TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Birisi doğunun diğeri de Batının önemli bir mezhep kurucusu. Türk aydını Doğunun imamını tutucu ve katı, Batının rahibini ise özgürlükçü olarak tanıyor. Peki bu iki resim gerçekten doğru mu? Gelin biraz daha yakından bakalım…
20. yüzyılın en hararetli tartışması “İslam dünyası neden geri kaldı” ve “nerede hata yaptık” meseleleriydi. Geri kalma tartışmalarının tam merkezinde de Eş’arilik yer aldı. Özellikle modern dönemde, İslam dünyasının duraklama ve geri kalmasında Eş’ariliğin mutlak Allah tasavvuru, kader ve ahlak anlayışı baş suçlu ilan edildi! Bazı akademisyen, aydın ve İlahiyatçılar Eş’ariliğin özgür düşünce, akıl ve tefekkür karşıtı olduğunu söylediler. Öyle ki, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden getirdiği -1000 bazen 2000- sayısı ile ifade edilen âlimler yoluyla Osmanlı düşüncesinin Matüridilikten saptığını ileri sürdüler. Bu konuda konuşanlar bu zamana kadar hiçbir tarihsel delil getiremediler.
Türk okuru Martin Luther’i ise Protestanlığın kurucusu olarak tanır. 31 Ekim 1517 günü Katolik Kilisesi'ne karşı 95 maddeden oluşan bir protesto bildirisini Wittenberg Şatosu Kilisesi'nin kapısına asmıştı. Böylece “Kilisenin otoritesine meydan okuyan din adamı” olarak şöhret kazandı. Wax Weber’in meşhur “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eseriyle kapitalist gelişmenin öncüsü olarak kabul edildi. Böylece bir rahip ve din adamı olarak Luther özgürlük, sanayileşme ve Batı uygarlığının kapitalist modelinin doğuşunun güçlü bir ismi olarak zihinlerimize yerleştirildi.
İmam Eş’ari hazretleri, Luther’den tam 609 yıl önce 874’te Basra’da doğdu, 936 yılında ise Bağdat’ta vefat etti. İslam medeniyetinde Eş’arilik diye bilinen kelam okulunun kurucusu olarak kabul edildi. İmam Gazzâlî hazretleri, Fahreddin Râzi gibi büyük âlimlerin takip ettiği bir ekol oldu Eş’arilik. Özellikle 13. yüzyıldan sonra Osmanlıda da oldukça etkili olmayı başardı. İslam medeniyeti Türklerle birlikte Ehli sünnet çatısını iki sütun üzerinden tahkim etti. Öyle ki, Taşköprü-zâde Ahmed Efendi bunu şöyle izah etti: Ehli Sünnet ve’l-cemaatin kelam ilmindeki reisleri iki zattır: Bunlardan birisi Hanefi diğeri Şafii’dir. Hanefi olan Ebu Mansur Matüridi, Şâfiî olanı ise Ebu’l-Hasan el Eş’ari’dir.”
20. yüzyıla geldiğimizde hem dünya hızla değişmeye başladı hem de Müslümanların zihin haritaları paramparça oldu. Gelenek artık üzerlerinde bir yük olarak görülmeye başlanıyordu. Batmakta olan bir geminin ağırlıklarından kurtulmak istemesi gibi ne varsa terk ediliyordu. Mezhepler düşüncelerimize vurulan prangalar gibi algılandığından, önce oradan başlandı. Prangalarından kurtulan “Modern Müslüman” aslında geleceği aydınlatacak el fenerlerinden olmuştu; fark edemedi.
Hadi şimdi de Yavuz Sultan Selim’in getirdiği şu Eş’ari ulema nereye gitmiş onu arayalım… Yavuz Sultan Selim (1470-1520)’den sonra gelen Taşköprü-zâde Ahmed Efendi (1494-1561)’nin Osmanlı Bilginlerini ele aldığı biyografik eserde ve II. Selim’e kadar dönemi kapsayan zeyillerinde (ekleri) Anadolu’da Eş’ari âlimler oldukça azdır. Peki nereye gitti bu gelen ulema? eş-Şakâik’un-numâniyye fi ulemâi’d-devlet-i Osmâniyye olarak bilinen bu eserde ve zeyillerinde II. Selim’e kadar Anadolu’da yaşayan ulemanın ağırlıklı Hanefi ve Matüridi olduğu açıkça yazmaktadır. Daha ilginç olan Maturidilik vurgusunun Anadolu’da artmasına yol açan bir başka husus ise Nakşibendîliğin XVI. asrın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da güç kazanmaya başlamasıdır. Diğer tarikatlarla kıyaslandığında Anadolu coğrafyasına daha geç bir tarihte intikal eden Nakşibendîlik, Maturidî-Hanefi kültür havzasında ortaya çıkmış ve uzunca bir süre de bu zeminde varlığını sürdürmüş bir tarikattır.
Ayrıca Yavuz Selim’in fethettiği Memluk devletinin eğitim sistemi içinde Ekmeleddin el-Baberti gibi birçok Hanefi ve Matüridi âlimin de bulunduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu iddia tarihen yanlış hatta safsatadır. Fakat Eş’ariliği “günah keçisi” ilan etmek için Türkiye’de oldukça fazla kullanılmıştır.
Eş’ariliğin kaderi yalnızca modernistlerin saldırısına uğramak değildir. Aynı zamanda Arap dünyasında Selefilerce de bidat kategorisinde değerlendirilip şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Kitaplarının birçoğu Türkçeye de kazandırılmış olan Nâsıruddin Elbânî’nin Eş’ariliğe yönelik saldırılarının arka planının Vehhabi Selefilik olması boşuna değildir. Görüldüğü gibi Eş’arilik hem modern hem de Selefilerin saldırısı altında kalmıştır. Selefiler tıpkı Matüridilik gibi itikadi-kelami mezheplerin dinde yeri olmadığına inanırlar. Bu yüzden de Eş’arilik karşıtıdırlar. Modernistler ise Eş’ariliğin Allah tasavvurunu ve özellikle de kader anlayışını dillerine dolarlar.
Peki şimdi sorumuz şu: “Luther’in tanrı tasavvuru ve kader anlayışı acaba Eş’arilikten farklı mıdır?” Reformizmin babası Luther sanıldığı kadar özgür düşünceyi, insanın özgürlüğünü savunan bir rahip midir? Üzülerek belirteyim ki, Türkiye’de hâlâ en sorunlu olduğumuz alan, karşılaştırmalı tarih ve metin okumalarıdır. Luther aslında Batı düşünce tarihinde özgürlüğü savunduğu için değil Kilisenin otoritesine karşı Prenslerin otoritesini savunduğu için makbul kabul edilmiştir. Luther’i meşhur yapan onun teolojisinden daha çok bu teolojinin siyasal sonuçlarıdır.
Luther üzerine yapılan son zamanlardaki araştırmalar aslında onun Tanrı’nın mutlak gücünü savunduğu ve özgür seçimi reddettiği anlaşılmıştır. Uppsala Üniversitesi Teoloji Fakültesindeki tartışmalar, Luther’in oldukça katı bir determinist olduğu ve özgür iradeyi reddettiği görüşünü pekiştirmiştir. Luther'in “De servo arbitrio”daki bazı iddialarını yeniden ele alan ilahiyatçılarda kayda değer endişeler ve şüpheler gelişti ve sonunda ciddi eleştiriler ortaya çıktı.
Luther açıkça her şeyin Tarı’nın değişmez ebedi ve sonsuz iradesine göre ilerlediğini savunuyordu. Kendimizce yapıyor göründüğümüz, kendi tercihlerimiz gibi görünen her şey Tanrı’nın mutlak iradesine göre olmaktaydı. Yalnızca Tanrı’nın istediği olur bu asla engellenemez, diyordu. Dolayısıyla aslında Luther karşımıza Eş’ari’den daha katı bir “kaderci/cebriyeci” olarak çıkmaktadır! Luther, teolojisi akıl ve düşünce konusunda da oldukça sorunludur. O aklın Tanrı’yı bilemeyeceğini savunur. Aklı şeytanın işi olarak görür ve kötüler.
Luther yalnızca irade ve kader konusunda özgürlük karşıtı değildir aynı zamanda siyasal olarak bireylerin eşit olmadığına bizi yönetenler karşısında mutlak itaat etmekle yükümlü olduğumuza inanır. Luther’in fikirlerinden etkilenen Thomas Münzer’in başını çektiği Alman köylülerinin Prensler karşısındaki isyanında oynadığı rolü hatırlamak yerinde olur. Münzer ve köylüler açıkça kendilerinin haklarının verilmesini çünkü Tanrı önünde herkesin eşit olduğunu dile getirerek Luther’den destek isterler. Luther’in köylülere verdiği cevap şudur: “İncil davasının zorla ve kan dökerek kazanılmasından yana değilim. Dünya söz ile yenildi, kilise söz ile kuruldu, o, eski hâline söz ile getirilecektir ve Deccal, onu zor kullanmadan eline geçirdiği gibi, zora başvurulmaksızın yıkılıp gidecektir.”
Nitekim Luther, Köylüler Savaşı’na karşı olarak kaleme aldığı “Barışa Çağrı” adlı risalede özet olarak: Savunduğu eşitliğin Tanrı katında olduğunu, dünyada ise insanların eşit olmadığını, köylülerin beylerine itaat etmesinin Tanrı’nın bir iradesi olduğunu savunur... 1525’te ise, savaşa tutuşan “yağmacı ve kıyıcı köylü çeteleri”ne ilişkin olarak Luther, Prenslere şu öğütte bulunur: “Kudurmuş köpekleri gebertir gibi, gizlice ve açıktan açığa, bunları parçalamak, bunları boğmak, bunları boğazlamak gerek.”
Eş’ari ise Kelam ilmiyle meşgul olmanın yararları konusunda yazdığı risalede “Sermayesi cehalet olanlara dinî konularda düşünmek ağır geldiğinden taklide yöneldiler, dinin temel ilklerini araştıranları ayıpladılar” diyerek dinde düşünmenin, tefekkürün önemine vurgu yapar. Eş’ari akıl yürütme ve nazarî düşünce ile Allah’ın bilgisine ulaşmamız gerektiğini savunur. Osmanlı âlimlerini de etkilemiş olan Eş’ari Fahreddin Razi matematik, mantık, felsefe, kelam, fıkıh ve tefsir konularında zirve olmuş büyük bir âlimdir.
Ne kadar ilginç değil mi, cebri, özgürlük karşıtı, aklı dışlayan Luther Batı dünyasının kahramanı, ilerici ve reformun çılgın rahibi olarak selamlanırken, teolojik olarak ondan daha çok akla, düşünmeye önem veren İmam Eş’ari ve Eş’arilik İslam dünyasının âdeta “günah keçisi” olmuştur. Sizce bunda bir yanlışlık yok mu?!.
Bu köşe yazısı 09.03.2018 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
15/11/2024