TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye küreselleşme süreciyle 1980’lerin başında yüz yüze geldi. Küreselleşme bizim için ülke sınırları dışına mal göndermekti o dönemde. Türkiye ihracat yapmaya başladı. 1980’lerin başında toplam ihracatımız yalnızca 3 milyar dolar civarındaydı. 2000’lerin başına geldiğimizde 30 milyar dolar civarına yükselmişti. Şimdi ise 150 milyar dolar civarında. Nedir? Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği düzenlemesi, Türkiye ekonomisinin ihracat performansını önemli ölçüde artırdı. Dünya Bankası çalışmasına göre, 2002’den 2011’e bu etkileyici ihracat performansının yüzde 65’i, aynı şirketlerin aynı ürünleri aynı pazarlara satmalarından kaynaklandı. 2002-2011 ihracat artışının yalnızca yüzde 11’i yeni şirketlerin ihracat yapmaya başlamasından kaynaklanıyor. Ne oldu? 1980’den 2015’e, KOBİ’ler hala ihracat yapmayı öğrenemedi. KOBİ’ler ihracat yapmayı neden bir türlü öğrenemedi?
Önce rakamlarla başlayayım. 2014 yılında toplam ihracatımızın yüzde 74’ünü yalnızca 1000 firma yapmış. Bu rakam, 2009 yılında yüzde 79’du. İsterseniz ilk 20 firmaya da bakabiliriz. 2009 yılında toplam ihracatımızın yüzde 32’sini 20 adet firma yapıyormuş. 2014 yılında bu oran yüzde 27’ye inmiş. Ama hala yoğunlaşma pek fazla. Şimdi özetleyeyim: İhracat performansımızın dörtte üçünü yalnızca 1000 firmaya borçluyuz. Memlekette 1 milyonu aşkın şirket var ve bunların neredeyse binde 1’i dışarıya mal satmakla ilgileniyor. Az yani.
Şimdi isterseniz meseleyi biraz daha açalım. Şirketlerimizin kahir ekseriyeti ihracat yapamıyorsa bu, ihracat yapmanın maliyetinin yüksekliğinden olabilir. Daha doğrusu, firmanın imkânlar seti ile kıyaslandığında ihracat yapma maliyetinin yüksekliğinden demek lazım sanırım. Demek ki bizim ihracat destek mekanizmalarımız ihracat yapmayı demokratikleştirememiş, ihracat yapan şirketleri çeşitlendirememiş. Hep belli bir grup şirket ihracat işine odaklanmış. Halbuki artık yeni sanayi devrimi çağındayız.
Açıktır ki teknolojinin gelişmesi ile birlikte KOBİ’lerin problemleri de nitelik değiştiriyor. Bugün KOBİ’lerin müşteriye erişiminden anlamamız gerekenle dün anladığımız, aynı şey değil. Artık KOBİ’lerin dijital bir ortamda müşterilerine erişebilecekleri, müşterilerini tanıyabilecekleri, hatta mal desenlerini tekil müşterilerin taleplerine göre yeniden tasarlayabilecekleri yeni bir dönemdeyiz. Microsoft’un 2015 yılı Dijital Eğilimler anketi, müşterinin kendi sağladığı malumata dayalı olarak üretim desenini değiştirebilen firmaları tercih ettiğini gösteriyor. Yeniyi kurmak, yeni bir düşünme çerçevesi ile mümkün olabilir. Ticaretin demokratikleşmesinin önünü açabilmek artık daha kolay.
Yine bizim bugün KOBİ’lerin finansmana erişiminden anlamamız gerekenle dün anlamamız gereken de aynı şeyler değildir. Ödemeler sistemindeki değişimin farkında olmak, bu açıdan son derece önemlidir. Paypal sayesinde bugün niteliklerinden haberdar olduğumuz, kim olduklarını bildiğimiz, kredi değerliklerini ölçebildiğimiz 184 milyon kişilik bir veri tabanı vardır çevremizdeki ülkelerde. Bunu nasıl en iyi biçimde kullanacağımız hadisesi, bugünün finansman meselesidir. Açıktır ki böyle bir sistemden gelen alım emrinin değeri, boşluktan gelen siparişten daha farklı olacaktır. Ne bileyim?
Bu çerçevede, bugün KOBİ’lerin nasıl ihracat yapabileceği üzerinde düşünmekle dün aynı mesele üzerine düşünmek de herhalde aynı şey değildir.
Türkiye’de bizim problemimiz hala yeni sanayi devriminin farkında değilmiş gibi yapmamızdan kaynaklanmaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin neleri değiştirdiğinden haberdar olmamak, Türkiye’nin ihracat destek sistemini doğru kurgulamasını engellemektedir bana sorarsanız. Ben böyle baktığımda üç temel öncelik görüyorum.
Birincisi, KOBİ’lerin dijitalleşmesidir. KOBİ’lerin dijitalleşmesi, yeni şirketlerle yeni pazarlara yeni ürünler satılabilmesi için olmazsa olmaz bir ön şarttır. Yeni ihracat rekorları için ilk olarak dijitalleşme üzerine yoğunlaşmakta fayda vardır.
Geleyim ikincisine. KOBİ’lerin dijitalleştirilmesi tek başına yeterli değildir. Türkiye’nin kara yolu ağı 1,1 milyon kilometre iken fiber optik kablo ağı 240 bin kilometredir. Bilenler, Kore’de kilometrekare başına 6 kilometre fiber optik kablo düşerken aynı alanda Türkiye’de 300 metrelik kablo olduğuna vurgu yapıyor. Nedir? Yeni sanayi devrimi ile birlikte ihtiyaçlar artmakta, altyapı gerekleri nitelik değiştirmektedir. KOBİ’ler artan bir biçimde dijitalleştikçe bu altyapı bize yetmeyecektir. Devlet ya bu açığı kendisi kapatacak ya da özel sektörün bu alanda çalışmasının önünü açacaktır.
Üçüncüsü, Paypal, Alipay gibi yeni dijital ödemeler sistemine ülkeyi hızla dâhil etmek gerekmektedir. Bunu başarılı bir biçimde yapanlarla yapamayanlar birbirinden ayrılacaktır. Bakalım Türkiye nerede kalacaktır?
Bugün KOBİ’lerin ihracat yapmaya başlamaları, dünden çok daha kolaydır. Tabii Türkiye, değişenin farkında olup değişene hızla uyum sağlarsa.
Bu köşe yazısı 11.04.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.