TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
OECD’nin 2016 yılı Türkiye Ekonomisi Araştırması (Economic Survey of Turkey 2016), 15 Temmuz 2016 günü Gaziantep’te açıklandı. Darbe teşebbüsünün olduğu o meşum günde açıklanan raporu, onca hayhuy içinde ele alma fırsatı olmadı. Ama madem artık hayat normal akışına dönsün diyoruz, ben de bugün müsaadenizle o raporda gözüme takılan bir noktanın altını çizeyim.
OECD, firmalarımızı üçe ayırıyor. İlki, öncü (frontier) firmalar, Türkiye’yi sırtlarında taşıyorlar. Verimliliği yukarı çekiyorlar. Büyümeyi devam ettiriyorlar. Yenilikleri memleketimize bunlar getiriyorlar. Ancak bunların performansını diğerleri aşağıya çekiyor. Bir nevi, ayaklarına pranga oluyor kalan iki gruptakiler. İkinci grup, takipçi (vasat) firmalardan oluşuyor. Bunlar rekabetten düşmüyorlar ama verimlilikleri düşük. Üçüncü gruptakiler ise yarışta geride kalan firmalar. Bunların verimlilikleri çok daha düşük. Peki, nasıl hayatta kalıyorlar? Neden batmıyorlar? Çünkü bu firmalar, yasa ve yönetmeliklere tam uymayıp kuralların dışında kalarak durumu idare etmeye çalışıyorlar. Nasıl oluyor da oluyor? Kurallar herkese eşit bir biçimde uygulanmıyor. Batması gereken firmaların yaşamasına bir nevi idare izin veriyor. Türkiye’de bir kayıt dışılık varsa idare, buna imkân tanıdığı için bazı firmalar kayıt dışında kalıyor. Neden?
Önce şirket verimlilikleri ile ilgili ilk grafiğe bir bakın derim ben. Burada şirketler ikiye ayrılmış. Türkiye’de kurulu bütün firmalar için çalışan başına üretim değeri ile ölçülen şirket verimliliğine bir bakın. 2003 yılından 2013 yılına, Türkiye’de kurulu bütün firmalar için şirket verimliliği 100 bin liranın altında yatay seyrediyor. 2003 yılında nerede ise 2013 yılında da orada duruyor. Türkiye’de şirketler kesiminin ortalama verimliliği sürünüyor. 2003’ten 2013'e, ortada tık yok. Kurumsallaşmış öncü şirketler için ise ortalama verimlilik 150 bin liradan yaklaşık 250 bin liraya yükseliyor. Nedir? Türkiye’nin iyi çalışan, verimli firmaları vardır. Bir de bu iyi firmaları her sektörde dibe çeken vasat ve vasat altı firmaları vardır. Tabloya bir daha bakın ve görün. İşte ben bu durumu ezik buluyorum.
Peki, bu neden böyle? Yöneticilerimiz kuralsızlığa, hukuksuzluğa neden göz yumuyorlar? Öyle ya, yan yana iki benzinlikten biri yasa dışı malı ucuza satarken öteki kurallara uyarsa ne olur? Sonunda kötü olan iyiyi batırır. Peki, neden böyle?
Rapor işte bu soruyu ele alıyor. Ben bugün size gördüğüm iki cevabı anlatayım.
Birincisi, yarışın dışında kalan vasat altı firmaların, kural dışı kalarak hayatiyetlerini devam ettirmelerinin ve batmamalarının en büyük nedeni, bu tür firmaların genellikle niteliksiz işgücüne istihdam sağlıyor olması. Kötü firmalar, hiçbir donanımı olmayan işgücüne istihdam sağlıyorlar. Çalışan kötü olunca, şirket yönetimi kötü olunca haliyle çalışan başına üretim de kötü oluyor. Peki, kamu bu duruma neden göz yumuyor? Gayet basit bir nedenle. Türkiye’de vasıfsız işgücü, toplam yetişkinlerin yüzde 65’ini oluşturuyor. İki numaralı grafiğe bakın isterseniz. Türkiye, OECD ülkeleri arasında yetişkin nüfusunun ancak yüzde 35’i lise ve daha üstü eğitimli bir ülke olarak tebarüz ediyor. Bu oran Amerika’da yüzde 90’da. Nüfusun önemli bir kısmı işgücü olarak baktığınızda donanımsız olunca kamu da, haliyle, bunlara istihdam sağlayan verimsiz işletmeleri önemli buluyor. Kötü kötüye el veriyor, olan iyiye oluyor.
Şimdi geleyim ikincisine. Bu da yine aynı rapordan. Dünya Ekonomi Forumu, 148 ülkeden şirket CEO’larına soruyor: “Ülkenizde üst yönetim kadroları kimler tarafından doldurulmaktadır?” Cevaplar 1-7 arasında sıralanıyor. Bu soruya 1 cevabı vermek, “genellikle liyakate bakılmaksızın dost ve akrabalar” demek oluyor. 7 ise “büyük ölçüde liyakat ve niteliğe dayalı olarak seçilen profesyonel yöneticiler” anlamına geliyor. Bu sıralamada 7’ye yakın olan ülkelerde üst yönetim kadroları profesyonel yöneticiler tarafından dolduruluyor. Onlar nitelikli, kimseye amennaları yok, kurallara uyuyorlar. 1’e doğru indikçe kayırmacılık ortalığı kasıp kavuruyor. Kuralın yerini, kimi tanıdığınız alıyor. OECD raporundaki tablo ekte. Bakınca ne görüyorsunuz? 6-7 arasında salınan bir sürü Avrupa ülkesi var. Türkiye ise 4’te tutunabilmek için tırmalıyor. Türkiye’de bir de profesyonel yönetim problemi bulunuyor. Neden? Ortalama eğitim böyle olunca çocuğa iş bulmak için, kayırmacılık zorunlu oluyor haliyle. Kötü kötüye el veriyor, olan iyiye oluyor.
Peki, ne yapmak lazım?
Öncelikle ortada yapısal bir sorunumuz var. Kötü eğitim sistemi, işgücümüzü vasıfsızlaştırıyor. Vasıfsız işgücü, verimsiz işletmeler yığınına yol açıyor. O verimsiz işletmeler yaşasın diye idare kuralları eğip büktükçe iyi şirketlerimiz de sıçrayamıyor. Türkiye patinajda kalıyor. Popülizm neden bu kadar prim yapıyor? Ne yapsın millet? Çocuğunun normal bir yarışta işe giremeyeceğini biliyor. Vasıfsız da olsa bir işi olsun istiyor. İşte bu nedenle, Türkiye’nin önce silsilenin başındaki kötü milli eğitim sistemini adam etmesi gerekiyor. Türkiye’de popülizmin kaynağı orası bana sorarsanız. 2003’ten 2013’e neyi hiç yapmadık? Eğitim reformuna henüz hazırlık bile yapmadık. Hazır milli eğitim sistemini bir çeteden arındırırken bunu da aklımızda tutalım derim ben. Bari bir işe yarasın.
İkinci olarak ise ülkemizde üst yönetim kadrolarına atama yaparken bundan böyle liyakati öne çıkaralım derim. Şimdi hep birlikte kendisini kamu gücü ile teçhiz etmiş, kamusal gücü kullanarak şiddete yönelmekten çekinmemiş bir çeteyi sistemimizden temizlemeye çalışıyoruz. Biz Cumhuriyet tarihinde hiç böyle bir şey görmedik. Kamu gücünü kullanmak üzere kendini sistemin içine yerleştiren böyle bir kötülük çetesi hiç olmamıştı. Bu boyutta hiç olmamıştı. İlk kez oluyor. Neden oluyor? Üst yönetim atamalarında liyakati öne çıkaracak aktif bir personel stratejimiz hala olmadığı için.
Üçüncüsü, bu darbe teşebbüsü, dünya âleme, Türkiye’nin idari altyapısının ve kontrol sisteminin zayıf olduğunu kanıtlamış oldu. Şimdi bu algıyı değiştirmek için kamuda ciddi bir yeniden yapılanmaya da ihtiyacımız var.
Ne diyeyim? Memleketin hastanesi neyse postanesi de öyle olur.
Bu köşe yazısı 11.08.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.