TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben doğduğumda Türkiye nüfusunun yalnızca yüzde 30’u şehirlerde yaşıyordu. Şimdilerde şehirlerde yaşayan nüfusun oranı yüzde 75. Hayatımın ilk 50 yılında, Türkiye’deki büyümenin yüzde 70’i bu daimi hareketlilikten geldi. İnsanlar köyden kente gelip, tarımdan hizmetler ve sanayiye geçtikçe verimlilikleri üç kat arttı. Türkiye bu hareketlilik nedeniyle zenginleşti.
Peki, devletimiz, bu dönemde iç göçün idaresi konusunda ne yaptı? Kamu idaremiz, iç göç sürecini yönlendirmek için pek bir şey yapmadı. Davul-zurna geleneğinin baskın olduğu Anadolu’da, “çala çala bir havaya girecek” derler. İşte devletimiz de öyle yaptı; iç göç hareketine baka baka bir havaya girmeye çalıştı. Ben bu durumun, Türk devletini tanımlayan önemli bir özellik olduğunu düşünüyorum. Kamu idaresi ile ilgili temel meselenin davul-zurnadan orkestraya geçmek olduğu kanaatindeyim. Gelin biraz açayım.
Ama önce konuyla ilgili bir kitap önermek isterim. İlhan Tekeli Hocamız geçen yıl TEPAV’da, Prof. Dr. Merih Celasun’u anma dersini verdi. Sonradan o konuşma, “Türkiye’nin Kentleşme Deneyiminden Öğrenebileceklerimiz” adıyla kitaplaştırıldı. İlhan Tekeli’nin, Türkiye’nin kentleşme serencamını anlattığı bu kitabı okuyun derim.
Devletimiz kentleşme sürecinde ne yaptı? İç göç hareketi bütün hızıyla devam ederken imar düzenlemelerini değiştirip kırdan kente geleceklere alan mı açtı? Arazi mi üretti? Kentlerin nasıl büyüyeceğine ilişkin bir çerçeve plan filan mı hazırladı? Yok canım.
Peki, ne yaptı devlet? Önce hiçbir şey yapmadı. Millet ordular halinde kente gelmeye başladı. Arsaları işgal ettiler. Gecekonduyu icat ederek kente kendi kendilerine adapte olmaya çalıştılar. Barınma sorunlarını kendi başlarına çözdüler. Buldukları çözüm nedeniyle, kent merkezine uzak yerlere yerleştiler. Toplu taşıma yoktu. Dolmuşu icat ettiler. O yıllar nasıldı? Kente yeni gelenleri ve kentte ihtiyaçlarını karşılamak için çıkardıkları icatları, önce, bir hata gibi, doğrudan sapma gibi değerlendirdik. İmar yasamızı bozuyorlar diye baktık. Yasa doğru, millet yanlıştı bir nevi. Kimse çıkıp da acaba bizim imar yasalarında ne problem var da her gün delik deşik oluyor diye düşünmedi. Turgut Bey dönemine kadar kimse süreci yönetmeyi akıl etmedi. Bol bol imar affı çıkararak havaya girdik, vakıayı sonradan kabullendik. Ama bu arada kentleşme sürecini yönetemedik. Sonunda vakıa ile kavga edilmeyeceğini öğrendik. Hâlbuki baştan bilseydik şimdi daha yaşanılabilir şehirlerimiz olurdu. İçinde yaşadığımız mezbeleyi, kent bellemezdik.
İşte ben bu çerçevede, davul-zurnadan orkestraya nasıl geçilir diye düşünüyorum. Peki, nedir davul-zurna ile orkestranın farkı?
Birincisi, orkestra söz konusu olduğunda konserde ne çalınacağı önceden bellidir. Orkestranın düzenleyeceği konserin önceden belirlenmiş bir planı vardır. Davul-zurnada ise havaya girilir. İkincisi, icranın başarılı olması için önce her bir enstrümanın mükemmel bir performans için tek tek kendi bölümüne çalışmış olması gerekir. Üçüncüsü, orkestrada herkesin tek tek iyi performans göstermesi yetmez. Herkes bir bütünün parçası olduğunu, o bütün içinde bir görevi olduğunu hep aklında tutar. Sorumluluk bir nevi müteselsildir. Dördüncüsü, her enstrüman nerede lafa girecek, nasıl ses çıkaracak konuları üzerine kafa yormuş bir orkestra şefi olmadan orkestradan çok başarılı bir ses çıkmaz. Üstelik bu orkestra şefinin icra edilecek parçanın bütünü üzerine düşünmüş olması da yetmez. Yönetim becerisine de sahip olması gerekir. Orkestra bir kurumdur. Davul-zurna ise şahsidir.
Dün Türkiye’de büyümenin motoru kırdan kente göç iken çala çala bir havaya girecek anlayışı ile yönetilen bir devletle idare edebildik. Ama şimdi her sektörde verimlilik artışlarının önemli olduğu, inovasyonu yaygınlaştırıp teknoloji transferi ve teknoloji difüzyonunu kolaylaştırmamız gereken bir yeni dönemin içindeyiz. Bu dönemde ne yapacağımızın üzerine önceden dikkatle düşünmek ve de bir uygulama planına göre davranmak zorundayız. Nedir? Eğer ciddiysek kamu yönetiminde, davul-zurna geleneğinden orkestra düzenine geçmek zorundayız. Bu, kamu idaremiz açısından bakıldığında bir zihniyet devrimi.
Peki, etrafta bir zihniyet devrimi yapılıyormuş gibi bir hava var mı? Yok. O halde bugünlerde reform filan da yapılıyor olamaz.
Türkiye’nin inovasyon dedikodusu yapmaktan inovasyon yapmaya geçmesi gerekiyor. Bu da kamuda “çala çala bir havaya girecek” zihniyetini değiştirmeden olmaz. Ben size şimdiden söylemiş olayım.
Bu köşe yazısı 11.03.2016 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.