TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünlerde herkesin aklı aynı yerde. Hep aynı soru ile karşılaşıyorum: “Mart’tan sonra ne olur?”. Benim anladığım, kimse seçim sonuçları ile filan ilgilenmiyor. Herkesin aklı ekonomide.
Mart’tan sonra ne olur?
Aslında herkes “Mart’tan sonra Türkiye ekonomisi hızlı toparlanabilir mi?” diye merak ediyor. Mart’tan sonra, toparlanma hızlı mı olur yoksa yavaş mı? Türkiye ekonomisi, hakikaten 2019 yılı ikinci çeyreğinden itibaren bir toparlanma sürecine girer mi? Yoksa önümüzde yıllara sari bir durgunluk dönemi olur mu? Hepsi önemli.
Hepsinin cevabını bilmiyorum ama konunun başlıktaki soruyla yakın ilgisini ayan beyan görüyorum: Küresel kriz sonrasında, ABD ekonomisi çabuk toparlanırken, AB’de iş neden bu kadar uzadı? İşte fark orada gibi geliyor bana. Gelin bugün size gördüğüm farkı anlatayım.
Bu süreçte neler öğrendik?
Soruyu cevaplamaya başlamadan önce müsaadenizle üç tespit yapayım. Öncelikle rakamlar ortada. Aralık 2016’dan Aralık 2017’ye Türkiye’de kayıtlı istihdam 1,6 milyon artmıştı. Aralık 2017’den Aralık 2018’e, bırakın artmayı, yaklaşık 300 bin azaldı. Üstelik bu daha işin başı. Aynı eğilim Ocak ve Şubatta güçlenerek devam edecek, normal şartlar altında. Bu arada, iç piyasa süratle daraldı. Üretim düştükçe, ithalat talebi de azaldı. Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile dış ticaretinde ilk kez fazla verdi. Bu ilk nokta.
Ben, 2018’den 2019’a olup bitenlerden gerekli derslerin artık çıkartıldığını düşünüyorum doğrusu. Bu açıdan iyimserim. 2018 yılının başından ortasına, “faiz oranlarını yükseltmektense, döviz kurunu serbest bırakmak daha evladır” diyen güçlü bir lobi vardı. Kur serbest kaldı. Sonuçta hem kur, hem faiz, hem de fiyatlar genel düzeyi külliyetli bir miktarda yükseldi.
Daha az kişinin hissedeceği bir problemin geniş kitlelerce hissedilmesi için gerekeni böylece yapmış olduk. Ayşe Teyze, ortada bir problem olduğunu 2018’de bu kadar çok hissetmeyebilirdi. Hissettirdik. Memleket, 1950’lerde rahmetli Menderes döneminde terk edilmeye başlanan tanzim satış işlerine bile geri döndü. İnatla denedik ve hadisenin tasavvur edildiği gibi olmadığını yaşayarak gördük. Kazanım kazanımdır. Bundan sonrası üzerine düşünürken, bu ikinci tespitim.
Üçüncü tespiti, geçenlerde bir dostum pek güzel anlatıyordu. “Arabanın lastiği patladığında, ilk yapılması gereken, arabayı sağa çekip, patlayan lastiği değiştirmektir. Stepneyle lastiği değiştirir, ilk benzinlikte patlayan lastiği tamir ettirirsiniz. İş biter”
“Yok, böyle yapmaz, yola bir süre devam edip, durmak ve lastiği değiştirmek için ilk benzinliği beklerseniz, sonunda patlayan lastik, bir de üstüne parçalanır. İlk benzinlikte parçalanan lastiği stepneyle değiştirirsiniz. Ama artık yeni bir lastik almanız gerekir.”
“Ben şimdi buralarda hiç durmayayım, gideceğim yere kadar gideyim, hem zaten yağmur da yağıyor, belim de ağrıyor filan derseniz, yol boyunca yalnızca patlayan lastik parçalanmaz, jantta eğilir, arabanın boyası bile bozulur. Ne olur? Patlayan lastiği değiştirmenin maliyeti iyice artar.”
Özetle, esas meseleye odaklanmayı geciktirdikçe, toparlanma için atılması gereken adımların maliyeti artar. Pansuman tedavisine odaklandığınızda, problemin kendisi asla ortadan kalkmaz. Pansuman tedavisinden kasıt, işin esasına müteallik olmayan, yalnızca ortadaki problemin neden olduğu acıyı hafifletmeyi amaçlayan tedbirlere odaklanmaktır. Son dönemde alınan tedbirlerin hiçbiri işin esasına yönelik değildir. Kimse işin ununda değildir, ünündedir.
ABD ekonomisi çabuk canlanırken, AB’de iş neden uzadı?
Nedir işin esası? Türkiye ekonomisinin, 2009-2012 arasında Avrupa’nın çevre ekonomilerinde olduğu gibi “şeytani döngü (diabolic loop)”ye girmesini önlemektir. Doğrusu ben hadiseyi öyle şeytanla filan ilişkilendirmeyi sevmiyorum ama böyle diyorlar. Halbuki ben aynı durumu “Delik kova su tutmaz döngüsü” olarak adlandırmayı tercih ediyorum. Gelin şimdi olmuş bitmiş işleri bırakıp, ileriye doğru hızlıca bir bakalım.
Doğrusu ya ben “Mart’tan sonra ne olur?” sorusuna bugünlerde bir başka soru ile cevap verme eğilimindeyim. “Sizce, küresel kriz sonrasında, Amerikan ekonomisi hızla toparlanırken, AB ekonomilerinde toparlanma süreci neden bu kadar uzun sürdü?” diye soruyorum. Öyle ya, AB ekonomileri 2017 yılının ikinci yarısında, küresel iktisadi krizin neredeyse onuncu yılında ilk canlanma belirtilerini göstermeye başladı. Halbuki Amerikan ekonomisi 2009 yılında, krizin ikinci yılında, toparlanmaya başlamıştı bile. Neden?
Elbette bu iki ekonominin teknik karşılaştırmasında bir dizi hususun altını çizmek mümkün. Ama ben bugün öyle yapmayayım. Temel farka işaret edeyim yalnızca. Banka bilançolarında birikmiş bir borç probleminiz varsa, öncelikle kamunun bu problemi nasıl çözeceğine ilişkin bir mekanizmayı ortaya koyması ve işletmesi gerekiyor. Amerikalılar da aynen öyle yaptı. Avrupalılar ise yapamadı. Sonuç ortada.
Amerikalılar küresel krizde işin çözümüne “Problemli Varlıkları Kurtarma Programı” (Troubled Assets Relief Program-TARP) demişti. TARP, fazla borçlanan şirketleri devlet eliyle, yani kamu parası kullanarak kurtarma operasyonuydu. Operasyon için gereken yasa Kongre’den 2008’de çıktı. 2009’da işler yoluna girmeye başlamıştı. Kamu eliyle dediysem, işleyen mekanizmayı profesyoneller yönetti, hadise acemi nalbanta bırakılamayacak kadar ciddi.
Halbuki Avrupalılar kendi borç sorunlarını temizlemek için benzer bir adım atamadılar. Neden atamadılar? Elbette AB’nin kurumsal altyapısında böyle bir sorunun nasıl çözüleceği belli olmadığı için. Ne oldu? Amerikalılar bilanço temizliğini krizin başında hızlı bir biçimde hallettiler. Bu nedenle Amerikan ekonomisi 2009 yılından başlayarak süratle toparlanmaya başladı. AB ekonomileri ise 2017 yılının ikinci yarısına kadar patinaja devam etti. Halen ABD’nin büyüme ivmesi, AB’ninkinden çok daha güçlü duruyor.
Türkiye için not edeyim akılda kalsın: Türkiye, ABD ve AB’nin aynadaki yansıması filan değil, elbette farklılıkları var. Ancak esas mesele aynı. Türkiye, şirket ve banka bilançolarında biriktirdiği yabancı para cinsinden aşırı borç sorununu, temizlemeye daha hala başlamadı. Daha ne yapmayı düşündüğümüzü bile tam olarak bilmiyoruz. Mart sonrasında ne olacağı, bu konuda ne kadar zihin açıklığına sahip olduğumuza bağlı bana sorarsanız.
Barry Eichengreen ve arkadaşlarının Şubat 2019’da Federal Reserve Bank of Kansas’ta yayımladıkları çalışma “EMS aynasında Euro krizi: Gemi direğine bağlanmak Odysseus’u sirenlerden korurken deniz canavarı Charybdis’e götürdü” (The Euro Crisis in the Mirror of the EMS: How Tying Odysseus to the Mast Avoided the Sirens but Led Him to Charybdis) başlığını taşıyor. Çalışma, George Soros’u bir spekülatör olarak meşhur eden, AB ekonomileri açısından 1992 ERM krizi ile küresel kriz dönemini karşılaştırıyor. ERM krizinden hızlı çıkan AB aynı performansı şimdi gösteremedi. O gün Euro yoktu, şimdi var. O gün, AB bankalarının kredi/mevduat oranı 1’in altındaydı, şimdi 1,4. ERM sırasında bankalar konusunda güvenilir bir duruş vardı, bu sefer olamadı. Falan filan.
Sonuç aynı: Banka bilançolarını dibe çeken yükü nasıl hafifleteceğinizi ortaya koyup bankaları yeniden sermayelendirmeden büyümedeki, vergi gelirlerindeki ve borçlanma koşullarındaki aşınmayı engellemek mümkün olmuyor. Nedir? Bilançolarda taşınan yük hafifletilmezse, ekonomi, şeytani döngüden bir türlü çıkartılamıyor.
Nedir o şeytani döngü?
AB’nin çevre ekonomilerinde banka bilançolarındaki kredi riski ile artan kamu borcu riski arasındaki birbirini besleyen ve ekonomiyi giderek dibe çeken döngüye, konu ile ilgili literatürde “şeytani döngü” deniyor. Kavram özellikle 2009-2012 Avrupa kamu borcu ve bankacılık krizi çerçevesinde kullanılmaya başlandı.
İrlanda, Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz’deki gelişmeler bu çerçevede ele alınmaya başlandı. Kamunun borçlarını geriye ödemekte zorlanacağına ilişkin bekleyişler, banka bilançolarındaki kamu menkul kıymetlerinin değerini azalttı. Banka bilançolarında kamu menkul kıymetlerinin ya da şirket kredilerinin değeri azaldıkça, bankaları yüzdürmek ve banka bilançolarını rahatlatmak için yapılması gereken operasyonun maliyeti arttı. Gerekli operasyonun maliyeti arttıkça, finansal istikrar riskini azaltmak için operasyona kamu katkısını artırma gereği ortaya çıktı. Kamu katkısı tutarı yükseldikçe, kamunun mali krizine ilişkin bekleyişler daha da güçlendi. Arada büyüme yavaşladı, vergi gelirleri azaldı, işsizlik arttı. Ne oldu? Hadiseye zamanında etkin müdahale yapılmadığı için, bilançolardaki sorun giderek ağırlaştı. Operasyon maliyeti arttı. İsteyenler şekil 1’e bakabilirler. Delik kova su tutmaz dediğim bu işte. İstediğiniz kadar likiditeyi artırın, faiz oranını düşürün, değeri düşük varlıkları bilançosunda taşımaya çalışan bankanın eli ayağına dolaşır. Hep böyle olmuştur.
“Peki, Mart’tan sonra ne olur?” diyenlere ben, bu çerçevede, AB gibi yapmamak lazım, ABD gibi yapmak lazım diyorum ben. İlki 10 yıllık bir durgunluktan sonra yeni yeni zayıf bir toparlanma süreci içine girdi. İkincisi ise V-şeklinde bir toparlanma sürecinin mümkün olduğunu gösterdi.
Nedir? Vakıa ile kavga olmaz. Kredi stoku yeniden büyüyemezse, Türkiye ekonomisi büyümez. Kredi stoku ise öncelikle küçülmeden yeniden büyümeye başlayamaz. Türkiye’nin önceliği, ülkenin istihdam kapasitesini muhafaza etmek olmalıdır.
Bu köşe yazısı 04.03.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024