TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben geçen ay Japonya’daydım. Kyoto ve Tokyo’da. Japonya, bu yıl G20’nin dönem başkanlığını yürütüyor. Türkiye’nin 2015 yılında yaptığını bu yıl Japonlar yapıyor. Yeni imparatorun tahta çıkma töreni nedeniyle de bu yıl G20’yi Haziran ayında bitirecekler. Japonya’dan sonra sırada Suudi Arabistan var 2020 yılında. Ondan sonra da büyük bir olasılıkla İtalya. Herkes Suudi Arabistan’ın dönem başkanlığını merak ediyor doğrusu. Osaka’daki G20 Zirvesi öncesinde, düşünce kuruluşlarını bir araya getiren T20 (Think 20) Zirvesi vardı Tokyo’da. Bugün müsaadenizle birkaç Japonya izlenimi anlatayım.
Öncelikle T20 ile işe başlayayım. Malum 2015’in başarılı Türkiye dönem başkanlığı sırasında, T20’nin koordinasyonunu TEPAV, iş dünyası örgütlerini içeren B20 sürecini de TOBB yürütmüştü. Faaliyetler hala devam ediyor. Siz dünya ile ilgilenmeseniz bile dünya dönmeye devam ediyor.
Türkiye’nin katılımcılık (inclusiveness) aşısı tuttu, G20 artık eskisi gibi değil
Birincisi, Türkiye’nin dönem başkanlığında atılan katılımcılık aşısı tutmuş görünüyor. Türkiye’nin dönem başkanlığından önce bir elin iki parmağı kadar kurum ve ülkenin bir masa etrafında toplandığı T20 toplantıları artık 50’den fazla ülkeden birkaç yüz düşünce kuruluşu temsilcisinin katıldığı, bir nevi, şölene dönmeye başladı. Ayrıca 2016’daki Almanya dönem başkanlığının desteği ile kurulan Küresel Çözümler İnisiyatifi (Global Solutions Initiative) Vakfı, T20 sürecini biçimlendiren kalıcı bir katkıya dönüşmüş durumda. Türklerin yapamadığını, Almanlar yaptılar bir nevi. İşi kurumsallaştırdılar.
İkincisi, T20’nin artık 10 civarında görev grubu (task force) var ve doğrusu her görev grubunda ortalama 10 civarında politika notu (policy brief) yazılıyor. Konular ve katkılar çoğalınca odaklanmak artık daha fazla önem taşımaya başladı doğal olarak. Bu nedenle, bu sefer, iç değerlendirme toplantısının konusu, küresel gündeme yönelik birbirinden kopuk önerileri içeren bir dizi politika notu yazmanın yanı sıra etkili olmak ve gündeme hâkim olabilmek için bundan böyle küresel tartışmaların gerçekleşeceği ortamı biçimlendirmeye odaklanmaktı. Doğrusu ya, G20 içindeki görüş ayrılıkları derinleştikçe, her yıl tartışmaların bağlamını doğru tanımlamak, context’i yerine oturtmak önem kazanıyor.
Üçüncüsü, Japonya’nın dönem başkanlığında gündeme eklenen en önemli konu, küresel yaşlanma meselesiydi. Türkler gündeme iki önemli konu eklemişlerdi. İlki mülteci meselesiydi. İkincisi ise KOBİ’lerdi. Japonya, KOBİ’ler meselesini devam ettirdi. Zorunlu göç hadisesi ise yaşlanan nüfus ile birlikte ele alındı bu yıl. “Dil, ağrıyan dişe gider.” misali her ülke kendi küresel meselelerini gündeme ekliyor. Çin, Türkiye’den sonra, inovasyon ve teknoloji transferine odaklanmıştı mesela. Suudi Arabistan ile birlikte yaşlanan nüfus meselesini, gelişmiş ülkeler için sağlıklı göç politikaları tasarımı bağlamında, zorunlu göç meselesi ile birlikte daha güçlü bir şekilde ele alabiliriz sanırım. Bu da, malum, bizim bölgenin en temel meselesi.
Önümüzdeki süreçte, karbon bazlı olmayan bir büyüme sürecini getirecek teknolojik yeniliklerle birlikte, Suudi Krallığı’ndan Azerbaycan ve Rusya’ya bizim bölgede pek çok ülke, petrole dayalı iş modelini değiştirmek zorunda kalacak. O nedenle, her ülkenin bir 2020 ya da 2030 planı var bizim buralarda doğrusu. İktisadi transformasyon ve ekonomilerini çeşitlendirmek herkesin temel derdi. Bunu iyi yönetmek ve eğer iyi yönetemezsek başımıza geleceklerle baş etmek zorundayız. Ne olacak? Buralarda çok sayıda kendini yönetemeyen ülke göreceğiz. Bugün yakındığımız zorunlu göç meselesi ile en az bir 30 yıl daha uğraşmamız gerekecek bana sorarsanız.
Türkiye’de de 5 yaş altı bebeklerin sayısı azalırken, 65 yaş üstündeki nüfusun sayısı artacak bundan böyle
Dördüncüsü, Japonya’nın “yaşlanan nüfus” konusunu gündeme getirmesi son derece anlaşılır elbette. Japonya’nın nüfusu 2008 yılında 128,5 milyon ile tepe noktasına ulaştıktan sonra, 2018 yılında yüzde 1,1 azalarak 127,2 milyona geriledi. Neden? Doğan çocuk sayısı az, yaşlanan nüfus daha fazla. Japonya artık bebek bezinden çok, yaşlı bezi satılan bir ülke. 2065’e kadar Japonya’nın nüfusunun yüzde 22 daha gerilemesi ve 99,5 milyona düşmesi bekleniyor. Bu arada bugün 76 milyon olan çalışan nüfusun da 2065’te yüzde 33 azalarak, 51 milyona gerilemesi bekleniyor. Onu da not edeyim.
Şimdi yaşlanan nüfus deyince, bu hadisenin Türkiye’den çok uzakta olmadığını da vurgulayayım. Millete bakıp, gülmeyin. Birileri göç politikası tasarlayacaksa, Türkiye’nin de buna çok ihtiyacı var. Not edeyim. Aklınızda kalsın.
Türkiye’de 2009-2019 arasında 5 yaş altı bebeklerin sayısı 100 bin civarında artarken, 65 yaş üstü yaşlıların sayısı 2 milyon yükseldi. 2019-2029 arasında bebeklerin sayısı 600 bin azalırken, yaşlıların sayısı 3 milyon artacak. Hele ki 2029-2059 arasında bebeklerin sayısı 1 milyon azalırken, 65 yaş üstü yaşlıların sayısı 13 milyon artacak memleketimizde. Nüfus projeksiyonları böyle söylüyor. Aşağıdaki grafiğe siz de bakın isterseniz.
Dün Japonya’nın almadığı hangi yapısal tedbir varsa bu çerçevede, artık bizim onları nasıl alacağımız üzerine, ne tür adımlar atmamız gerektiği üzerine daha bir ciddi düşünmeye başlamamız lazım. İlk adımı ben size hemen söyleyeyim, iş gücünün hızlı azalışını kontrol edebilmek için Türkiye’nin bir an önce kadın istihdamını artırmaya odaklanması gerekiyor. Abenomics sayesinde Japonya, kadın istihdamını, 2012’den 2018’e 26,5 milyondan 29,5 milyona tam 3 milyon artırmayı başardı mesela. Hem de beş yılda. Kadınların işgücüne katılım (FLFP) oranı yüzde 63,4’ten yüzde 71,3’e yükseldi ve Amerika’yı (yüzde 68,2) geçti. Demem o ki oluyor işte. Unutmayın biz hala FLFP’de yüzde 30’lardayız ve OECD ülkeleri içimde geriden geliyoruz.
İkinci adım ise, sağlıklı maliye ve para politikaları üzerine düşünmek. Açıktır ki azalan büyüme oranı, faiz oranını negatife doğru itiyor ve bu durum zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Bunun üzerinde de şimdiden düşünmeye başlamakta fayda var.
Japonya hakikaten bir yerlere benzemiyor
Bunun dışında, beşinci izlenimim şöyle: Japonya hakikaten bir yerlere benzemiyor doğrusu. Hani ilk gidince öyle olur ya, etrafa “Burası nereye benziyor?” diye bakarsınız, insan insana benzer misali bir nevi. İşte öyle, hiçbir yere benzemiyor Japonya, nevi şahsına münhasır bir yer. Tokyo’nun merkezinde her binanın altı labirent gibi metro yollarından oluşuyor. Tokyo istasyonunun etrafı öyle. İnsanlar büyük bir hızla yürüyor. Herkesin bir hedefi var. Gidiyorlar da gidiyorlar. Oturup dinlenecek bir yer yok. Kilometrelerce bir çıkıştan ötekine, bir trenden başkasına yürüyorsunuz. Son derece klostrofobik doğrusu ve boğucu. En azından bana öyle geldi. Alışveriş yerleri, lokantalar var ama dinlenmek için kendi başınıza oturacağınız bir yer yok yol boyunca.
Japonya’da evsiz mi yok?
Başka ne eksik? Metro yolları ağı içerisinde, önüne bir mendil açıp, gitar çalıp şarkı söyleyerek para toplamaya çalışan kimse yok mesela. Kyoto’da turistik bölgelerde vardı ama Tokyo metrosunda yoktu. İnsan o vakit “Acaba evsiz, sokakta yaşayan kimse mi yok?” diye merak ediyor haliyle. Varmış. Temmuz 2018 itibariyle, Japonya’da toplam evsiz sayısı, resmi kayıtlara göre 4.977. 2017 Eylül itibariyle Japon evsizlerin yaş ortalaması 61,5 imiş bu arada. Evsizlerin yüzde 42,8’i ise 65 yaş üzerinde. Ekim 2016’da gerçekleştirilen bir çalışmaya göre ise evsizlerin yüzde 35’i on yıldan daha uzun bir süredir sokakta yaşıyormuş. Evsizlerin yüzde 27’si sağlık problemlerinden yakınırken, yüzde 60’tan fazlasının sosyal güvenliği yok. Esas olarak, gençlere yük olmamak için evi terk ediyorlar sayıları az da olsa, ölmek için tek başlarına.
O karton kutulardan yapılmış barınaklarda yaşam nasıl diye merak edenlere Yu Miri’nin “Tokyo Ueno Station” romanını öneririm. Galiba en çok bu konuyu merak edince yolda onu okudum. Nasıl olur da Japonya gibi düzenli bir ülkede böyle bir mesele olur diye merak ettim sanırım. Bir nevi, 2015’in Nobelli Belarus yazarı Svetlana Aleksiyeviç tadında haber-roman gibi yazıyor Yu Miri. Çok lezzetli.
Almanlar, Japonların yanında pek Türk gibi kalıyorlar doğrusu
“Ama Japonların temel farkı ne?” diye sorarsanız, ben “detaycılıkları” diyebilirim sanırım. Evsizler konusu onun için bana bir garip geldi zannederim. Hakikaten hiçbir yere benzemiyor Japonya. Japonların, hayatın her alanı için, ayrıntılı iş protokolleri var bir nevi. Aynı güvenlik protokolleri gibi ama hayatın her alanında.
Köşedeki ağacı yaprak yaprak temizleyen yaşlı adamı ancak bir yarım saat izleyebildim, mesela. Ben sıkılıp bıraktığımda, o daha “ağaç bakma protokolü” uyarınca o tek ağacın işini bir türlü bitirememişti. Yanında kocaman bir alet çantası vardı bir de. Roket fırlatmakla ilgili işler için değil, bavul taşımak için bile ayrıntılı bir iş protokolü var sonuçta Japonya’da. Ufacık diyebileceğiniz her iş böyle tasarlandığında, bir Japon tarafından, doğrusu büyük bir şevkle yapılıyor. Toplantı, ortada sorular bile olsa, herkes bir yarım kalmışlık havası içinde bile olsa, tam saatinde bitiyor.
Doğrusu ya, Almanlar, Japonların yanında pek bir Türk gibi kalıyorlar, bana sorarsanız. Aynı Türklerin, Arapların yanında pek bir Alman kalması gibi. 1980 sonrası ihracat ve turizm seferberliği ile Türkiye’nin bu açıdan artık bir Orta Doğu ülkesi olmadığını söylemek mümkün sanırım.
Bir İspanyol iş insanı bana bir süre önce galiba Barselona’da, “Bir Türk yarın şurada şu saatte buluşalım derse, o saatte orada olacağından emin olabilirsin. Ama bölgedeki diğer iş insanları için aynısını söyleyemem, Yarın şu saatte şurada olalım deyince, bir saat gecikebilirler, yarım gün sonra gelebilirler ya da hatta hiç gelmeyebilirler.” diye de eklemişti.
Olmazsa, bir daha, bir daha yeniden deneyeceğimizi, bizimle iş yapan herkes bilir
Ben bu pozitif algının, önümüzdeki istikrar arayışı süresinde, Türkiye için son derece faydalı bir başlangıç noktası olduğu kanaatindeyim doğrusu. Seçimden geçime odaklanmaya karar verdiğimizde işi, bir Japon kadar olmasa bile son derece ciddiye alacağımızı, ilk seferinde olmazsa bir daha, bir daha mutlaka yeniden deneyeceğimizi ve başarıya odaklanacağımızı, Türklerle iş yapan herkes bilir. Hem de iyi bilirler. Yazın bir kenara.
Bu köşe yazısı 10.06.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024