TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen gün, Ankara’da Panora Alışveriş Merkezi (AVM)’nden geçerken, bir eski otomobil sergisi gördüm. AVM’nin meydanına 8-10 tane eski resmi otomobili koymuşlar. Turgut Bey’in saatte 220 kilometre hız yaptığı iddia edilen BMW vardı. Sonra içinde hayatını kaybettiği 1970 model Mercedes ambulans da oradaydı. Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı sırasında kullandığı araçla, Süleyman Bey’in aracı yan yanaydı. Daha bir sürü otomobil daha vardı.
Bu sergiden aklımda iki husus kaldı doğrusu. Birincisi, araçların hepsi sergideydi ama bu araçları âlây-ı vâlâ ile kullananların hiçbiri artık aramızda değildi. Bir nevi Kral Ozymandias anı oldu benim için. Percy Byshee Shelley’in şiirini bilmem hatırladınız mı? “Eskil bir ülkeden bir yolcuya rastladım/Dedi ki; koca bir anıtın iki ayağı duruyor/Çölün tam ortasında, kumların tam üzerinde/Yarı batmış, kaşları çatık yüzüyle bir baş/Büzülmüş dudaklarıyla sanki sesleniyor/.../Anıtın kaidesinde şunlar okunuyor: “Ben Krallar Kralı Ozmandias’ım.”/Ey güçlü olan, şu yaptığım işlere bak ve titre””/O tarihi anıtın, uçsuz bucaksız çevresinde/Arasan sadece koca bir gövde ve kalıntılar/Başkaca uzanıp giden yalnızlık ve kumlar.(Erdal Ceyhan çevirisi)” Öyle işte. Hüzünlüydü kısacası. Hep manasız dünya işleri işte. İkincisi ise, bugünün otomobillerinin yarının otomobillerine nasıl hiç benzemeyeceğini düşünmeye başladım, bu eski mi eski ve gözümü acıtan araçlara bakarken. İşte bugünün konusu o sergiden çıktı doğrusu. “Sipariş teslim araçlarının sayısı özel otomobilleri ne zaman geçer?” epeydir aklımdaydı şimdiye kaldı.
Ben, Türkiye’nin Türkçe gündemini çok zavallı buluyorum doğrusu. Kendi içine kapanmış gündemimizde, bütün dünyanın, Türkiye ile uğraştığı yolunda güçlü bir yanlış kanaat var öncelikle. Bu kanaatin sahipleri, dünyanın gündemi ile Türkiye’nin gündeminin aynı olduğunu zannediyorlar bir de üstelik. Bu doğru değil. Türkiye’nin gündemi diye kafamızı şişiren gürültü dünyayı pek ilgilendirmiyor benim gördüğüm. Dünyanın gündeminde başlığa koyduğum bu soru var. Size de sormuş olayım: Sizce, şehirlerde, sipariş teslim araçlarının sayısı, özel otomobilleri ne vakit geçer? Doğrusu ya, ben de bu sorunun cevabının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Gelin bugün sizi bu manasız Türkiye gündeminden bir an için çıkartayım.
Şimdi yukarıdaki sorunun içinde bir kaç tane husus var. Hepsi de, bu yüzyılın belirleyici eğilimleri. Önce onları ayrıştıralım. Birincisi, olay kentlerde geçiyor. Bu çağın, en temel meselelerinden biri şehirleşme ve şehirlerin artan meseleleri olacak. Neden? Çünkü artık dünya nüfusunun yarıdan çoğu kentlerde yaşıyor. 1800’lerde nüfusu 1 milyona ulaşan şehir sayısı parmakla sayılacak kadar azdı. Halbuki şimdi nüfusu milyonu aşan şehir sayısı 548’i buldu.[1] Ayrıca bu güzel mavi küremizde sanayi üretiminin dörtte üçü şehirlerde yapılıyor. Hayatımız artık şehirlerde geçiyor.
İkinci meselemiz bu çağda teknolojik değişim olacak. Etrafınızdaki yalancı gündemin hiç aslı yok. Asıl olan teknolojik değişim. Teknolojik değişim, eninde sonunda hem üretim süreçlerini hem de içinde yaşadığımız kentlerin sokaklarını değiştirecek. Ama biz huzur ve güvenlik olmadan inovasyon olamayacağını yine unutmuş gibi duruyoruz. Bu ikinci nokta. Üçüncüsü, bu yüzyılda küreselleşme süreci, kentlerde yaşamı ucuzlatmaya devam edecek. E-ticaret vasıtasıyla uzaklar yakın olmaya devam ederken, Paraguay’daki işletme, akıllıysa, Ankara’da cadde üstü dükkan olacak. Ne olacak? Lojistik bağlantıların önemi daha da artacak. Küresel sipariş teslimatı en önemli iş kolu haline gelecek. Bana sorarsanız, işte bu dünyanın aslı var: Şehirleşme, küreselleşme ve teknolojik değişim.
Şimdi gelelim sorunun cevabına. Hayat nasıl değişecek? Mesela elektronik ticaret arttıkça, mağazaların niteliği değişecek. Vitrinler bilgisayar ekranına taşındıkça, sokakları yeniden düzenlemek, alışveriş merkezlerini yeniden düşünmek gerekecek. Elektronik ticaret arttıkça, kentlerdeki trafiğin niteliği değişecek. Sokaklar sipariş teslim kamyonları ile dolacak. Ne yapacağız? Yeni bir sipariş teslim aracı standardı düşüneceğiz. Eski sipariş teslim araçları, AVM’lerin kocaman depolarının, ana cadde dışındaki, girişlerine yanaşıp mal boşaltırdı. Şimdi yeni çağda teslimat doğrudan evlere yapılacak. Nedir? Sipariş teslimatı kamyonla yapılamaz artık. Evlerin tasarımını yeniden düşünmek gerekir. Sokakları yeniden düşünmek gerekir. Çok işimiz var yani.
Bizim burada böyle bir soru olmadığı için, konu ile ilgili derlenmiş istatistikler de yok elbette. Nedir? Dil, ağrıyan dişe gider. Ama size ABD’den bir örnek verebilirim. ABD’de elektronik ticaretin toplam perakende ticaret içindeki payı yüzde 7,5 civarında. Kentlerde sipariş teslim kamyonları trafiğinin oranı da şimdilik yüzde 7’lerde. Ama bu yüzde 7, cürmünden daha büyük bir sorun teşkil ediyor. Sokaklarda mal teslim ederken, ikinci sıra park bu araçlardan kaynaklanıyor. Kent içi trafiği fazlasıyla meşgul ediyorlar. Dedim ya, bu kamyonlar evlere mal teslim etmek için tasarlanmamış. İşte bu nedenle, sipariş tesliminin hangi araçlar vasıtasıyla nasıl yapılacağı şimdiden araştırmacıları yakından ilgilendiriyor. Almanya’da Aachen Üniversitesi bu tür elektrikli teslimat aracı üretimi için bir girişim grubunu bu nedenle bir araya getirdi örneğin.
Biz burada üniversitede çalışan araştırmacılarımızı, çileden çıkartıp, huzurundan ettiğimiz için, onlar geçen yüzyıldan kalma, ifade hürriyeti gibi aslında uğraşmamaları gereken işlerle meşguller. Bu nedenle, asıl işlerine bir türlü odaklanamıyorlar. Nedir? Bilim, öncelikle huzur ister. Huzur ve güvenliğin olmadığı yerde, ne bilim olur ne de inovasyon. Ama neyse ki, “çökmekte olan Batı medeniyetinde” araştırmacılar bu tür konulara odaklanma imkanı buluyorlar. Ne yapıyorlar? Önümüzdeki dönemde otomobil üretimi söz konusu olunca ağırlığı mesela elektrikli ve daha hafif sipariş teslimatı araçlarına vermenin önemli olduğunu düşünerek, bu tür araçları ve yarının şehirlerini şimdiden tahayyül etmeye çalışıyorlar. Yarının otomobili bizim bugün otomobil dediğimiz araç gibi olmayacak şimdiden söyleyeyim. Yarının hakimi olmanın yolu, düne dair gevezelik etmekten değil, bir an önce, yarını tahayyül etmekten geçiyor. Onlar biliyorlar ve yapıyorlar. Biz ne yaptığımızı bilmediğimiz için durmadan konuşuyoruz.
Şimdi soruya ilişkin tahminimi söyleyeyim, müsaadenizle. Kentlerde, sipariş teslim araçlarının sayısı, 2050’den önce özel otomobilleri geçecek bence. Özel otomobilleri parmakla gösterecek torunlarımızın çocukları. Onlar da bugün adına otomobil dediğimiz araçlara hiç benzemeyecekler. Bugün üretildiği gibi üretilmeyecekler. Bugün idare edildikleri gibi idare edilmeyecekler. Motorları bugünkü motorlara hiç benzemeyecek. Falan filan.
Peki, diyeceksiniz, Katar-Suudi Arabistan çekişmesinin bu dünyada hiç mi hükmü yoktur? Yoktur. Vilayetler arası çekişmelerin dün imparatorluk döneminde ne kadar hükmü varsa, bugün de o kadar hükmü vardır. Peki bir çekişmenin vilayetler arası, ikincil, yerel bir çekişme olduğuna nasıl hükmedeceğiz? Gayet basit: Ben, bölgemize baktığımda, 2050 yılında, varlığını hala sürdürecek beş ülke görüyorum: Türkiye, Mısır, İran, İsrail ve Rusya. Kalanlar tartışmaya açık bence. Bu çerçevede, Katar ve Suudi Arabistan çekişmesi, Katar ve Suudi Arabistan’ı ilgilendiriyor öncelikle. Turgut Bey’e atfen, anlatılan anekdotu bir daha tekrarlayayım. Bir gün, Turgut Bey’e Arap-İsrail ihtilafı konusunda ne düşündüğünü sorarlar. Şöyle dediği rivayet edilir: “Biz, vilayetler arası ihtilaflarda taraf tutmayız.” Atalarımız da tutmazdı.
Peki, Türkiye’yi ne ilgilendirir? Dün akşam gece yarısı itibariyle, Ukraynalılar artık Avrupa Birliği ülkelerine vize almadan seyahat edebilecekler. Ukrayna, bu dönemde, Rusya’ya karşı bir cephe ülkesi olmasının avantajını pek güzel kullandı. Türkiye, hem Rusya’ya hem de teröre karşı bir cephe ülkesi olmanın avantajını, bırakın, kullanamamayı, daha kavrayamadığı için hala kapıda bekliyor. Bakın bu önemlidir. Bu dönemde, bu coğrafyada daha becerikli olmak gerekir.
Ama bunlar nedir? Bunların tümü konjonktürel gelişmelerdir. ABD Başkanı Trump, Amerika’nın Paris İklim Anlaşması’ndan imzasını çekeceğini açıklayınca ne oldu? 160’tan fazla Amerikan şehri, Paris İklim Anlaşması hedeflerine bağlı kalacaklarını açıkladılar. Harita yanda. Şimdi ABD’de Kaliforniya Eyaleti öncülüğündeki bu şehirler hareketi ile hedeflerin yarısından fazlasına uyulabileceğine ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Konjonktürel olana değil, yapısal olana odaklanmakta fayda vardır. Yapısal olan nedir? Örüntü ortada: Teknolojik değişim, şehirleşme ve küreselleşme süreci sapasağlam ayaktadır. Nokta.
[1] Kaynak: https://www.citypopulation.de/world/Agglomerations.html
Bu köşe yazısı 12.06.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024