TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Her işin bir kolay, bir de zor yolu vardır. Türkiye’nin 10 bin dolar kişi başına gelirden, 25 bin dolar kişi başına gelire çıkabilmesinin de, bir kolay, bir de zor yolu var. Bunu, “Türkiye, orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülkeye mutlaka dönüşür, biz şimdi patikayı doğru seçelim” manasında söylemiyorum. Elbette herkes gibi, her ülke de, kendi cehennemini kendisi seçer. Ama hani eğer bir gün zenginleşmek istersek, bunun bir kolay bir de zor yolu var manasına diyorum. Orta gelir tuzağından kolay çıkmanın yolu, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada Avrupa Birliği’dir. Brexit kararı sonrasında, Avrupa’da, İngiltere bağlamında tartışılan “Kıta Ortaklığı Önerisi” (Continental Partnership Proposal) dahil yeni tartışmalara da Türkiye’nin daha fazla katılmasında fayda vardır. Not edeyim.
Şimdi geleyim bugünün konusuna. Bir süreden beri, size bir Türkiye-Polonya karşılaştırması yapmak istiyordum. Türkiye işin ciddiyetini anlayıp, yeterince bastırmadığı için, Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinde yedek kulübesinde beklerken, Polonya Avrupa Birliği üyesi oldu. Türkiye kişi başına milli gelirin seyrinde, bir süredir, yan yan giderken, Polonya düz yolda mesafe aldı. Polonya, 2000 sonrasında, kişi başına gelir artışında dünyadan daha iyi bir performans sergiledi. Türkiye dünyadan daha iyi bir performans ortaya koyamadı. Herkes zenginleşirken, biz fark yaratamadık. Halbuki 1990’ların başında Polonya ile bu işe çok benzer bir yerden başlamıştık. Üstelik AB’nin kurucu ülkeleri Polonyalıları da pek bağırlarına basmadı. Bakın Brexit sonucunda Polonyalı ve diğer Doğu Avrupalı göçmenler önemli bir rol oynadı. “Bu Polonyalılar bizden değil” diyen İngilizler AB’den ayrılma yönünde oy kullandı. Demek ki neymiş? Avrupa Birliği işinde mesafe almak için kimsenin seni sevmesi gerekmiyor, kartlarını doğru oynamak yetiyormuş. Geçen gün New York Üniversitesi’nden Branko Milanoviç, twitter hesabından bugün kullandığım ilk 2 grafiği şakıyınca bu yazının da zamanı geldi diye düşündüm doğrusu. Bakın Polonya kozlarını doğru oynayınca nasıl kazanmış ve Türkiye, elindeki kozları karıştırınca nasıl yaya kalmış?
Polonya’nın Avrupalılaşma süreci 1990’larda Demir Perde yıkılırken başladı. 1991’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun parçası oldu. 1993’te ticaret anlaşması imzaladı. Üyelik müzakereleri 1998’de başladı ve 2002 sonunda tamamlandı. Polonya, 2004 yılında Avrupa Birliği’nin parçası oldu.
Türkiye ise 1963 yılında Avrupa Birliği ile bir ortaklık anlaşması imzalamış sonra uzun yıllar işi unutmuştu. 1995 yılında Gümrük Birliği’ne girdi. 1999 yılında aday ülke oldu. 2005 yılında Avrupa Birliği üyelik müzakerelerine başladı. 2016 yılında Türkiye hala işi tamamlayamadı. Bir nevi yedek kulübesinde kaldı.
1990’ların başında Polonya daha duvarın öteki tarafında iken, Türkiye’nin kişi başına milli geliri Polonya’nınkinden yüzde 64 fazlaydı. 2015 yılında Türkiye’nin kişi başına geliri Polonya’nınkinin yüzde 73’üne geriledi. 2015 yılında Polonya’nın kişi başına geliri 12495 dolar, Türkiye’ninki ise 9130 dolar oldu. Nasıl oldu? Biz yedek kulübesinde kaldık. İyi pazarlık edemedik. Polonya yol aldı. İsterseniz pek sevdiğim gibi Güney Kore ile de kıyaslayayım. 1990 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri Kore’nin kişi başına milli gelirinin yüzde 42’si kadardı. Polonya ise Kore’nin yüzde 26’sı kadardı. Bugün Türkiye Kore’nin yüzde 34’ü, Polonya ise Kore’nin yüzde 46’sı kadar oldu. Kore’ye oranla biz küçüldük, Polonya büyüdü. Özet bu kadar.
Peki bu iki ülkenin performansını nasıl karşılaştırmak lazım? İşte burada grafiklere beraber bir bakalım. Önce Milanoviç’in iki grafiği var. Burada yatay eksen yılları gösteriyor. Dikey eksen ise ilgili ülkenin kişi başına milli gelirinin dünyadaki ortalama kişi başına gelire oranını gösteriyor. Böylece “o dönem zaten çok iyi bir dönemdi, herkes büyüdü” önermesini kontrol etmemizi sağlıyor. Ülke dünyaya oranla daha iyi bir performans sergiliyorsa, grafik yukarı doğru hareket ediyor. İlgili ülke, tek başına bakıldığında büyüdüğü halde, dünyaya oranla daha kötü bir performans sergiliyorsa, grafik aşağıya doğru iniyor. İlgili ülkenin sergilediği performans, dünyaya oranla göz kamaştırmıyorsa, grafik yan yan gidiyor.
Şimdi önce Polonya’nın grafiğine bir bakın derim. Ne görüyorsunuz? Polonya’nın bahtı 1990’ların başından beri pek açık duruyor. Polonya, dünya ortalaması ile kıyaslandığında, hep daha iyi bir performans sergiliyor. 2008 krizi de Polonya’yı teğet geçmiş gibi duruyor. Şimdi bir de Türkiye’nin grafiğine bakın isterseniz. Ne görüyorsunuz? Türkiye ekonomisi, 1980’lı yıllarda, 2000’li yıllara göre daha iyi bir performans göstermiş gibi duruyor. Şöyle diyeyim: 1980 ve 1990’lı yıllarda Türkiye, küresel kişi başına milli gelirden daha iyi bir performans sergilerken, 2000’li yıllarda ancak eski pozisyonunu korumayı başarabildiği için yan yan gidiyor. Bu arada, 2008 krizi Türkiye’yi yakından etkilemiş gibi duruyor. Sonuç: Polonya, Avrupa Birliği içinde yolunu dümdüz ederken, kozlarını doğru oynayamayan Türkiye, 2000’li yıllarda düz ovada yolunu şaşırmış gibi görünüyor. Hangi dönemde daha iyiyiz? Reform yaptığımız 1980li yıllarda dikkatinizi çekeyim. Bu gördüğüm ilk sonuç.
Geleyim ikincisine, Polonya yüksek teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payını 1990’lardaki yüzde 5’ten, yüzde 13 civarına yükseltiyor. Avrupa Birliği dönüşümünü tamamlamayı bir türlü beceremeyen Türkiye’de bu oran yüzde 5’leri aşamıyor. Ne oluyor? Polonya küresel değer zincirleri ile birleşiyor, Türkiye bunu yapamıyor. Polonya içinden küresel değer zinciri geçen bir ülke olmayı becerebiliyor. Reform yapan mesafe alıyor.
Buradan bir üçüncü sonuç daha çıkartmak isterim. Polonya, hukukun üstünlüğü ve kural hakimiyeti konusunda aldığı mesafe ile içinden küresel değer zinciri geçen bir ülke oluyor bana sorarsanız. Dünya Adalet Projesi (WJP)’nin Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113 ülke arasında Türkiye 99., Polonya ise 22. sırada yer alıyor. Avrupalılaşmak işte bundan zenginleşmek anlamına geliyor. Avrupalılaşmak demek, zenginleşmek herkese açık olsun ve işin bir kuralı olsun demek benim anladığım. Bana uyar doğrusu.
Ne demiştim? Her işin bir kolay bir de zor yolu vardır. Polonya, akıllılık edip, kendini kolay yola atmış. Biz hala işin zorundayız. Halbuki “kolaylaştırın, zorlaştırmayın” diyen bir gelenekten geliyoruz deriz laf düştüğünde. Ne bileyim?
Bu köşe yazısı 14.11.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.