TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Rahmetli Güngör Uras şimdi aramızda olsaydı, Ayşe teyze ve Ali Rıza amca bundan sonra ne yapsın diye bir yazı yazardı mutlaka. O, ekonomi yazarlığının duayeneydi. Nabzı en iyi o tutardı. Mesela beni arayıp Türk piyasalarında artan Çin tüketim mallarına dikkatimi ilk o çekmişti yıllar önce. “Bunları rakamlandırıp bir yazsan” demişti. Önce onu rahmetle bir daha anayım ve bugünlük geleneği devralarak, konuya döneyim: Şimdi Ayşe teyze bundan sonra ne yapsın?
Açık ki, bir türlü bitmek bilmeyen bu kur intibakı süreci hepimizin her konuda günlük kararlarını giderek daha çok doğrudan etkiliyor, etkileyecek. Çocuğu evlendirmekten, eve yeni bir beyaz eşya almaya, tatile çıkmaktan yeni arabaya, yeni eve her konuda bekle gör havasını yoğunlaştırıyor bu belirsizlik ortamı. Fırsat kollamayı gerektiriyor. Hele hele yeni bir işe, yeni bir yatırıma filan girişecekseniz işiniz daha da zor doğrusu. Hepimiz aynı hızla bu yeni belirsizlik ortamına intibak edemeyebiliriz ama zamanla başta yöneticilerimiz, hepimiz hakikati kabul edeceğiz. Vakıa ile kavga olmaz.
Ayşe teyze, tecrübeli bir cumhuriyet yurttaşı olarak, parmak çocuk sorusu sormaz
Öncelikle Ayşe teyze ve Ali Rıza amcanın Türkiye’nin kur ile imtihanından haberdar, yüksek enflasyonun ne olduğunu bilen tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olduğunu unutmayalım. Onlar bu ortama, gençlerden daha kolay intibak edebilirler. Yüksek belirsizlik ortamının ne demek olduğunu bilirler. Bildikleri için de bugünkü gençler gibi manasız sorular sormazlar. Malum onlar yaklaşık 20 yıldır göreli bir istikrar ortamında büyüdüler. Şimdi intibak etmeleri zor. Güngör Bey ne derdi bilmem ama ben, Ayşe teyzenin bu ortamda ne yapılması gerektiğini zaten bildiği kanaatindeyim doğrusu.
Geçen gün şöyle bir soru gördüm mesela internette: “Her şeyin fiyatının artmasını anlıyorum da…” diyordu twiti atan, “…yeşil mercimeğe ne oluyor, onu anlamıyorum.” Hâlbuki Ayşe teyze ve Ali Rıza amca, 1980 öncesini ve 1990 sonrasını yaşamış tecrübeli yurttaşlar olarak, yeşil mercimeği üretmek ve piyasaya ulaştırmak için mazot ve benzin giderlerini ödemek gerektiğini bilirler. Ne bileyim, mercimeği taşımak için kullanılan çuvalların yapıldığı naylon ve diğer materyalin, çuvalın ağzını bağladığın ipin fiyatının hep kur ile birlikte nasıl yukarı gittiğinden haberdardırlar. Öyle gençler gibi parmak çocuk sorusu sormazlar.
Her kur intibakından sonra, yeşil mercimek de pahalılanır, sofradaki ekmek de. Pahalılık artar. Lira ne kadar pul olursa, yeşil mercimek almak için daha fazla lira ödemek gerekir. Nedir? Dolar fırladıkça fiyatlar da fırlar. Ne olur? Ailenin kısıtlı gelir akımı ile alım gücü, artan enflasyonla birlikte mutlaka zayıflar. 100 lira ile aldığınız benzin eskiden bir hafta yeterken, giderek bir günde bitiverir. Ayşe teyze, tecrübeli bir cumhuriyet yurttaşı olarak bakın bunu bilir.
Benim memleketimin tüketicileri ne yapmaları gerektiğini bilirler
Sonra Ayşe teyze ve Ali Rıza amca, para pul olurken ailenin alım gücünü korumanın yollarını da bilirler. Hatta Türkiye gibi yarın ne olacağı belli olmayan bir ülkede yaşadıkları için, paralarını yönetmede uzmanlardan daha bir uzmandırlar sonuçta. 1980’lerden beri döviz tevdiat hesapları sayesinde ailenin gelirinin alım gücünü korumanın bir yolunun, döviz almak olduğunu bilirler mesela. Altının değeri pek oynar ama bu tür kur intibakı dönemlerinde dolar hiç yanıltmaz. Belirsizlik dönemlerinde, lira dolar karşısında yaprak gibi titrerken, memlekette döviz tevdiat hesaplarının banka bilançolarındaki payı aksi takdirde neden hep artar? 2001 krizi sırasında döviz tevdiat hesaplarının banka pasifi içindeki payı yüzde 50’lerdeydi. Sonra 2002 sonrası gelen istikrarla yüzde 30’lara doğru geriledi. Şimdi yeniden yüzde 50’lere yaklaştı. Türk tüketicisi her zaman ne yapacağını bilir. Turgut Bey sayesinde belirsizlik ortamına intibak edecek araç yelpazesi de genişlemiştir.
Tecrübeli cumhuriyet yurttaşları, nakitte kalmaları gereken zamanı bilirler
Tecrübeli cumhuriyet yurttaşları, döviz almak söz konusu olduğunda bankaya yatırdıkları doların üç kuruşluk getirisinden ne kadar vergi alındığının pek önemli olmadığını da bilirler. Onlar için önemli olan ana paranın değerini korumaktır. Elindeki alım gücünü, yarına değerini azaltmadan aktarmaktır. Ötesi var mı? Yıl başından beri doların lira karşısındaki değeri yüzde 70 civarında arttı. Nedir? Türk lirası cinsinden anapara zaten yüzde 70 büyüdü. Bu arada, dolar cinsinden anaparanın getirdiği faiz gelirinden alınan vergi artsa ne olur? Keyfe keder. Ehem ile mühimi ayırt etmek dediğim işte tam da buydu.
Peki, dolar tutarak servetlerini Türk lirası cinsinden büyütmek, Ayşe teyze ve Ali Rıza amcayı daha büyük yatırımlara, ev almaya filan sevk eder mi? Genel olarak hayır ama bir büyük fırsat çıkarsa başka... Birincisi, tecrübeli yurttaşlar olarak, Türk lirası cinsinden fiyatların zaten intibak edeceğini bilirler. İkincisi, lira cinsinden fiyatların intibakının simetrik olmayacağını, bütün fiyatların aynı anda artmayacağını da pek iyi bilirler. Üçüncüsü, bu tür belirsizlik dönemlerinde nakitte kalıp fırsat kollamanın faydalı sonuçlar verebileceğini de çok iyi bilirler. Nedir fırsat? Ev fiyatlarının lira cinsinden nominal olarak gerilemesidir. Bakın o, herkesin dikkatini çeker.
Ayşe teyze bekliyorsa fabrikatör Niyazi bey, kendisinin de beklemesi gerektiğini bilir
Tüketicilerin nakitte kalmaya karar vermesi demek, firmaların da bir sonraki dönem üretimini kısmaya yönelmeleri demektir. Neden? Hep fiyatlar yerine oturmadığından ve kur intibakı bir türlü sona ermediğinden elbette. Ben 1990’larda firmalarımızın bilançolarının aktifinde kamu menkul kıymeti portföyü taşıdıkları dönemi hatırlıyorum. Nedir? “Ben önümüzdeki bir kaç ayda üretim girdilerini bir araya getirip üretim yapmayı düşünmüyorum, elimdeki işletme sermayesini devlete borç veriyorum.” demektir bu. O gün devlete idi. Şimdi bakalım nereye? Önemli olan nedir? Ekonominin genel gidişatı hakkında olumsuz düşünenlerin sayısının artmasıdır.
Ayşe teyzenin moralini bir an önce düzeltmek gerekir
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) İktisadi Yönelim İstatistikleri ve Reel Sektör Güven Endeksi Ağustos 2018 Bülteni, geçenlerde açıklandı. Banka, bu çalışmayla Ayşe teyzenin moralinin bozulmasının reel sektörü nasıl etkilediğini pek güzel anlatıyor doğrusu. Gelin devletimizin kurumlarının resmi rakamları, geleceğimizi nasıl gösteriyor anlatayım.
Reel sektör güven endeksi hesaplanırken sorulan “Sektörünüzdeki iş ortamının gidişatının olumlu mu, olumsuz mu olacağını düşünüyorsunuz?” sorusuna, Ağustos ayı itibariyle olumsuz diyenler yüzde 38’e ulaşıyor. Endeks, yılbaşından beri negatif alanda aşağıya doğru ivmelenerek yoluna devam ediyor. Doğrusu ben buna dikkat derim.
Reel kesim güveni bu hızla aşağıya giderse ne olur? Şirketler eğer varsa işletme sermayelerinin artan bir bölümünü finansal piyasalarda değerlendirirler. Borçlarını öderler ama pek üretim yapmazlar. Üretimi kısma planları giderek yaygınlaşırsa ne olur? İthalat talebi azalır. Bakarsanız ithalatımız zaten azalıyor. Sonra iç piyasadan tedarik taleplerini de azaltırlar. Girdileri azaltan, onları bir araya getirecek işçilerin sayısını da azaltmayı planlamaya başlar elbette. Bayram sonrası, çalışanları ile ciddi görüşmeler yapan şirket sayısı yalnızca arttı. Neden? Hep Ayşe teyze ile Ali Rıza amca yüzünden. Onlar tecrübeli cumhuriyet yurttaşları olarak beklemeyi tercih ederlerse, işte böyle zincirleme herkes bekler. Sonuçta üretim daralır. Haliyle işsizlik artar, kitleselleşir. Ayşe teyzenin torunu da işsiz kalır. Ama bu böyle devam eder. Ekonomi işte böyle işler. Ayşe teyze ile Ali Rıza amcanın morali bozulursa, herkesin morali bozulur.
Merkez bankası verileri, iç talepteki daralmanın moral bozduğunu gösteriyor
Yine TCMB iktisadi yönelim anketi Temmuz ve Ağustos’ta negatife doğru ivmelenmenin başat nedeninin iç talepte görülen daralma olduğunu gösteriyor. Yurtiçi talep son üç aydır nasıl gidiyor diye sorulduğunda moralsizlerin oranı giderek artıyor son iki aydır. Kur intibakından gelen belirsizlik Ayşe teyzenin moralini bozuyor, dediğim bu işte. Aynı eğilim ihracat taleplerinde yok. Orası toparlanıyor. Ancak oradaki toparlanma, reel kesim güvenindeki, genel gidişattaki olumsuzluğu gidermeye yetmiyor. Neden? Türkiye’de sürekli ihracat yapan firma sayısı 10 bini aşmıyor. Kalan yüzbinlerce firma istihdam yaratıyor ama ihracat yapamıyor. Türkiye’nin bir yeni ihracat hamlesine ihtiyacı var diye davul çalmamın nedeni tam da buydu. Nokta.
TCMB iktisadi yönelim istatistikleri, moralimizin giderek bozulmakta olduğuna delildir bana sorarsanız. Genel gidişat hakkında negatif eğilim, bu yılın başından beri güçlenmiştir. Sekiz ayda lira dolar karşısında ne kadar değer kaybetti? Yüzde 72. Hep böyleydi. Yine öyle. Hayatımda ikinci kez bir döviz krizini ve sonuçlarını ilk sıradan izliyorum.
Peki, bütün bu olumsuz gidişatı tersine çevirebilmek hala mümkün müdür? Evet. Kur intibakı sürecini bir an önce bitirmek gerekir. Finansal istikrarı bir an önce yeniden inşa etmek gerekir. Liranın dolar karşısındaki istikrarı, Ayşe teyze ve Ali Rıza amcanın moralini düzeltir. Onların morali düzelirse şirketlerin morali düzelir. Sonra bir bakarsınız ekonomi düzelir. Bakın daha ödenmesi gereken borçlardan bahsetmedim. Operasyonunu küçülten şirket borcunu nasıl öder? Öderse neyle üretimini artırır? Bu ikincil etkilere gelmeden bu işe bir an önce vaziyet etmek gerekir.
24 Haziran seçimlerinden beri 2 ay bir hafta geçti. Neredeyse 70 gün oldu. İlk 100 gün programı için ayrılan sürenin yüzde 70’i bitti. Daha bir türlü sadede gelemedik doğrusu. Paramız pul olmaya devam ederken, Ankara’dan yalnızca pansuman tedbirlerine ilişkin haberler geliyor. Mesela bu hafta açıklanan tedbirler. Bakın işte bu noktada sayın Necmettin Erbakan da rahmet istedi. En çok ondan duyardık, pansuman tedbiri ifadesini. Neden pansuman tedbiri dediğim açık seçik ortada zannediyorum: Ankara, devam eden kur intibakına karşı tedbir almak ve kur istikrarını yeniden sağlamak yerine kur intibakının yol açtığı hasarın acısını hafifletmeye odaklanmış görünüyor bugünlerde. Moral bozucu dediğim doğrusu tam da bu.
Halbuki Türkiye’nin ne ile karşı karşıya olduğunu bildiğini gösterecek bir tedbirler sepetine ihtiyacı var. Karşı karşıya olduğunu izale edecek güce ve cesarete sahip olduğunu göstermesi gerekiyor bugün Türkiye’nin. Burada ne gerekir? Matematik. Hamaset, çözüm getirmez.
Geçenlerde Türkiye’nin her şeye rağmen nasıl geniş bir hareket sahasına sahip olduğunu anlattığım bir dostum bana “Tamam sen böyle düşünebilirsin ama doğruyu söyle: Hakikaten neyle karşı karşıya olduğunuzun farkında mısınız?” dedi. Yöneticilerimizin ne düşündüğünü merak ediyordu. Altını çizeyim: Merak ediyorlar. Geçtim yabancı gözlemcileri. Artık kur hareketinin getirdiği belirsizlikten bezgin, Ayşe teyze ile Ali Rıza amca da merak ediyor “Hakikaten neyle karşı karşıya olduğunuzun farkında olup olmadığınızı.”.
Dilimin ucuna geleni dostuma söylemedim, size yazayım: “Emret Bakanım” (Yes, Minister) dizisinde müsteşarı canlandıran Sir Humphrey, bu gibi durumlarda, “Resmi olarak yalanlanmadan sakın hiçbir şeye inanmayın.” (Never believe anything until it’s been officially denied.) derdi. Ben halen “Neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olmadığımız yalandır.” diye bir açıklama duymadım. Durumumuz iyi yani.
Hem Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Ofisi de çalışmaya başladı. Orta Vadeli Plan hazırlama çalışması sonunda doğru yere, yuvasına geri döndü. Bakın bu da iyiye işaret doğrusu. Hayırlısı.
Bu köşe yazısı 03.09.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024