güzel anlatıyordu. Buna göre, maskeden sosyal mesafe koymaya, sterilizasyondan el yıkamaya fabrikada çalışanların sağlığını korumak için 250 adet tedbir alınmıştı. Bu tedbirler neticesinde fabrika ancak yüzde 50 kapasite ile çalışmaya başlayacaktı. Şimdi gelin bunun ne demek olduğunu birlikte bir düşünelim.
Bir fabrikayı işletmek demek, kocaman bir lojistik problemine çözüm getirmek demek. Binlerce çalışanı, her sabah, kentin değişik bölgelerinden toparlayıp, bir fabrika binasının içine sokacak ve akşama yeniden evlerine dağıtacaksınız. Bu arada, bulaşıcı hastalık salgını devam ederken, birbirlerine hastalık bulaştırmamaları için de tedbir alacaksınız.
Açıktır ki, fabrika binasının kendisi bir bulaşıcı hastalık ihtimali düşünülerek tasarlanmış değil. Şimdi dün akla gelmeyen bu hadiseyi dikkate alarak, fabrika içinde, insan hareketliliğini yeniden tanzim etmeniz lazım öncelikle. Öncelikle çalışanları seyrelteceksiniz, sonra birbirlerine yaklaşmalarını engelleyeceksiniz. Sonra çalışanlar kentin hangi bölgelerinden geliyorsa, o bölgelerin hastalık yoğunluğu ya da insidansı konusunda önceden bilgi sahibi olmakta fayda var.
Malum, COVID-19 meslek hastalığı olarak değerlendirilebilir iş mahkemeleri tarafından
Kimleri bulaşıcı hastalık ihtimali düşünülerek tasarlanmamış fabrikaya alacağınıza dikkatli karar vermelisiniz. Nereler daha tehlikeli bilmiyorsanız, öğrenmek ve siz bir işletme olarak tedbir almak zorundasınız. Malum, COVID-19 hala düzenlemelerimize göre meslek hastalığı olarak değerlendirilebilir iş mahkemeleri tarafından. Riskli, bir nevi. Burada çalışanlara sağlanacak koruyucu ekipman ihtiyacını hiç saymayayım bir ek maliyet unsuru olarak.
Aslında benzer bir hazırlık çalışmasını Türkiye’de organize sanayi bölgesi yönetimleri ile daha düzenli bir biçimde yapabilmek mümkün olabilir doğrusu. Tekil işletmelerin bütün bu süreci yönetmesinin zorluklarını dikkate alırsak. Ama doğrusu ya, benim gördüğüm, en önemli hadise, COVID-19 ile mücadele kapsamında, bulaşıcı hastalık düşünülerek tasarlanmamış olan bir fabrikada üretime yüzde 50 kapasite ile başlamak zorunda kalmak sanırım. Zaten Bentley CEO’su da “bu yüzde 50 kapasite orta vadede sürdürülebilir bir durum değil” diyordu mülakatta.
Türkiye’de otomobil ve ticari araç satışları nisan 2020’de yüzde 61 daraldı
Burada dikkatinizi çekeyim, bu yüzde 50 kapasite ile çalışma kararı tek başına hızla azalan otomobil talebine bağlı değil yalnızca, elbette o konu da var ama, münhasıran mesele o değil. Hadise, üretim hattının, bulaşıcı hastalık dikkate alınarak yeniden organizasyonu ile de alakalı. Yoksa Nisan 2020 itibariyle otomobil talebi Almanya’da yüzde 61, Fransa’da yüzde 89, İngiltere’de yüzde 97 ve İtalya’da yüzde 98 azalmış durumda. Nedeni açık, millet sokağa çıkamıyor, değil arabaya binsin.
Aynı durum Türkiye için de geçerli bu arada, ODD rakamlarına göre Türkiye’de binek otomobil satışları Nisan 2020’de son on yılın ortalama Nisan ayı satışlarına oranla bakarsanız, yüzde 57 daralmış duruyor. Daha önce kur şoku nedeniyle zaten daralmaya başlamıştı 2018’den beri, o nedenle, son on yıl ortalama Nisan ayı otomobil satışlarına bakmakta fayda var. Türkiye’de ticari araba satışlarındaki Nisan ayı daralması ise yüzde 72 civarında, onu da ifade edeyim.
Tablo 1: Türkiye’de Nisan ayı otomobil ve ticari araç satışları, 2005-2020
Kaynak: ODD
“Hava yolculuğu artık açık kalp ameliyatı kadar zevkli olacak”
Aynı durum hizmetler sektörü için de geçerli aslında. Oteller yeniden açılacak ama bulaşıcı hastalık salgını düşünülerek tasarlanmamış oldukları için, bina içleri ve plajlarda insan hareketliliğinin yeniden tasarımı gerekecek. Oranın lojistik problemi de aynı. Hizmetlerin hepsi devam edecek ama doluluk oranı bulaşıcı hastalıkla mücadele kapsamında yüzde 50’ye bile ulaşamayacak. Aynı durum lokantalar için de geçerli olacak başlangıçta. Uçak seferleri başlasa bile, doluluk oranı yüzde 25-yüzde 30’la limitlenmek zorunda kalacak. Havaalanları ayrı bir mesele olacak sanki. Dubai Havalimanları CEO’su Paul Griffiths’in geçen gün Bloomberg mülakatında söylediği “havaalanları artık açık kalp ameliyatı kadar zevkli olacak” lafı kulaklarımda... Nedir? Mekanı, bildiğimiz, kullandığımız mekanı yeniden tanımlamamız gereken bir dönemin başındayız bu ara.
Kapasite kullanımında, COVID-19’la mücadele kaynaklı daralma ne demek? Ya araba fiyatlarından, uçak bileti fiyatlarına normal şartlarda bütün mal ve hizmetlerin fiyatları yükselecek demek ya da fiyatlar bu talep koşullarında intibak edemiyorsa, firmaların normalleşmeye kademeli geçiş döneminde işletme sermayesi ihtiyacı belirgin bir biçimde yükselecek demek esasen. Bu ortamda, firma, tüketicinin eski tüketim sepetine hızla yeniden dönmeyeceğini dikkate alarak, fiyat yükseltemeyecekse, işletme sermayesini artırmak zorunda kalacak kademeli normalleşme süreci yönetmek için.
Peki, kademeli geçiş sürecinde çalışanları ve işletmeleri korumak için ne yapmak lazım?
Ben böyle baktığımda, COVID-19 ile mücadele sürecinde hem çalışanlar , hem de işletmeler açısından ilkinden daha ciddi bir yeni aşamaya geçmekte olduğumuzu düşünüyorum doğrusu. Başta can havliyle bir dizi tedbir aldık. Pek çok ödemeyi öteledik, kredi ile zaman kazanmaya çalıştık. Ama şimdi geldiğimiz noktada, hayata yeniden başlarken herkesin yüzde 50 ve daha düşük bir kapasiteyle işe başlayacağını ve bir süre daha işe böyle devam edeceğini düşünürsek, firmaların işletme sermayesi ihtiyacı hayata yeniden başlama kararı ile birlikte artacak. Bu dönemde dört başı mamur bir ekonomik programa olan ihtiyacımız daha da çok artacak. Neden?
Birincisi, hem dün ötelenen ödemelerin zamanı gelecek. Dolayısıyla bu üretim döneminde işletme sermayesi ihtiyacı dünkü krize karşı tedbirlerin niteliği nedeniyle otomatik olarak yükselecek. Ayrıca daha düşük kapasite ile işletmeyi açmak daha fazla işletme sermayesi gerektirecek. Artık şirketlerin işletme sermayesi ihtiyaçlarını hibe benzeri bedelsiz kaynaklarla sağlamak için bir mekanizma zorunlu hale gelecek. Daha fazla monetizasyon gerekecek demek bu ilk anda. Türkiye’de KOBİ’ler ve mikro işletmeler için bir destek programı var mı halen? Yok. Zamanında bu iş için kurulmuş olan Halk Bankası, bu işlevi yerine getirebiliyor mu? Hayır. Alın size bir kocaman harcama programı.
İkincisi, asıl bu dönemde çalışanların işlerini kaybetme riski daha da artacak. Neden? Düşük kapasite ile iş yapmanın müddetine dayalı olarak, işten çıkarmalar kaçınılmaz olacak. Artık pansuman tedbiri ile yalnızca belli süre çalışıp, prim ödemiş olanları değil, herkesi kapsayacak güçlü bir sosyal korunma ağı için bir an önce adım atmak öncelikli olacak. Alın bir büyük harcama programı daha.
Üçüncüsü, işletmelerin her şehrin COVID-19 haritası ile ilgili malumat ihtiyacına pandemi yönetiminin, kent yönetimlerinin bir cevap bulması gerekecek. Ayrıca salgının seyrine ilişkin yerel düzeyde daha çok ileriye yönelik projeksiyon ve atılabilecek adımlarla ilgili plan yapmak gerekecek. Firmaların üzerindeki yükü kamunun, OSB yönetimlerinin, odaların, belediyelerin hafifletmek üzere tedbir geliştirmesine ihtiyaç olacak. Bu da bir başka harcama programı aslında.
Dördüncüsü, ileriye yönelik bir iş başarmanın şevkini canlı tutmak ve hepimizin dayanma gücünü artırmak üzere, küresel değer zincirlerindeki değişime intibak etmek ve değişenden yararlanmak üzere hukuk sisteminin işleyişi ve kural hakimiyetinden eğitim sistemine, yatırımcının korunmasından mali disipline bir büyük yapısal reform programı tasarlamak gerekecek.
Beşincisi, bu kez hadisenin “olağan şüpheliler”den değil, virüsten kaynaklandığını vurgulayan güçlü bir küresel işbirliği çağrısı üzerinde benzer gelişmekte olan ülkelerle birlikte çalışmak gerekiyor. Hadise küresel, çözüm de küresel olmak durumunda.
Bu musibeti aynı 1919’da yaptığımız gibi bir fırsata çevirmek aslında mümkün duruyor. Daha önce hiç karşılaşmadığımız bir problem nedeniyle, geçici olarak, anayoldan ayrılır ve trafik işaretleri ile kurallarını, bir an için, unuturken, anayola nasıl yeniden dönebileceğimize ilişkin bir çerçeveyi de ayrıntılarıyla düşündüğümüzü şimdiden ortaya koymamız gerekiyor. Yoksa olmaz.
Bu köşe yazısı 19.05.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024