TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
G20 Sirki geçen yıl Türkiye’de, Antalya’daydı. Bu yıl Çin’e, Hangçau’ya gitti. G20, geçen yıl 21’inci yüzyıla ilk adımını atmıştı. “İnternet” kelimesi G20 tarihinde ilk kez Antalya Zirvesi’nde yayımlanan bildiride geçmişti. Bu ilk adım pek faydalı oldu. Çin, bu yıl G20’yi yeni sanayi devrimi ile buluşturdu. Yeni sanayi devrimi artık küresel gündemin birinci sırasına doğru yükseliyor. G20, artık gelişmekte olan ülkeler için de son derece geçerli bir platforma dönüşüyor. Böylece G20, Çin yılında daha dönüştürücü ve kapsayıcı bir gündeme sahip oluyor. Çin farkını gösterdi. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jin Ping (Şi Cin Pin), açılış konuşmasında bu çerçeveyi pek güzel anlattı. Ben en çok, “Çin’in G20 başkanlığının temel amaçlarından biri, G20’yi kısa vadeli politika koordinasyonuna odaklanan bir kriz masası görünümünden çıkarıp uzun vadeli politikalarla ilgilenen bir uluslararası yönetişim mekanizmasına dönüştürmektir” deyişini sevdim.
Aslında uzun uzun anlatmak isterim. Ama bugün, “Bizim buzdolabı için G20’nin manası nedir?” meselesinden başlayayım, müsaadenizle. Önce G20 ile ilgili kuşkuları izale edeyim. Sonra da Çin yılının, Türkiye yılı dâhil, neden diğerlerinden farklı ve belirleyici olduğuna değineyim.
Dünyada 2016 dâhil son 6 yıldır, küresel büyüme uzun dönem ortalamasının altında seyrediyor. 1990-2007 döneminde yıllık ortalama küresel büyüme yüzde 3,7 civarındaymış. 2016’da, şimdilik, yüzde 3,1 olmasını bekliyor IMF. Ekim’e yeni tahminlerini yayımlamış olurlar. Dolayısıyla bu yüzde 3,1’e bile tam güvenmemek lazım. Dünyanın bir küresel istihdam ve küresel büyüme sorunu var. 2016, küresel büyümenin 1990-2007 yıllık ortalamasının altında seyrettiği 6’ncı yıl. Kötü yani. Trump boşuna çıkmış değil bir nevi. Bir işlevi var.
İlk grafik tam da bunu gösteriyor. IMF’nin G20 ülkeleri için yayımladığı 2016 yılı büyüme beklentilerini sıralıyor. İlk beş, sırasıyla şöyle: Hindistan, Çin, Endonezya, Türkiye ve Güney Kore. İlk 5’te 4 tane gelişmekte olan orta gelirli ülke var. Ancak bu durumu genelleyebilmek mümkün değil. Listenin en sonundaki 4 ülke de gelişmekte olan orta gelirli ülkeler: Güney Afrika, Arjantin, Rusya ve Brezilya. En sonda yer alanlar, doğal kaynak satarak büyüyen ülkeler. Doğal kaynağın varsa bu dönemde ayrıca derdin var. Gelişmiş zengin ülkelerin performansı da pek kötü. Onların 1990-2007 ortalaması yüzde 2,5; 2016 yılı büyüme tahmini de yüzde 1,5 civarında. Buna bir de gelir dağılımındaki bozuklukları ekleyin. Vaziyetimiz bir nevi yandı gülüm keten helva.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Ne iyi, Türkiye G20’nin içinde pırıl pırıl parlıyor.” Ama bunun için önce ikinci grafiğe bir bakmanızı öneririm.
Türkiye 2016 yılı büyüme performansı ile ilk 5’te olmasına rağmen, 2016 yılı için beklenen bu parıltılı büyüme performansı, Türkiye’nin 1990-2007 ortalama yıllık büyüme oranının altındadır. 1990-2007 arasında Türkiye’nin yıllık büyüme ortalaması yüzde 5,17 iken şimdi beklenen 2016 yılı performansı yüzde 4’ün altındadır. Nedir? Türkiye’de 2016 yılı için beklenen büyüme oranı, uzun dönem ortalama büyüme oranının en az 1,5 yüzde puan daha altındadır. 2016 yılı, Türkiye’nin 1990-2007 yıllık ortalama büyüme performansının altında kaldığı birbirini takip eden 5’inci yıldır. Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme oranı, 2012 yılından beri 1990-2007 yıllık ortalama büyüme oranının altında seyretmektedir. Türkiye’nin 2017 yılı büyüme oranı da bundan farklı olmayacaktır. Nedir? 2017 yılı sonunda, Türkiye üst üste 6 yıldır 1990-2007 yıllık ortalama büyüme oranının altında performans gösterecektir. Aynı durum, ilk 5’teki bütün ülkeler için de geçerlidir.
Küresel büyüme performansı, Türkiye dâhil dünyanın temel problemidir. G20’nin performansı, bizim evin buzdolabı ile bu nedenle yakından alakalıdır. Ancak G20 özellikle 2014 yılından beri yapması gerekenleri tam olarak yapamamaktadır. Bu yıl da yapamamıştır ve2016, küresel büyümenin üst üste kötü gittiği 6’ncı yıl olmuştur. Neden?
2014 Brisbane Zirvesi’nde büyüme için çizilen çerçeve üç ana bölümden oluşuyordu. Biliyorsunuz, G20 ülkeleri artık doğrudan IMF gözetimi altındalar. Önceden olduğu gibi öyle ek bir programa filan ihtiyaç olmuyor. Ortada sürekli bir takip mekanizması var. Brisbane’da IMF koordinasyonunda para politikası, maliye politikası ve yapısal reformlar alanında atılması gereken adımlar için bir çerçeve çizilmişti. Küresel büyümenin yüzde 2,1 artırılabilmesi için yapılması gerekenler babından. Sonuçta ne oldu? Yapısal adım atılamadı. Maliye politikasında fazla hareket olanağı da olmadı. İntibakın bütün yükü para politikası üzerine yıkıldı. Sonuçta düşük faiz politikası da küresel büyümeyi tetiklemeye yetmedi.
Şimdi Çin, para ve maliye politikalarına ek olarak, yapısal reformları her ülke için etrafına odaklayabileceğimiz bir yeni çerçeve getirdi G20’ye: İnovasyona ve teknolojik değişime dayalı büyüme politikaları. İnovasyon bizim gibi ülkeler için teknoloji transferi ve teknolojinin farklı sektörlerde difüzyonu demek esas olarak. Böyle tanımlandığında teknolojinin transfer edilebilmesi ve yayılabilmesi için atılacak yapısal reform adımları son derece önem taşıyor. Şi Cin Pin’in G20 açış konuşması bu nedenle unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatıyordu: “Bu çağda, yapısal reform olmadan zenginleşebilme yolu yoktur.” Ben bu meselenin Çin kadar Türkiye için de önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, 2018’den itibaren, bu kısır döngüyü kırıp uzun dönem ortalamasının üzerinde bir büyüme performansı sergilemek istiyorsa 2016-2017’yi yapısal reform dönemine çevirmek zorundadır. Yoksa 2023’e kadar ne uzar ne de kısalırız.
Küresel gündemde inovasyona dayalı, teknoloji transferi odaklı büyüme iki açıdan önem taşıyor. Hem küresel büyümeyi çok boyutlu bir meseleye çevirerek yeni sanayi devrimi odağına yerleştiriyor hem de Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG) ile ilişkilendiriyor. Böylece G20’nin büyüme ve kalkınma gündemleri de birbirine bağlanmış oluyor. G20’nin iki yakası bir araya geliyor bir nevi. G20 artık daha kapsamlı ve kapsayıcı dediğim bu aslında. Hatırlayın, dünün dünyasında sürdürülebilirliğin bir maliyeti vardı. Daha çok büyümek isteyen daha fazla karbon emisyonu salar, sürdürülebilirliği daha çok tehdit ederdi. Karbon emisyonları ile büyüme arasında pozitif bir ilişki vardı. Yeni sanayi devrimi ile birlikte büyüme ile karbon emisyonları arasında negatif bir ilişki mümkün hale geldi. Nasıl? Yeni teknolojilerin tüm ülkelere daha hızlı yayılmasıyla elbette.
Daha yaşanabilir bir dünya için Batının çıkarı, artık teknolojinin bizim gibi ülkelere doğru daha hızlı yayılmasıdır. Çin’in gördüğü, Türkiye’nin hala görmekte zorlandığı hadise işte budur. O nedenle Çin, G20’yi yeni sanayi devrimi ile buluşturmuştur.
Eskiden gelişmiş ülkelerle gelişmekte olanlar arasında teknolojik gelişmeler kaynaklı bir inovasyon uçurumu vardı. O artık geçen yüzyılda kaldı. Bu yeni yüzyıl, inovasyon uçurumunun kapanacağı yüzyıl olacak. Teknoloji, ülkeler arasında daha hızlı yayılacak. Bu durumdan ise en çok, hazır olanlar yararlanacak.
Peki, Türkiye bu yarışın bu yeni aşamasına hazır mı? Üçüncü grafiğe bir bakın derim.
Ben, Çin G20’sinin küresel gündem açısından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. G20 gündemi artık oturdu bana sorarsanız. Şimdi metodik bir Alman müdahalesi ile bu gündemin küresel büyümeyi ne zaman ne kadar canlandırabileceğini hesap etmek ve planlamak gerekiyor. 2018 Alman yılının tam da buna odaklanması gerekiyor.
Türkiye’nin ise bu arada 2023 gündemini ciddiye alıp almamaya karar vermesi gerekiyor.
Bu köşe yazısı 05.09.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.