TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Şimdi biz bugünlerde Türkiye’de, bir nevi gaflet içindeyken, kendi kendimize, bile bile, yarattığımız bir gündemle boğuşuyoruz. Ben bunun için kendimiz dışında kimseyi suçlamamız gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca kimse bugünlerde bu nafile gündemden başını kaldırıp başka bir işe zaman ayıramıyor benim gördüğüm. Bu arada dünya ne yazık ki bizi beklemiyor. Şimdi dünyadan bir haber geçeyim: Ortada tasavvur halinde bir teknoloji devrimi yok. Yeni sanayi devrimi hemen yanı başımızda. Oluyor.
Geçenlerde bir yetkili bana “Bu hakikaten bir teknoloji devrimi midir? Yeni bir gelişme mi, yoksa abartılıyor mu?” dedi. Önce soruyu anlamadım. Sonra bizatihi bu konunun üzerinde durmanın çok önemli olduğuna karar verdim. İşte bu yazı o kararın sonucudur. Evet, dünyamız bir yeni sanayi devriminin içindedir. Bu daha önce karşılaşmadığımız sonuçları olan son derece önemli bir dönüşüm sürecidir. Bir devrimdir. İktisadi büyüme ile sürdürülebilirlik arasındaki ilişkinin niteliği artık değişmektedir. Karbon salınımlarını azaltan yeni bir iktisadi büyüme süreci içindeyiz. Büyüme artık çevre dostu oluyor. Dünyada inovasyon uçurumu hızla kapanıyor. Gelin bakın bir anlatayım.
Aslında bu hafta hem 11inci Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı, hem de IMF Ekim ayı küresel büyüme beklentilerini aşağıya doğru revize etti. Türkiye için, 2016 büyüme oranı hem OVP’de hem de IMF tahminlerinde aşağıya doğru düzeltildi haliyle. IMF’nin raporunda da belirttiği gibi, 15 Temmuz darbesi ve sonrasındaki gelişmeler, Türkiye ekonomisinde belirsizlikleri artırdı, haliyle büyüme aşağı doğru revize edildi. Ben şimdi OVP’ deki rakamlara bakınca şunu görüyorum: 1990-2007 büyüme ortalamasıyla da kıyaslasanız, 2002-2007 ortalaması ile de kıyaslasanız, Türkiye’nin 2016-2017-2018 ve 2019 da hep kendi uzun dönem büyüme ortalamasının altında kalacağı vasat bir dönemin içindeyiz gibi duruyor. İyi mi? Kötü tabii. Heyecansız bir dönemin içinde olacağız sanki. Vasatlık norm oluyor. OVP metni çıksın, ben bir okuyayım, ayrıca konuşuruz artık. Şimdi baştaki soruya döneyim ve OVP’ de neyi görmediğimi de anlatmış olayım.
Dün iktisadi büyüme demek, çevreyi kirletmeyi baştan kabul etmek demekti. Biz onun için hep Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir derdik mesela. Gelişmekte olan ülkeler için çevreye önem vermenin büyüme açısından bakıldığında bir maliyeti vardı. Bize “aman, çevreyi kirletmeyin” demek, büyüme oranınızı yavaşlatın, işsizlerinize istihdam sağlamayı düşünmeyin, milletin refah problemini unutun demekti. Çevreye önem vermek, milletin refahından feragat etmek demekti. Ne zaman? Çok değil. 1970ler böyleydi. Hatta 1980ler böyleydi. Şimdi isterseniz aşağıdaki ilk grafiğe bir bakın. Grafik, 1980 yılı için, yatay eksende kişi başına imalat sanayii katma değerinin artışını, dikey eksende ise karbon salınımlarının artışını gösteriyor. Grafiğin içindeki noktalar ise üç farklı ülke grubuna işaret ediyor. Ne oluyor? Hem yüksek gelirli ülkelerde, hem orta gelirli ülkelerde hem de düşük gelirli ülkelerde, kişi başına imalat sanayi katma değeri artışı ile karbon salınımlarındaki artış arasında güçlü bir pozitif bir ilişki görülüyor. 1980lerde büyümek için her yerde çevreyi kirletmek gerekiyor.
Sonra gelin bir ikinci grafiğe bakın isterseniz. Bu kez aynı grafiğin 2010 yılı haline bakıyoruz. Ne oluyor 2010 yılında, 1980 yılı ile kıyaslandığında? Yüksek gelirli ülkeler için kişi başına imalat sanayi katma değer artarken, karbon salınımları artık azalabiliyor bile. Büyüme ile çevre kirliliği arasındaki bağıntı orta gelirli ülkeler için de zayıflıyor. Ne oluyor? Teknoloji değiştikçe, büyüme ile çevre kirliliği arasındaki ilişki tersine dönüyor. Yarın bugünden başlamış görünüyor. Nedir? Teknolojik değişim, sürdürülebilirliği sağlayacaksa, önümüzdeki dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki inovasyon uçurumunun artık kapanmasını beklemek gerekiyor. Dünya son G20 toplantısında yeni bir uzlaşmaya gitti. Bilgi paylaşımı yeni dünyanın temeli olacak gibi duruyor.
Geleyim baştaki soruya: “Karşı karşıya olduğumuz hakikaten bir devrim midir? Yoksa abartılmakta mıdır?” Karşı karşıya olduğumuz bir devrimdir. İktisadi büyüme ile karbon emisyonları arasındaki ilişki tersine dönmektedir. Buna dense dense devrim denir. Birinci sanayi devriminden beri hiç değişmeyen bir bağıntı, dördüncü sanayi devrimi ile birlikte tersine dönüyor. Bundan sonra, ülkeler büyüdükçe, refah arttıkça, karbon salınımlarının azaldığı bir yeni dünya göreceğiz. Biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi-iletişim teknolojileri bir yeni dönem getiriyor.
Şimdi Türkiye’nin inovasyon dedikodusu yapmayı bırakıp, inovasyon yapmaya yönelmesi gerekiyor. Türkiye’nin artık inovasyon yapmanın teknoloji transfer etmek demek olduğunu öğrendiğini belli edecek bir şeyler yapması gerekiyor. Biz Türkiye’de uzun bir zamandan beri, ne yapmamız gerektiğini artık pek iyi biliyoruz. Artık bu işi nasıl yapmamız gerektiğine ilişkin bir çerçeve üzerinde anlaşmamız ve adım atmaya başlamamız gerekiyor. Ben TEPAV’ın geçenlerde açıkladığımız “İleri Teknolojili İhracat için nasıl bir yol haritası gerekir? İlaç Sektörü Örneği” başlıklı raporunun tam da bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum doğrusu. Nasıl yapmamız gerektiğine ilişkin bir teklif o raporda yazıyor. Artık daha fazla vakit kaybetmeden, adım atmaya başlamamız lazım. Adım atmaya hazır mıyız? Hayır. Ben Türkiye’nin en önemli meselesinin kamu kesiminin kapasite problemi olduğu kanaatindeyim doğrusu. Önceliklerini göremeyen, mesafe alamaz. Maalesef olmaz.
Bu köşe yazısı 06.10.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.