TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Sanırım artık konu net bir biçimde zihinlerimize kazındı ki, geçenlerde biri bana tam da bunu sordu. Öyle pat diye “Niye biz borçla büyüyoruz?” dedi. Doğrudur. Türkiye, yabancılardan borç aldığı zaman büyüyen, yabancılardan borç alamadığında dara düşen bir ülke. Peki, neden? Yapısal bir durumdan kaynaklanıyor vaziyetimiz. Yeterince tasarruf etmezseniz, yabancının tasarrufuna muhtaç olursunuz.
Yeterince tasarruf etmeyen, yabancının tasarrufuna muhtaç olur
Türkiye ekonomisinin başlangıçtan beri hiç değişmeyen, belirleyici temel özelliklerinden biri ödemeler dengesi bilançosuna bakıldığında, sürekli cari işlemler açığı veriyor olmasıdır. Nedir? Türkiye tasarruf açığı veren bir ülkedir. Yeterince tasarruf etmeyen, yabancının tasarrufuna muhtaç olur. Niye biz borçla büyüyoruz? Çünkü yeterince tasarruf etmiyoruz.
Türkiye, bu işe çözüm olsun, Türkler daha çok tasarruf etsin, cari işlemler açığı kapansın diye Bireysel Emeklilik Sistemi’ni (BES) tasarladı. Gözüme ilk günden beri, Nasrettin Hoca’nın “Şimdi buradan koyunlar geçecek. Geçerken bu dikenli tele sürtünecekler. Sürtündükçe yünleri bu tele takılacak. Takıldıkça biz o yünü toplayacağız. Topladıkça onu eğirip iplik yapacağız. Sonra o ipliği satıp para kazanacağız.” diye koyun sürüsünün geçtiği yola dikenli tel dikmesi hikâyesi gelir. “BES sistemi olacak. Türkler harıl harıl tasarruf edecek. Tasarruf açığı kapanacak. Türkiye artık cari işlemler fazlası vermeyecek. Türkiye ekonomisi istikrar kazanacak. Yabancıya bağımlılık bitecek.” Uzun iş bana sorarsanız. Cari işlemler açığını düşürerek yabancıya bağımlılığı azaltmak isteyen kabine ne yapar? Öncelikle kendi bütçesine bakar ve kamu tasarruflarını artırır. Kalanı boş laftır.
2000’li yıllarda tasarruf açığımız üç kat arttı
İsterseniz şimdi aşağıdaki grafiğe bir bakın (Grafik_1). Buna göre, Türkiye’nin 1975-1998 arasında cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 1,7 civarındadır. Nedir? Tasarruf açığımız milli gelirin yüzde 2’sinden azdır uzun dönemli olarak bakarsanız. Ama hep vardır. Bizim memleket bir tek kriz dönemlerinde cari işlemler fazlası verir. Kriz dönemlerinde bekleriz. 2003-2017 arasında ise cari işlemler açığımız yıllık ortalama yüzde 4,9’a yükselmiştir. Nedir? Tasarruf açığımızın milli gelire oranı 2003-2017 arasında neredeyse yüzde 5 olmuştur.
İlk soru şöyle olmalıdır? Türkiye, yüzde 2’nin altında tasarruf açığına sahip bir ülke iken, nasıl olmuş da yüzde 5’e yakın açık veren bir ülke haline gelmiştir? Büyümek için artık daha fazla borçlanmak gerekmiştir. Arada ortalama büyüme oranı belirgin bir biçimde yükselmediği halde, yabancı tasarruflara olan bağımlılık azalmamış artmıştır.
Yabancılar neden Arjantin bankalarına değil de Türk bankalarına yöneldiler?
Büyümek için yabancıların tasarrufuna muhtaç olmak, ille de büyüyebilmek için yeterli değildir. Büyüyebilmek için yabancının tasarrufunu kendi ülkenize getirebilmeniz gerekir. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye, tasarruf açığını rahatlıkla karşıladı. Sovyetler Birliği’ne komşuyduk. Arsa değerimiz müthişti. Yabancının tasarrufunu kendi ülkemize getirmek kolaydı. O yıllarda uluslararası fon akımları henüz devletten devlete krediler biçimindeydi. Uluslararası fon akımlarının piyasaya dayalı olarak gerçekleşmesi 1970’lerden sonra ortaya çıkmaya başladı. Türkiye 1980’de uluslararası fon akımlarının niteliğindeki değişime ayak uydurabilmek için finansal serbestleşmeye gitti. Not edeyim: Türkiye finansal liberalizasyona giden ilk ülkelerden biriydi. Neden? yabancının tasarrufu değişen koşullarda buraya rahatça gelebilsin, kolaylıkla olsun diye.
Şimdi isterseniz cari işlemler açığı veren iki ülkede, Arjantin ve Türkiye’de, banka bilançolarında yabancılara olan borçlar nasıl seyretmiş bir de ona bakalım. Grafik 2, tam da bunu gösteriyor. Ne olmuş? 2000’li yıllarda Arjantin bankaları, yabancıların tasarrufunu Arjantin’e getirememiş ama Türk bankaları yabancının tasarrufunu bol bulamaç Türkiye’ye taşımış.
Türk bankalarının yabancılara olan borçları 2000’li yıllar boyunca ciddi biçimde artmış. 2004 yılında Türk ve Arjantin bankalarının yabancı para kredilerinin milli gelire oranı yüzde 5’lerdeyken, bu oran 2016’da Türk bankalarında milli gelirin neredeyse yüzde 25’ine kadar yükselmiş, Arjantin’de ise sıfıra doğru gerilemiş. Her iki ülke de -aynı uluslararası koşullarda- cari işlemler açığı veriyor. Fakat birinin bankaları dışarıdan borçlanıyor, diğerininkiler borçlanamıyor. Neden?
2001’de Arjantin yabancılara olan borçlarını geri ödeyemedi, piyasaların dışına atıldı. 2001’de Türkiye krize rağmen, Kemal Derviş programı ile, yabancılara borçlarını ödedi, piyasaların dışına atılmadı. Artık nasıl isterseniz, nimet görünümlü külfet ya da külfet görünümlü nimet. Türkiye 2001’de bankacılık krizini bir fırsata çevirip bu süreçte bankalarını yeniden yapılandırınca, içeriye fon girişleri hızlandı. Kişi başına gelir 3 bin dolardan 10 bin dolara doğru fırladı. Sonra oraya takıldı.
AB süreci olmasa, bu kadar borç birikmezdi
2000’li yıllarda Türkiye’ye bu kadar çok borç para verilmesinin ilk nedeni 2001’deki bankacılık reformu ile bankalarımızın güçlenmesi ise, ikinci neden, Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinin başlaması ve Türkiye’nin aday ülke konumuna gelmesidir. Daha önce Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in hatta yenilerde aday Balkan ülkelerinin ve dahi Moldova’nın başına gelen, Türkiye’nin de başına geldi doğrusu. Türklerin borç kısıtı, AB’ye adaylık ihtimali nedeniyle gevşedi. Kişi başına daha fazla borç alabilir ülke muamelesi görmeye başladık. AB üyelik sürecinde hep olan, bir daha oldu.
Sonra gelişmiş ülkelerde ekonomik kriz başladı 2007’de. O günden beri, merkezdeki merkez bankaları parasal genişlemeye gitti. Merkezde getiri oranları düşünce, bizim gibi ülkelere akın yalnızca devam etti. Arjantin gibi güvenilmez olanlara değil, Türkiye gibi güvenilir olanlara ama. Sonra geldik bugüne. Bilanço daralması dönemine yüksek borçla yakalandık. Neden? Türk hükümetleri makro yönetimi beceremediği için elbette. Hadi haksızlık da yapmayayım: Büyümek için yabancının tasarrufuna muhtaç olan, yabancının zaman zaman paniğe kapılmasının sonuçlarına da katlanmak zorundadır. Büyümek için yabancıya muhtaç olanın son derece şeffaf olmaktan başka bir çaresi yoktur. ama yine de, Türkiye’nin ekonomi yönetimi daha becerikli olsaydı, bu daralma dönemine bu kadar açıkta yakalanmazdık doğrusu demeden de geçmeyeyim. Şimdi hala başımıza geleni derinden idrak etme dönemindeyiz hala. Seçim bitsin tedbirlere geçeceğiz.
“Niye borçla büyüyoruz?” sorusuna cevap verirken bir noktayı açıklamakta doğrusu hep zorluk çekiyorum. Türkler hem yabancılara hiç güvenmiyorlar hem de yabancılara muhtaç olmaktan hiç rahatsız olmuyorlar. Yabancıların kendisine sürekli komplo kurduğunu düşünen bir milletin, yabancı tasarruflara olan bu bağımlılığı azaltacak ekonomi politikaları talep etmesi gerekmez mi? Ben öyle bir eğilim görmüyorum doğrusu. Böyle bir seçim kampanyası talebi de yok nitekim. Hem pastayı yiyip bitireyim hem de pastam olsun. Oh ne ala, Mualla.
Bu köşe yazısı 18.03.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024