TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Nice’te Mohamed Lahouaiej Bouhlel adında 31 yaşında öfkeli, depresyon ilacı kullanan bir genç ele geçirdiği TIR’la 84 kişiyi öldürdü. IŞİD’in ideolojisiyle ve dindarlıkla hiç alakası olmayan bu genç nasıl hızla radikalleşti sorusu cevaplanmayı beklemektedir.
IŞİD’i salt din üzerinden okumak ve anlamaya çalışmak ne kadar yanlışsa IŞİD’in bir öfkeli Sünnilik hareketi olduğunu yada bir gizli el tarafından yönetildiğini iddia etmek de o kadar yanlıştır. IŞİD, El Kaide’den aldığı ideolojik ve örgütsel mirasa çok şey kattı. Onu El Kaide’den üretilmiş “Mutant Kaide” ya da sözde bir devlet ilan ettiğinden “hibrid bir örgüt” olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır.
IŞİD’in Irak ve Suriye’deki yapısı, sosyal medya üzerinden yürüttüğü propaganda ve Avrupa’daki hücreleri şeklinde üç katmanlı bir yapısı bulunmaktadır. IŞİD’in örgüt, taktik ve kullandığı enstrümanlar farklılık taşısa da örgütleri birbirine benzer kılan unsur, eleman kazanma süreçleridir. En son Nice saldırısı, örgütlerin ihtiyaç duyduğu militan kazanma sürecinin çok kısaldığını ve oldukça da çeşitlendiğini göstermektedir. Bouhlel, nisan ayında ancak düzenli olarak bir mescide gidip ibadet etmeye başlamıştır. Dini konularda oldukça katı, görünüm olarak sakallı, çarşaflı, sarıklı tiplerin aksine modern hayat tarzı ile uyumlu, suç ve günah düşkünü yeni bir tip terörist dalgasıyla karşı karşıyayız.
Nasıl gizleniyorlar?
IŞİD, Suriye dışındaki toplumları Daru’l-harb kabul ettiğinden oldukça esnek kurallar uygular. Aslında dini örgütlerin gizlenmesini sağlayan bu esneklik oldukça eskidir. Kendi inançlarından farklı inançları benimseyen bir toplumda yaşarken inancını ve öğretilerini gizlemek yalnızca Şiiliğe ait bir inanç olarak kabul edilir. Ehl-i Sünnet bir toplumda yaşayan bir Şii inancını gizleyebilir, bunun nedeni inançlarından dolayı kendisine karşı gelecek baskıyı azaltmak ya da diğerlerini etkilemek için önyargı oluşmasını engellemektir. Özellikle İmamiyye Şiasının varlığı, gizlenme anlamına gelen takiyyeye bağlıdır.
İnsanın can tehlikesi dolayısıyla gerçek inancını gizlemesi Kur’an-ı Kerim’de de kabul edilir. Fakat Şia bu ilkeyi ana prensiplerinden biri haline getirerek, yalnız can tehlikesi bulunduğu zamanlarda değil, genel olarak düşmanca tutumun görüldüğü her yerde uygulama yoluna gitmiştir. Onlar takiyyeye sadece cevaz vermekle yetinmemiş, onu imamları da dahil herkesin yerine getirmesi gereken bir ana görev olarak benimsemişlerdir.
Devrim olana dek birçok farklı söylemde bulunan ve birçok kesime vaatler veren ve herkese neyi duymak istiyorlarsa onu söyleyen Humeyni’nin İran devrimindeki başarısı da takiyye inancının sağladığı esnekliğe bağlanabilir. İran devrimi ile birlikte ise takiyye kavramı devrimci radikal grupların hedeflerine ulaşmak adına her türlü yola ve yönteme başvuracakları bir araç haline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında takiyye yalnızca Şia’ya ait bir inanç olarak kabul edilemez. Takiyye, zor ile karşılaşılması halinde bu zora karşı direniş gösterene kadar kendi inançlarını gizleme yolu ve yöntemi olarak radikal İslami hareketler içinde oldukça kullanışlı bir araca dönüşmüştür.
Sünni dünyada ortaya çıkan gruplar Şia gibi doğrudan bir takiyye inancına sahip olmasalar da Daru’l-harp kavramı onlara gizlenmek için uygun bir zemin hazırlar. Bu tartışmayı özellikle El Kaide ve IŞİD ekseninde okuduğumuzda meşru bir devlet kurduğunu iddia eden IŞİD, Müslümanların Daru’l-harp’te kalmalarını doğru kabul etmez ve onları “İslam Devletine” hicret etmeye çağırır. Buna karşılık El Kaide bir hilafet devleti iddiası taşımadığı ve IŞİD’in kurduğu devleti de tanımadığı için kendisiyle savaşmayan Müslümanların bulundukları yerde kalmalarını kabul eder. Ama bu kalış İslam hükümlerinden taviz vermeyi gerektirmez. Daru’l-harp’in mahkemelerine başvurmak, okullarına gitmek, görev almak, seçimlere katılmak meşru sayılmaz. Bununla birlikte Daru’l-harp’te İslamı yaşayan topluluğu mustazaf olarak kabul ederek onların tekfir edilmesi ve onlarla ilişkinin kesilmesi de doğru bulunmaz.
2015’te Suriye ve Irak’da alan hakimiyetini kaybetmeye başlayan IŞİD çıkardığı bir rehberde Daru’l-harp’ten Daru’l-İslam’a hicret etme konusundaki görüşünde değişiklik yapar. “How to Survive in The West a Mujahid Guide (2015)” adlı bu rehberin birinci bölümünde “Aşırı Kimliğin Gizlenmesi” taktikleri anlatılır. Buna göre çoğunluğu Müslüman olmayan bir toplumda yaşayan aşırı ve radikal aidiyete sahip bir Müslüman’ın en öncelikli görevi kimliğini gizlemesidir. Eğer İslam’ı yeni seçmiş bir Müslüman ise insanlarla çok az iletişime geçmeli ve Müslümanlığını asla deşifre etmemeli. Böylece aranan listelerine girmekten kurtulmuş olur.
Bu rehbere göre, eğer Müslüman olmayan bir toplumda Müslüman olarak doğduysanız bu sefer de kimliğinizi ele verecek şekilde sakal bırakıp saç uzatmamalısınız. Ama Sünneti yerine getirmek için keçi sakalı bırakmak uygun olabilir. Kadınlar da insanların çokça arandığı havaalanlarına giderken siyah çarşaf yerine renkli kıyafetleri tercih etmelidir.
Meşru organizasyonlardan illegal yapılara
Görüldüğü gibi IŞİD için hilafet dışında yaşayan toplumlardaki taraftarların kimliklerini gizlemeleri oldukça önemlidir. Aslında demokratik sistemi toptan reddeden ve sistemi zorla değiştirmeyi hedef alan, reform yerine devrimi öngören her örgütlenme için gizli organizasyonların oldukça başat bir önemi vardır. Gizli organizasyon bir yandan fiziksel ve fiili altyapıyı kurarken, bir yandan da amaçlarına ulaşabilmek adına şiddet kullanımını legalize etmeye yönelik faaliyetlerde bulunur. Gizli organizasyonların üstünde ise örgütün hedef ve amaçlarını bulanıklaştıran legal yapılar yer alır. Bu yapılar gizli organizasyon ve sosyal çevre arasında aracılık faaliyetlerini yürütmekte; mevzilendiği sosyal çevrede meşruiyetini sağlamaya yönelik uygulamalarda bulunmaktadır. Sivil STK, dernek ve hayır kuruluşları hatta kamu destekli fonlar bunlar arasında yer alır.
Bu yapıların en üstünde ise sosyal çevre bulunur. Sosyal çevre hem gizli organizasyonun hem de radikal grubun etkisi altındadır. Devrimci radikal hareketleri anlamakta yapılan en büyük hata radikal grupların, eylemlerini şiddet aracılığı ile yürüten bir grup bireyden oluştuğunu düşünmektir. Tam aksine radikal grupların en merkezi yapıları sosyal çevre içinde kök salar ve burada insanlara çok daha farklı bir hayat ve çok daha farklı amaçlar sundukları için mevzilendikleri çevrede cazibe ve sempati merkezi olabilir.
Dini itikadı propagandanın gücü
Birleşik Krallık bünyesinde radikalleşen çocukları, bu yoldan uzaklaştırmak için oluşturulan strateji belgesine göre, gençler için en iyi korunma radikalleşme ideolojileri ile gencin temasa geçmesinin engellenmesi ya da bunlara karşı direncin oluşturulmasıdır. Gençlerin eğitiminin bunlara terk edildiği, bu yapıların destek ve prim gördüğü bir ortamda sosyal çevreyi bunların etkisine bırakmış oluruz. Bu da gizli organizasyonların eleman kazanmasını hızlandırır.
Demokratik kültürde rasyonel hiyerarşik ilişkiler yer alır. Radikal örgütler de ise dini itikadı ideolojiye dayalı karizmatik hiyerarşiler bulunur. Karizmatik hiyerarşi yaratan dini itikadi öğretilerin kamusal alanda başat aktör olması kaçınılmaz olarak çatışmayı getirir. İngiliz istihbaratı Mİ5’in radikalleşme konusunda hazırladığı rapor, IŞİD’e katılanların çoğunun dini konuda oldukça zayıf ve yüzeysel bilgiye sahip olduklarını söyler. Lider kadrolar dışarıda tutulursa takipçilerin dini bilgideki zayıflıkları aslında lider kadroya karizmatik bir güç sağlar.
Rapor bu açıdan sağlıklı ve iyi örülmüş bir dini kimliğin radikalleşmeye dirençli bir alan oluşturacağını ileri sürer. Türkiye’de yapılan araştırmalar da dini bilginin oldukça yüzeysel ve sathi kaldığını ve bunun karizmatik hiyerarşilere dayalı yapılarla tamamlanmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu açıdan Türkiye’de sorun Sünnilikten değil tam aksine toplumda dini-orta sınıfın oluşmayışından kaynaklanır. Toplum katmanlarında alt kesim ile üst kesim arasında dini beslenme kaynakları popüler kültür ve İslami ideolojilerce örülmüştür. Bu da karizmatik hiyerarşiye karşı orta kesim dindarlığının temsil ettiği rasyonel muhafazakar bir dindarlığın oluşmasını engellemektedir.
Türkiye 15 Temmuz gecesi tüm uyarılarımıza rağmen yıllarca önemsemediği devrimci radikal bir cemaatin ve karizmatik hiyerarşiye terk edilen din eğitiminin nelere yol açabileceğini çok acı tecrübe etti. Aslında bu cemaatin takiyye ve gizlenme taktiklerini ne kadar ustaca kullandığını ve cemaatin sosyal çevre üzerindeki etkinliğini nasıl gizli organizasyonlara çevirdiğini biliyoruz. Bu örgütler için en önemli antikor rasyonel, hikmet, felsefe ve sanat ile örülü bir dini kimliğin inşasıdır. Nasıl mı? Bağdat’ta Nizamiyye ve Azamiyye ile kurulan, Sahn-ı Seman ile zirveye çıkan gelenek ile kazanımlarını önemseyeceğimiz demokratik kültür arasında kendi yolumuzu bulduğumuz zaman.
Bu köşe yazısı 22.07.2016 tarihinde Karar Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
15/11/2024