TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ticaret anlaşmalarının faydası kadar maliyetleri de var, ama çözüm ticareti kötülemekten değil kalıcı kılmak için doğru uyum politikalarını üretmekten geçiyor.
Ticaretin serbestleşmesinin ulusların yararına olduğuna inanılır. Nitekim bu düşünceyi destekleyen çok sayıda kuramsal ve ampirik çalışma mevcuttur[1]. Bu amaçla ülkeler ticari bütünleşme yolunda adımlar atıyor ve sayısız yeni ticaret anlaşmaları imzalıyor. Bunun yanı sıra DTÖ bağlamında çok taraflı ticaret anlaşmaları kurallı ticaret sisteminin gelişmesini sağlıyor. Gerek çok taraflı sistem gerek bununla uyumlu olması beklenen çok sayıda bölgesel ticaret anlaşması ile hedeflenen kaynak dağılımının rasyonel hale gelmesi, yeni iş alanları yaratılması, büyümenin artması ve dolayısıyla ulusal refah artışının maksimize edilmesidir. Diğer taraftan ülkelerin ticaret anlaşmaları yoluyla ne kadar kazanım (trade gains) elde edeceği anlaşmanın içeriği, kapsadığı düzenlemeler, serbestleşmenin ne ölçüde sağlandığı, örneğin tarife ve tarife dışı engellerin ne kadar kaldırıldığı ile ilişkilidir. Ülkeler sayısı giderek artan ticaret anlaşmalarını imzalarken genellikle bu kazanıma bakılır. Bu aslında olması gereken bir yaklaşımdır.
Ancak, aynı kuramsal ve ampirik çalışmalar ticaretin serbestleşmesinin bir başka önemli sonucuna da dikkate çekerler. Bu ticari bütünleşme ile gelen kazanımların ülke içinde bazı kesimlerin daha fazla lehine olacağı ve bazılarının ise ticaret artışı sonrası kayba uğrayacağı ile ilişkilidir. Nitekim ticaretin serbestleştirilmesi ile kaynakların dağılımı sağlanırken pareto-optimal bir durum oluşması kaçınılmazdır. Diğer bir ifade ile toplumsal refahın artışı bazı kesimlerin kaybını doğuracaktır. Güncel bir örnek vermek gerekirse, ABD’nin Michigan eyaletindeki otomotiv fabrikaları Meksika’dan gelen ithal otomobiller nedeniyle rekabette zorlanacak ve kapasite küçültüp işçi çıkarmak ya da ücretleri gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Bu durumda ticaret teorisi ticari bütünleşme sağlanırken, ticaretin serbestleşmesinden dolayı iş kaybına uğrayan kesimlerin yeni oluşan şartlara adapte olmasını (ticarete uyum sağlanması) ya da kazananların kazançlarından kaybedenlere bir pay aktarılmasını sağlayan politikaların devreye girmesini bekler.
Bu durum zorlaştırıcı nedenlerden ötürü gerçekte kolay değildir. Diğer bir ifadeyle yeni koşullara uyumun maliyeti (trade adjustment cost) sanıldığının aksine yüksek olabilir. Örneğin, ticaret şokunun etkisi kalıcı olabileceği için kamu desteğinin sağlayacağı tazminat tüm maliyeti karşılamakta yeterli olmayabilir ya da sanılanın aksine işsizliğe yol açan etken ticaretten ziyade otomasyon, teknoloji ya da başka kaynaklı olabilir. Bunun ayırt edilmesi kolay olmayabilir[2]. Bu maliyeti düşürecek uyum politikalarının üretilememesi ise kamuoyunda serbest ticaret ve ticaret anlaşmaları karşıtı kesimin giderek daha fazla rahatsızlığını ortaya koymasına yol açar. Küreselleşme ticaret bütünleşmesini gerekli kılarken, teknolojik dönüşümler kaynakların daha hızlı yeniden tahsisine (resource allocation) yol açıyor, uyum çabaları ise aynı hızda ilerleyemediği için her yeni ticaret serbestisi yeni karşıtlıkları da beraberinde getiriyor. TTIP, TPP, NAFTA ve diğer ticaret anlaşmalarına karşı giderek artan tepkiler bu uyum maliyeti ile yakından ilişkilidir. DTÖ bağlamında çok taraflı ticaret müzakereleri yoluyla teşvik edilen ticari liberalizasyon ekonomilere fayda sağlarken maliyet de getirebilir. Ancak, ticaretin genişlemesiyle artan faydanın ülke içinde dağılımı DTÖ’nün kontrolünün dışındadır[3]. Buna karşın tepkilerin DTÖ’ye yönelmesi ne ölçüde doğrudur? Bu tepkilerin varabileceği bir sonraki aşama ise siyasi karar alıcılar üzerinde yarattığı etkidir.
Karar alıcılar beklentileri politikaya tevdi etmek gayesiyle genel olarak iki farklı seçenek ile karşı karşıya geleceklerdir.
Birincisi, uyum maliyetini zamana yayarak hafifletmek amacıyla atılacak adımlardır. Ticaret anlaşmalarında öngörülen serbestleşmeyi uzun zamana yaymak, bazı sektörleri anlaşma kapsamı dışında tutmak, ticaretin yarattığı olumsuz etkileri anti-damping vb. korunma araçlarını istismar ederek bertaraf etmeye çalışmak, yerli üreticileri çoğu zaman kaynak dağılımını olumsuz etkileyen yardımlarla desteklemek, bunlar yeterli olmazsa ticaret anlaşmalarını kötüleyerek korumacılık yönlü politika uygulamalarını daha ileri götürecek adımları atmak düşünülebilir.
Ticarette korumacılık ister ulusal güvenlik, ister haksız rekabeti önlemek, ister ticaret ortaklarının pazarlarını yeterince açmadığı için misilleme yapmak amaçlarına dayanan gerekçelerle olsun, ciddi sonuçları da beraberinde getirecektir. Bu yolla belki bazı kayıplar önlenecek ancak ticari bütünleşmeden beklenilen fayda hiçbir zaman tam olarak elde edilemeyecek, büyüme, istihdam ve refah artışı yeterince sağlanamayacaktır. Ticaretin ortak hedeflere yönelik bir uluslararası işbirliği olduğu gerçeğini göz ardı edercesine ülkelerin benzer korumacı politikaları izlemesi ticaret şoklarını beraberinde getirecek, hatta bu durumun dünya ticaretinde yüksek pay sahibi başat ekonomilere sirayet etmesi halinde “ticaret savaşları” tartışması şaşırtıcı olmayacaktır. Görünüşte “ticarette uyum maliyetini” azaltmada etkili olamayan bu tür adımlar genellikle dar çıkar çevrelerinin isteklerini popülizme dayalı bir retorik altında kollamaktan ibarettir. Bu türden politika tercihlerinin temelinde ticaretin getirilerinin geniş kesimlerce paylaşılırken dar kesimlerin kaybının daha çabuk göze batmasının; ulusal çıkarların bu kayıplar üzerinden tanımlanması kolaycılığının ve dolayısıyla siyasi maliyetinin az olmasının etkisi vardır. Başkan Trump’ın tüm ticaret ortaklarını ABD’nin kayıplarından mesul tutmasında bunun payı vardır. Ancak korumacı politikaların yaratacağı iktisadi kayıp fazla olacaktır. Bu kaybın büyüklüğüne rağmen ticarete uyum maliyetinin daha kolay göze batması popülist politika anlayışının taban bulmasında ciddi bir etkendir.
Belki de Rodrik’in (2018) belirttiği gibi “elitlerin ve teknokratların hiper-küreselleşme takıntıları ülke içinde meşru ekonomik ve sosyal – iktisadi refah, mali istikrar ve sosyal katılımın sağlanması gibi- hedefleri zora sokmakta”[4]. Bu bize ticaret anlaşmalarından vazgeçme lüksü sağlar mı?
Politikacıların uyum maliyetlerine yönelik ikinci seçenek ise, bu maliyetleri azaltacak daha temel önlemlere yönelmeyi göze almaktır. Hızla dönüşen küresel ekonomik olgular karşısında rekabetçiliğin artırılmasına yönelik çabalar öncelikli olmalıdır. İş kaybı durumunda sosyal politikaların devreye girebilmesi, sağlık sigortası, geçici gelir desteği önlemlerinin sağlanması ve bu gibi sosyal güvenlik önlemleri için finansal fonların oluşturulması ticaretten kayba uğrayacak kesimlerin tazmininde öncelikli olmalıdır[5]. Üretim faktörlerinin mobilizasyonu önündeki engellerin kaldırılması da aynı derecede önemlidir. Uluslararası rekabet karşısında zorlanan ve iş kaybına uğrayan çalışanlara başka iş alanlarının yaratılabilmesi için mesleki eğitim imkânlarının artırılması, teknolojik gelişmelere uyumlu bir eğitimden geçirilmesi, emek ve sermaye mobilitesinin teşviki ilk akla gelen önlemlerdir. Ayrıca, eğer ticaretin getirisi kaynak tahsisini yaratmaksa o zaman örneğin ABD’nin kaynaklarını çelik ve alüminyuma ayırmak yerine dijital ekonominin standartları ve 5G Telekom standartları ya da yapay zeka üzerine yoğunlaşması gerekmez mi?[6]
Ne var ki, bu ikinci tür önlemler siyasi getirisi uzun vadede ortaya çıkan ve küresel ekonomik dinamikler dikkate alındığında süreklilik gerektiren politika uygulamalarıdır. Karar alıcıları açısından korumacılık politikaları ile karşılaştırıldığında daha uzun ve meşakkatli bir çabayı ve daha karmaşık bir politika sepetini gerektirir. Korumacı politikaların ise getirisi çabuktur. Dahası hiç kimse ticaretin getirilerini tam olarak kavrayamazken; işsizliğin; kapanan fabrikaların; yurt dışına giden yatırımların vebali kolayca ticaret anlaşmalarına yüklenilebilir.
Ticaret anlaşmalarının faydası kadar maliyetleri de var. Bu maliyetlerin miktar olarak değilse de algısal olarak ticaretin getirilerinin (trade gains) önüne geçtiği bir dönemdeyiz. “Ticarete uyumun” maliyeti ticaretin serbestleşmesi girişimlerini ve kurallara dayalı küresel bir ticaret sisteminin varlığını daha önceleri olmadığı kadar tehdit edecek boyutlara varmakta. Ancak ticarette korumacılığın maliyetleri düşünüldüğünde bu gidişin yaratacağı olumsuzluk bir hayli fazla olacaktır. Çözüm ise yine “ticarete uyum” politikalarını üretmekten geçiyor.
ABD, Trump, NAFTA, TTIP, TPP, CETA, Brexit, küreselleşme karşıtlığı, mali krizler, G7, G20 toplantıları vb. derken ticaret tartışmalarının bu yönü akla gelmiyor, ama sorunun ana temeli sanki buralarda yatıyor. Acaba tüm bu gelişmelerden Türkiye ne pay çıkarmalı? Yoksa biz sadece ihracat artışı tartışmasından ibaret bir ticaret politikası ile mi idare etmeye devam edelim? İhracatımızı artırmak için başlatacağımız tüm ticaret anlaşmaları bu tartışmaları Türkiye’ye de getirmez mi? Ticarete uyum politikaları konusunda ne yapıyoruz? Ticaretin faydaları bizim kaynak tahsisi, uzun vadeli dönüşüm, istihdam için değil de kısa vadeli pazara girişten ibaretse o zaman iş kolay. Belki de birincil türdeki önlemler bize yeter, karar alıcılarımız ek vergi, anti-damping soruşturmaları vb. korumacılık politikaları ile durumu idare eder ve bizi kurtarır bu ortamda! Sahi bir de Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, ABD ile serbest ticaret anlaşması yapma fikri, istihdam ve büyüme hedeflerimiz vardı.
[1] D. Irwin (2015), Free Trade Under Fire, Princeton University Press.
[2] S. Akman vd. (2018), ‘Mitigating the Adjustment Costs of International Trade’, T20 Policy Brief, https://t20argentina.org/publicacion/mitigating-the-adjustment-costs-of-international-trade/
[3] P. Lamy (2013), The Geneva Consensus: Making Trade Work For All, Cambridge University Press.
[4] D. Rodrik (2018), Straight Talk on Trade: Ideas for Sane World Economy, Princeton University Press.
[5] Örneğin AB’de ticarete uyum politikalarının desteklenmesi için Avrupa Küresel Uyum Fonu oluşturulmuştur. Bu konuda bkz. G. Claeys ve A. Sapir (2018), The European Globalisation Adjustment Fund: Easing the pain from trade?, Bruegel Policy Contribution, sayı 5, Mart 2018. http://bruegel.org/wp-content/uploads/2018/03/PC-05_2018_2303.pdf
[6] R. Foroohar, ‘Donald Trump picks the wrong trade fight’, Financial Times,3 Haziran 2018, https://www.ft.com/content/67202c40-65b2-11e8-90c2-9563a0613e56
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024
Burcu Aydın, Dr.
21/12/2024