TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Biri bana geçenlerde tam da bu soruyu sordu: “Sizce” dedi, “bu işin dibi nerede?” Önce ne dediğini anlamadım. Meğer Türk lirasının dolar karşısındaki değer kaybından bahsediyormuş. Doğrusu ya, bu aralar, kendimi bir uçurumun kenarından aşağıya bakıyormuş gibi hissediyorum. 2016 Ekim’inin 11’inden 2017 Ocak’ının 11’ine Türk Lirası Amerikan doları karşısında yüzde 25’ten fazla değer kaybetti. Yandaki grafik Türk lirasının Amerikan doları karşısındaki değer kaybını gösteriyor. Giderek dikleşen bir uçurumun kenarından aşağıya bakıyoruz gibi gelmiyor mu size de? Soru meşru bir soru hakikaten. “Sizce bu işin dibi nerededir?”
Nedir mesele? Türk lirası Amerikan doları karşısında sürekli değer kaybediyor. Nasıl oluyor? İnsanlar ellerindeki Türk liralarını satıyorlar, Amerikan doları alıyorlar. Memleketimizin merkez bankası, Amerikan doları basmadığı için, içeride Amerikan doları arzı sınırlı. Dolayısıyla doların değeri hızla artıyor ve tabii eline her Türk lirası geçiren gidip Amerikan doları aldığı için de Türk lirası değer kaybediyor. Arz talep yani. Olan esasen bu.
Peki, bunu nasıl engellersiniz? Mesela memlekette Türk lirası bulmak daha zor olsa, piyasadaki likiditeyi azaltsak, o vakit, eline Türk lirası geçiren bu kadar hızlı bir biçimde gidip Amerikan doları almaya kalkmaz. Çünkü ortada yeterli türk Lirası olmaz. Ama onu istemiyoruz sanırım. En azından siyasi karar alıcılar, memlekette Türk Lirası arzının kısılmasını istemiyorlar. Neden? Etrafta Türk lirası olsun ki, insanlar onunla mal ve hizmet satın alsınlar, böylece ekonomi canlansın istiyorlar. Bu nedenle, faiz oranını düşük tutup, piyasadaki likiditeyi artırmak istiyorlar. Ama ne oluyor? Eline Türk lirası geçiren, Amerikan doları almayı tercih ediyor. Neden?
Eline Türk Lirası geçiren neden Amerikan doları almak istiyor? Birincisi, artık ortada bir örüntü var. Alım gücünü korumak için Amerikan doları alanlar haklı çıktı. Nasıl? Amerikan doları Türk lirası karşısında son üç ayda yüzde 25 civarında değer kazandı. Son iki yıla baksanız, yüzde 60’ı geçti. Bundan bir kaç ay önce böyle bir neden yoktu. Artık var.
İkincisi, bu ilk örüntü, hafızalarımızdaki bir başka örüntü ile birleşti. Biz, Türkiye’de belirsizliklerin arttığı her dönemde milletçe Amerikan dolarına yönelirdik, nitekim yine öyle yapıyoruz. Demek ki, Türkiye’deki belirsizlikleri azaltmak önem taşıyor. Halbuki şimdiki anayasa referandumu sonucu ne olursa olsun, Türkiye’deki siyasi belirsizliği azaltmayacak artıracak gibi duruyor. Sonuç “evet” de çıksa, “hayır” da çıksa ekonomi açısından sanki etki değişmiyor. Şu anda konu bir nevi “kaybet-kaybet” oyunu gibi duruyor. Piyasa aktörleri bakınca bunu böyle görüyor. Neden? Malumat yok. Olanı biteni anlatan yok.
Üçüncüsü, hükümetimizin bu dönemde ekonomi ile ilgili olarak aldığı tedbirler bana daha çok geçmişte kalmış kayıp zamanları hatırlatıyor. İç talebi canlandırmak istiyoruz. İç talebi canlandırarak, şirketler kesimine can suyu vermek istiyoruz. Şirketlerin başlarının belada olduğunu biliyoruz. Türk lirası likiditesinin o nedenle azalmamasını istiyoruz. Yardım etmek istiyoruz. Hatırlayın, biz bunu en son ne zaman yapmıştık? 2009 yılında. TEPAV’da ilk “harcama çeki” önerisini de 2008 yılının sonunda 2009 yılının başında hazırlamıştık. Dönem “kriz varsa çare de var” kampanyası dönemiydi. Nazım Hoca ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısıydı.
Peki, şimdi benzer bir sürecin içinde miyiz? Evet ve hayır. Evet, piyasada aynen o günkü gibi para dönmüyordu. Şirketler zorluk çekiyordu. O gün de öyleydi. Ama o gün harcama kampanyaları işe yaramıştı, bugün yaramayabilir. Neden?
Dünya aynı dünya değil öncelikle. Dün sistemin merkezinde parasal genişleme vardı, şimdi sistemin merkezinde parasal daralma olacak. Trump da gelse öyle olacak. Zaten Fed’in kararlılığı giderek daha fazla belirginlik kazanmaya başladı. Şimdi böyle bir ortamda cari işlemler açığını yeniden faraş gibi açmaya imkan verecek bir politika izlemek doğrusu ya bana pek de akılcı gelmiyor. Açarsanız ne olur? Kırılganlığınız artar. Şirketlerinizin işi kolaylaşmaz, zorlaşır, Türk Lirası Amerikan doları karşısında değer kaybeder. . Bu birinci nokta.
İkincisi, bölge aynı bölge değil. 2009 yılında Suriye meselesi yoktu. Şimdi Suriye meselesi hem memleketin fay hatlarında her gün enerji biriktiriyor, hem de Türkiye’yi negatif bir ortamın parçası olarak gösteriyor. Suriye meselesi, çözüm sürecini tüketti, şimdi sıra dini ve mezhepsel fay hatlarına geldi. Doğal olarak, tedirginiz.
Üçüncüsü, Türkiye aynı Türkiye değil. Öncelikle, o gün bankalarımızın yükü, bugünkü kadar ağır değildi. İntibak imkanları daha fazlaydı. Nitekim ellerinden geleni yaptılar. Bugün de yapıyorlar ancak yerleri dar. Ayrıca, o gün Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım girişi filan bugünkü gibi zorlanmaya başlamamıştı. Yabancılar temsilciliklerini Türkiye’ye taşıyorlardı. Türkiye’den kaçırmıyorlardı. Türkler, o vakit Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke olarak görüyorlardı. Şimdi görmüyorlar.
Ayrıca 2009 yılında tapu delen bir OHAL uygulaması yoktu. Biz bu memlekette, her şeyi görmüştük ama OHAL’in tapu deldiğine hiç şahit olmamıştık. Osmanlı döneminden kalma korkularımızı canlandırdığını düşünüyorum ben bu son dönem uygulamalarının. Türkiye neden kayıt dışılığın hep yüksek olduğu bir ülke oldu? Gayet basit bir sebeple, uygulamalar bize “devlete güven olmayacağını” öğretmiş olduğu için elbette. Ben bu son dönemde içimizdeki “devlete güven olmaz” geninin yeniden güçlendiğini düşünüyorum.
Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz. Şimdilerde artık yeni bir şeyler düşünmek gerekiyor. Bunun için tekerleği yeniden keşfetmeye gerek de yok. Türkiye, küresel dönüşümün ayrılmaz bir parçası olmaya karar verdiğinden beri hızla zenginleşti. 2017 yılında, Türkiye’nin öngörülebilirliğini artırmak, zenginleşme hamlesine kararlılıkla devam etmek anlamına gelir. Türkiye, 2017’yi bu çerçevede bir yeniden yapılanma ve reform yılına çevirmek zorundadır.
Türkiye, küresel dönüşümün ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini unutmuş gibi yaparsa, ne kadar eğilirseniz eğilin uçurumun kıyısından, dibini göremezsiniz. Piyasalar bir türlü sakinleşmiyorsa, mutlaka atladığınız bir tedbir vardır. Sorun piyasalarda değil, piyasanın derdini hala anlamamış olanlardadır. Benim bildiğim budur.
Bu köşe yazısı 13.01.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024