TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ege Denizi AB için neden önemli?
Kısa cevap:
Çünkü 2015 yılında 885 bin mülteci Ege denizini geçerek AB’ye ulaştı.
Uzun Cevap:
Geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği ülkelerine iltica başvurusunda bulunan grupları kabaca üçe ayırmak mümkün: (i) Libya ve Tunus’tan İtalya’ya geçerek Avrupa içine doğru ilerlemek isteyen Afrika ülkeleri vatandaşları; (ii) Ağırlıklı olarak Almanya, Avusturya ve İsviçre’ye geçerek iltica başvurusunda bulunan Balkan ülkeleri vatandaşları; ve, (iii) Türkiye üzerinden Ege Denizi yoluyla Yunanistan adalarına varıp, oradan anakaraya geçerek Balkanlar üzerinden AB içlerine ilerlemek isteyen Suriye, Afganistan, Irak ve Pakistan (SAIP) vatandaşları.
Üçüncü gruptaki mülteciler için Türkiye-Ege Denizi-Yunanistan-Balkanlar rotasının diğer alternatiflere oranla daha kolay ve daha güvenli olduğu 2014’ün bahar aylarında sıklıkla telaffuz edilir oldu. Örneğin, Eylül 2014’de AB’ye iltica başvurusunda bulunan toplam 67 bin mültecinin 25 bini SAIP vatandaşıydı. Bu dönemde AB’den homurtular yükselmeye başladı ancak henüz ciddi bir önlemler paketi üzerine konuşulmuyordu.
Ancak, 2015’de havaların düzelmesi ile birlikte Ege rotası üzerinden Avrupa’ya ciddi bir sığınmacı akını başladı. Mart 2015’den sonra diğer tüm ülkelerden AB’ye iltica başvuruları yerinde sayarken, Ege rotası üzerinden AB’ye giriş yapmaya çalışan Suriye, Afganistan, Irak ve Pakistan vatandaşlarının sayısı hızla tırmandı. Frontex’in verilerine göre, 2015’in Haziran-Eylül ayları arasında Türkiye’den Yunanistan’a 315 bin mülteci geçti. Bunun ardından, Eylül ve Ekim 2015, AB için istatistiğini tutmaya başladıklarından bu yana en ciddi göç alınan aylar oldu: bu iki ayda AB ülkelerine, 230 bini SAIP vatandaşı olmak üzere, toplam 350 bin iltica başvurusu yapıldı. 2015 yılı boyunca AB ülkelerine iltica başvurusunda bulunan 1,2 milyon kişinin 720 bini, büyük çoğunluğu Ege rotasını kullanmış olan SAIP vatandaşlarıydı.
AB şimdiye kadar ne yaptı?
Kısa cevap:
Brüksel’deki karar alıcılar Yunanistan ve İtalya’da yoğunlaşan sığınmacıları AB ülkelerine daha adil bir şekilde dağıtmaya çalıştı, ancak ulusal hükümetler kabul etmedi ve süreç başarısız oldu.
Uzun cevap:
Avrupa Birliği’nde mültecilere karşı iki ana yaklaşım var: Merkelciler ve Orbancılar.
Merkel’in başını çektiği ilk grup, AB’nin üzerine inşa edildiği ortak değerler bütününün, ülkelerindeki zulümden kaçanlara yardım etme sorumluluğunu getirdiğini söylüyor. Ancak, AB ülkelerine yapılan iltica başvurularını kabul etmenin getirdiği en önemli sıkıntı, her kabulün ileride Ege Denizi’ni geçmeye çalışacak daha fazla mülteci anlamına gelmesi. Bu da, kendi ülkesinde ne kadar güçlü olursa olsun, her siyasetçiyi aşırı sağcı gruplardan ve partilerden baskı altında bırakıyor.
Macaristan Başbakan’ı Viktor Orban’ın en görünür temsilcisi olduğu diğer grup ise, AB’nin mültecileri hiçbir şart altında kabul etmemesi gerektiğini vurguluyor. Bu grup, mültecilerin AB’ye girişlerini engellemek için hem fiziki engeller (duvarlar, çitler) inşa ediyor, hem de ülkeleri “daha az çekici” kılacak politikalar üretiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde Slovenya Başbakanı, Makedonya-Yunanistan arasındaki 220 kilometrelik sınıra baştan başa tel çit örülmesi, sınır boyunca askerlerin nöbet tutması ve mültecilerin geçmesine izin verilmemesi için Brüksel’e yazılı bir teklif gönderdi. Şüphesiz ki, benzer teklifler efektif olarak Yunanistan’ı Şengen bölgesinden izole ederek, ülkeyi Ege Denizi’ni geçen yüz binlerce mülteci ile baş başa bırakmak anlamına gelecek.
Bu süreçte, Brüksel’deki karar alıcılar ise kıyı ülkeleri Yunanistan ve İtalya üzerindeki yükü azaltmak için Eylül 2015’de bir “yeniden yerleştirme” programını yürürlüğe koydu. Bu yeniden yerleştirme programı, toplam 160 bin sığınmacının İtalya ve Yunanistan’dan alınıp diğer 26 AB ülkesine dağıtılmasını öngörüyordu. Ancak Brüksel’in planına çoğu üye ülke uymadı ve şimdiye kadar yalnızca 500 sığınmacı bu plan kapsamında AB içinde diğer ülkelere gönderilebildi.
7 Mart’ta Brüksel’de yeni ne oldu?
Kısa cevap:
Türkiye, Yunanistan kıyılarına varan sığınmacıları geri almayı taahhüt etti, ancak bunun karşısında taleplerini artırdı.
Uzun cevap:
Aslında, Brüksel’deki toplantının, Türk tarafının yürürlüğe koyduğu uygulamaları ve alakalı diğer gelişmeleri anlatacağı, AB tarafının da işin daha sıkı tutulması gerektiğini vurgulayacağı ‘sıradan’ bir toplantı olması bekleniyordu. Ancak son haftalarda yaşanan gelişmeler zirvenin önemini Avrupa tarafı için artırdı.
7 Mart zirvesi AB için dört nedenle önemliydi:
Ancak, Brüksel’de yaşanan en önemli gelişme, Türk heyetinin bu sefer ciddi bir ön hazırlık ile toplantıya gelmesiydi. Daha önce Ankara, İstanbul ve Brüksel’de AB liderleri ile yapılan toplantılarda durumu ‘idare eden’ Türkiye, bu sefer inisiyatif alarak bir dizi öneri hazırlamıştı.
Türkiye’nin önerdiği mutabakatı kaba hatlarıyla tarif edecek olursak:
Türkiye’nin taahhüdü:
Türkiye’nin Ege kıyılarından yola çıkıp Yunan adalarına varan tüm sığınmacıları geri alacağız. Bunlardan Suriyeli olanları Türkiye’de kamplara yerleştireceğiz, diğer ülke vatandaşlarını kendi ülkelerine geri yollayacağız.
Buna karşılık AB’den istedikleri:
Bu çerçeve, 2015 yılında yaklaşık 1 milyon sığınmacının Avrupa’ya geçtiği rotanın efektif olarak kapanması anlamına geliyor. Daha zirve devam ederken AB Komisyonu Sözcüsü Martin Selmayr’ın attığı “Anlaşmaya vardık. Tam anlamıyla bir dönüm noktası” tweeti, konunun AB için olan aciliyetini bir kez daha gösterdi. Toplantının ardından Juncker, Merkel ve Cameron gibi siyasetçilerin hepsi de çerçeveyi AB’nin mülteci krizi ile olan sınavında bir dönüm noktası (breakthrough) olarak nitelediler.
Bundan sonra ne olacak?
Kısa cevap:
Taslak çerçeve üzerinde anlaşmış olsa da, önce Türkiye’nin isteklerinin tüm AB ülkeleri tarafından kabul edilmesi, sonra da metinde yazanları uygulamaya geçirmek için ciddi bir çaba gerekecek.
Uzun cevap:
İlk etapta 7 Mart’ta üzerinde anlaşılan çerçeve 17-18 Mart’ta yapılacak olan Avrupa Konseyi’nde tüm AB üyelerine sunulacak. Bu toplantının oldukça çetin geçmesi bekleniyor zira bazı hükümetler mülteci krizinin AB’nin sorunu olmadığını düşünüyor. İtalya ve Fransa gibi diğer ülkeler ise, mülteci akışını durdurması karşılığında Brüksel’in Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüğü ihlallerine göz yummakla eleştiriyor. Yine de günün sonunda Merkel kampının ağır basacağı ve bu anlaşmanın onaylanacağı konusunda bir fikir hâkim. Eğer Konsey toplantısında bu çerçeve kabul edilmezse, yeniden çizim tahtasına dönülecek ve Türkiye-AB arasında yeni bir anlaşma üzerinde çalışmak gerekecek.
Anlaşma kabul edilirse, bir sonra adımda Midilli, Sakız, Sisam, Leros ve Kos adalarına Türk ve Yunan taraflarının birlikte yürüteceği bir “Düzensiz Göç İzleme Merkezleri” kurulacak. Bu merkezler, uyruklarına bakılmaksızın, Türkiye’den Yunan adalarına varan tüm yeni sığınmacıları tespit edip, oluşturulacak feribot hattı aracılığı ile Türkiye’ye geri gönderecek.
Türkiye’ye varışta, sığınmacılar uyruklarına göre ayrılacak. Suriyeli sığınmacılar kıyıya yakın bölgelerde kurulacak geçici konaklama tesislerinde ağırlanacak. Diğer ülkelerden gelen sığınmacılar ise, maliyeti AB’ye ait olmak üzere, uçaklarla kendi ülkelerine geri gönderilecek.
Bunun ardından, Türkiye’nin bu yolla Yunanistan’dan geri aldığı Suriyeli sığınmacı sayısı kadar kişi, AB ülkeleri tarafından Türkiye’deki mülteci kamplarında bulunan kayıtlı Suriyeliler arasından alınacak.
Türkiye ise batı geçişinin kapanması ile birlikte bir ‘transit ülke’ olmaktan çıkacak. Ancak bu durum aynı zamanda Türkiye’ye giriş yapan tüm mültecilerin Türkiye’de kalması anlamına geliyor. Bu durumda hükümetin Suriye ve Irak sınır geçişlerini kontrol altına almak üzere bir dizi önlem geliştirmesi bekleniyor. Ancak ileride ciddi bir göç dalgası ile karşı karşıya kalınması durumunda Türkiye’nin şimdiye kadar uyguladığı açık sınır politikasını uygulamaya devam edip etmeyeceği en önemli soru olarak masada kalmaya devam ediyor.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024