TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde 2017 büyüme oranı konusunda Orta Vadeli Program (OVP) gibi değil, IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü raporu gibi düşündüğümü yazmıştım. Hatırlayın, “Hem OVP’de hem de IMF tahminlerinde Türkiye’nin büyüme oranı aşağıya doğru revize edildi. Bir farkla. OVP’ye göre 2017 yılı, 2016dan, daha iyi olacaktı. IMF tahminine göre ise 2017, 2016’dan, daha iyi olmayacaktı.” demiş ve sonra da neden “2017’nin daha iyi olmama ihtimalini, daha iyi olma ihtimalinden yüksek gördüğümü” anlatmıştım. Oradan OVP’yi bir bütün olarak hiç ciddiye almadığımı düşünmenizi istemem doğrusu.
Bence, OVP, Türkiye’nin büyüme meselesini son derece gerçekçi bir biçimde ortaya koyuyor. Hiç öyle “faizi indiririz, ekonomi büyür” gibi kolaycı yan yollara sapmıyor. Türkiye’nin bundan böyle toplam faktör verimliliğini artırarak büyüyebileceğini açıklıkla söylüyor. Ne demek? Düne kadar iç göç vasıtasıyla büyüyen bir ülkede artık sektör içi verimlilikleri artırmalıyız demek. Ne demek? Bir nevi, Türkiye kişi başına geliri 10 binden 25 bine çıkarmak için dünden farklı bir şeyler yapmalıdır demek. Doğrusu ortada tartışmaya değer bir çerçeve bulunuyor. Sonra geçen hafta Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Dünya Adalet Projesi (World Justice Project-WJP) 2016 yılı Hukukun Üstünlüğü endekslerini açıkladı. Ben bu endeks sonuçlarının OVP’yi ayrıca zora sokabileceğini düşündüm. Gelin anlatayım.
Bugünlerde herkesin derdi büyüme. Küresel krizden, hiçbir şey öğrenmediysek, herhalde, neyin olmadığını artık öğrenmiş olmalıyız. Siz faizi indirince ekonomi öyle hüda-i nabit gibi büyümeye başlamıyor. Siz faizi indirip, ekonomiyi likiditeye boğduğunuzda, ekonomi öyle bir bitki gibi boy atmaya, büyümeye başlamıyor. Bu işin öyle düğmesi yok: Faizi artır, ekonomi küçülsün. Faizi düşür, ekonomi büyüsün. Şunları öğrendik sanırım: Birincisi, faizi sıfırın altına da indirsen, ekonomiler büyüyemeyebiliyor. İkincisi, şirketlerin kulaklarından nakit para da fışkırsa, yatırım yapmayabiliyorlar. Belirsizlik altında nakitte kalıp, işletme sermayelerini bir sonraki üretim döngüsüne aktarıyorlar. Üçüncüsü, insanların ellerinde nakit para da olsa, tüketmeyebiliyorlar. Hadise Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’in dediğine uyuyor: “Tohumu topraktan çekip, çıkaramazsın. Ona ısı, ışık ve nem sağlayabilirsin. Kendi kendine büyümek zorundadır.” Siz uygun ekosistemi sağlıyorsunuz, o kendi kendine büyüyor. Siz çevre şartlarını bozuyorsunuz, ekonomi büyümüyor. Bir tek sulamak yetmiyor yani. Ekosistemin bütününe bakmak gerekiyor.
Bu ekosistem işi özellikle Türkiye ekonomisi için önemli. Neden? Türkiye ekonomisinde yatırımları devlet yapmıyor, özel sektör yapıyor. 2015 yılına baksanız, memleketin toplam yatırımları 350 ise, kamu yatırımı dediğiniz tutar 100 bile etmiyor. Hani kamu öyle patlıyor, çatlıyor bir sürü yatırım yapıyormuş gibi duruyor ama aslında memlekette bir yıl içinde geleceğe yönelik olarak yapılan yatırım harcamaları toplamının yüzde 20’sine ancak ulaşıyor bu tutar. Aynı durum, tüketim harcamaları için de geçerli. Aynı yatırımlar gibi, tüketimin de yüzde 80’den fazlasını özel kesim yapıyor. Başka ne var ekonomiyi büyüten? İhracat performansı. Onu da özel sektör yapıyor. Turizm gelirleri? O da özel sektöre ait. Nedir? Türkiye ekonomisinin büyümesi, aynen Wittgenstein’in dediği gibi, ancak uygun ortamın sağlanması ile olabilir. Devlet uygun şartları sağlayacak, ekonomi kendi kendine büyüyecek. Türkiye ekonomisi öyle tek düğme ile idare edilebilecek basit bir ekonomi değil. Artık hiç değil. 1980’de daha fazla öyleydi. Şimdi çok daha az öyle.
Şimdi herkes, “küresel canlanma bir tek para politikası ile, faizi indirerek, olmuyor, yapısal sorunlara yapısal çözümler üretmek gerekir” diyor. En son Washington’daki IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısının havası tam da böyle. Bana sorarsanız havayı en iyi geçen gün İngiliz Financial Times gazetesinde yazan Muhammed El Arian anlatıyordu. Yatırımcılar için risklerle dolu bir döneme giriyoruz. Nitekim aslında hükümetimizin daha geçen haftalarda yayımladığı OVP de büyüme söz konusu olduğunda, Türkiye için tam da buna benzer küresel tartışmalarla uyumlu ciddi bir şey söylüyor. Türkiye ekonomisinin bundan sonra büyümesi için her sektörde verimliliği artırmamız gerekiyor.
Peki, bunu nasıl yapacağız? Öncelikle daha seçici olacağız, doğru yatırımlara odaklanacağız, doğru teknolojileri seçerek, hızla dönüşebilecek sektörlerimizi dönüştüreceğiz. O teknolojilerin buraya transferi için yabancı yatırımları artıracağız. Daha fazla özel sektör yatırım yapılmasını sağlayacak o eko sistemi oluşturacağız. Bu elbette söylemesi kolay, yapması zor olan bir iş. İşte geçen hafta açıklanan WJP 2016 raporu tam da bu aşamada devreye giriyor. Açıktır ki, yargı sistemi ve hukukun üstünlüğü ile ilgili olarak kafaların karışık olduğu bir yere öyle kolay kolay yabancı yatırımcı gelmez, hele gelirken teknoloji hiç getirmez. Sizin memleketiniz içinden küresel değer zincir geçen memleketler arasına katılamaz. Ne demiştim? İçinden boru hattı geçen ülke olma kolaydır, coğrafyanıza bağlıdır. Allahın işi bir nevi. İçinden küresel değer zinciri geçen ülke olmak için ise hükümetinizin uygun eko sistemi inşa etmiş olması gerekir. Zordur bir nevi. Olmazsa ne olur? Türkiye için tempolu büyüme hayal olur.
Gelin bir WJP 2016’da, Türkiye yargı sistemi ve hukukun üstünlüğü açısından nerede ona bakalım. 2015 yılında Türkiye hukukun üstünlüğü endeksinde 102 ülke arasında 80’inci sıradaydı. 2016 yılında 113 ülke arasında 99’uncu sıraya geriledi. Endekse 11 ülke daha eklendi. Türkiye 19 sıra geriledi. Mevcut 102 içinde bile geriledik demek bu elbette. Rusya bile endekste 92’inci sırada yer alıyor. Brezilya 52, Güney Afrika ise 43’üncü sırada. Polonya ise 22’nci sırada, merak ediyorsanız. Avrupa Birliği’nden gelen kurumsal kredibilite etkisi işte. Türkiye, yüksek orta gelirli 37 ülke arasında 36’ıncı sırada. Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ise sonuncu sırada bulunuyor. Şimdi bu nedir? İşimiz zor demektir.
Türkiye’nin bir an önce OVP’de çizilen büyüme çerçevesinin içini dolduracak güçlü bir ekonomik reform programına ihtiyacı var. Nereden başlayalım? Öncelikle hukukun üstünlüğü konusunda ne yapacağımıza bir karar verelim. Ben geçen hafta 667 sayılı ilk OHAL kararnamesinin Meclis’ten geçmesini önemli bir ilk adım olarak görüyorum doğrusu. KHK Meclis’ten geçince, normal bir kanun haline geliyor. Ne oluyor? Yargı denetimine açılıyor. Şimdi sıra diğer bütün KHK’ların bir an önce Meclisten geçmesinde bana sorarsanız.
Tablo 1: Türkiye'nin Dünya Adalet Projesi Hukukun Üstünlüğü Endeksi sıralamaları 2014-2016
Bu köşe yazısı 24.10.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.