TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Gün geçmiyor ki Avrupa Birliği’nin temsil eden bir üst düzey yetkili Türkiye’ye gelmesin. Tusk geliyor, Timmermans sık sık buralarda, Merkel ise sanki buraları mesken tuttu. Herkes Suriyeli göçmen akını konusunda temasta bulunmaya geliyor. Neden? Suriyeli göçmenler, 1945’ten sonra Avrupa ne kazanmışsa hepsinin kaybedilebileceği bir tartışma başlattı. 1945’ten sonra temelleri atılan Avrupa kurumları ve Avrupa’nın savaş sonrası tasarımı çatırdamaya başladı.
Önce müsaadenizle ortadaki tartışma ile ilgili üç adet çıkarım yapayım. Birincisi, gün aşırı Türkiye’ye gelen Avrupalı dostlarımız, Avrupa’nın 1945 sonrası kazanımlarını korumaya çalışıyorlar. Avrupa Birliği kurumlarını korumak için buradalar. Schengen serbest dolaşım sistemi canlı kalsın istiyorlar. Avrupa ile ilgili kararlar, artan bir ağırlıkla ulusal başkentlerde değil, Avrupa Birliği’nin ulusal temsile dayanmayan organlarında alınsın istiyorlar. Avrupa’nın çeşitliliği korunsun istiyorlar.
Geleyim ikincisine. Suriyeli göçmenlerle birlikte, dünyada mülteci ve sığınmacı sayısı tavana vurdu. Ortaya bir rekor rakam çıktı. Dünyada bugünlerde hiç olmadığı kadar fazla, 65 milyonun üstünde mülteci ve sığınmacı var. Rakamlara bakarsanız bunların yalnızca yüzde 20’si Suriyeli. Rakam, Suriye iç savaşı ile birlikte tavana vurdu ama göçmenler yalnızca Suriyelilerden oluşmuyor.
Üçüncüsü de Avrupa için tartışma ile ilgili. Geçen yıl Avrupa’ya tam 1 milyon kişi yasa dışı yollarla giriş yaptı. Bu kişiler ağırlıklı olarak Yunanistan da İtalya’dan giriş yapıp, AB’nin içlerine doğru ilerlemeye çalışıyorlar. Avrupa Birliği, Yunanistan ve İtalya’daki yasa dışı göçmenlerin Avrupa ülkelerine dağıtımı için bir yeniden yerleştirme planı tasarladı. Ne oldu? Plan çöktü. Kimse üstüne düşeni yapmadı. 160 bin mülteciden yalnızca dört bini AB içinde yeniden yerleştirilebildi. Onun yerine, “Bizim geleceğimize, biz mi yoksa Brüksel mi karar verecek?” tartışması alevlendi.
Önümüzdeki Haziran’da İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması konusunda referandum yapılacak. İngilizler neden referanduma gidiyor? İngiltere’de ülkenin geleceği ile ilgili kararların Brüksel’de değil, Londra’da alınmasına odaklı güçlü bir muhalefet var. Muhalefet esasen Avrupa kurumlarına. Son dönemde Suriyeli göçmenler tartışması da benzer bir yol izliyor.
Geçenlerde Avrupalı bir dostumla konuşurken, “Suriyeli göçmenlere karşı kapıları kapatma yanlısı olanların güçlü argümanları var ama bu işe taraftar olanların pek sesi çıkmıyor” dedi. Nedeni gayet basit bana sorarsanız. Burada tartışmanın bir tarafı, eskinin, Avrupa’nın geleceği konusunda Brüksel’in sesi pek çıkmasın, başkentler konuşsun lobisi. Onun argümanları da kadim doğal olarak. 1945’ten beri ortada olan laflar bunlar. Karşı taraftaki Merkel gibi siyasetçiler ve Avrupa Birliği kurumları ise yeni bir hadiseyle ilgili olarak söz söylemek, çözüm bulmak zorunda. İşi kolay değil.
İşte tam bu ortamda, Türkiye’ye Avrupa’daki tartışmanın tam ortasında olmak için bir imkân çıktı. Ben eskiden beri, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili olarak yapılacak bir referandumun Avrupa’nın özgür kimliğini pekiştireceği kanaatindeydim. Bakın tartışma Suriyeli göçmenlerle başladı. Ama Türkiye de tartışmanın tam ortasında.
Zaten Türkiye’nin bu tartışmanın dışında kalma şansı yoktur. Türkiye, bu tartışmada 1945 sonrası Avrupa düzeninin koruyucusu olarak rol alabilir ve bana sorarsanız bunun için ne yaptığını biliyor olması kâfidir.
Peki, Türkiye ne yapmalı?
Öncelikle, Yunanistan ile imzaladığımız geri kabul anlaşması operasyonel hale getirilmelidir. Adalara varan göçmenler feribotlarla Türkiye’ye geri getirilmelidir. Rakamlar bunların neredeyse yarısının Suriyeli olmadığını, aralarında oldukça da fazla Iraklı ve Afgan bulunduğunu da gösteriyor. AB’ye ulaşımda Ege rotasının keşfi, hiçbir tedbir alınmayınca Türkiye’yi yolgeçen hanına çeviriyor. Bu durum önlenmelidir. Geri getirilen göçmenlerden Suriyeliler, Türkiye’de yerleştirilmeli ve diğerleri ülkelerine geri gönderilmelidir.
İkincisi, geri kabulün işletilmesi ile birlikte Türkler için vizesiz Avrupa vaadi hemen yerine getirilmelidir. Böylece Türkiye’nin üyelik sürecinin aksayan en önemli ayağı süratle düzeltilmelidir.
Üçüncüsü, Türkiye, göçmenlerin Türkiye’ye entegrasyonu ile ilgili adımları süratle atmalıdır. Açıktır ki Suriyeli göçmenlerin çalışma izinleri için yapılan düzenleme son derece sınırlıdır. Çalışma izinleri Türkiye’nin tamamını değil, kayıtlı oldukları şehri kapsamaktadır. Bu kötüdür. Türkiye’nin sonuçları enine boyuna düşünülmüş bir Suriyeli göçmen stratejisine ihtiyacı vardır. Göçmenler buradadır. Bu konuda artık yapılacak bir şey yoktur. Şimdi yapılması gereken, yaratıcı önerilerle, göçmenler sayesinde nasıl ek bir ihracat talebi yaratabileceğimiz konusuna odaklanmak olmalıdır. Bunun için Türkiye’nin bir göçmen bakanlığına ihtiyacı vardır.
Dördüncüsü, Türkiye’de göçmenleri yerleştirirken Avrupalı dostlarımız da Türkiye’ye yerleşenlerden ne kadarını alacaklarını açık bir plana bağlamalıdırlar. Böylece Türkiye’nin yükü paylaşılmalıdır.
Türkiye Avrupa’ya, Avrupa da Türkiye’ye yardım etmelidir. Ortaklığın temeli karşılıklı güvendir. Türkiye, Avrupa’nın 1945 sonrası düzeninin çözülmesine değil, güçlenmesine katkıda bulunmalıdır.
Bu köşe yazısı 03.03.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.