TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2010, Anayasa değişikliği referandumu zamanıydı. Referandum daha yeni sona ermişti. Hatırlayın, o aralar etrafta yoğun bir “yetmez ama evet” tartışması vardı. Referandumun ana konusu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun yapılanmasıydı. Türkiye, yargı reformu yapıyordu. O günlerin kampanya sloganı, güçlünün değil haklının yanında olan bir yargı arayışıydı. İşte o günlerde, bana, “Referandumla birlikte hiç değilse yargı bağımsızlığı konusunda bir adım atıldığını, bu yargı reformuna nasıl bakmak gerektiği” sorulmuştu.
Geçen gün, OECD’nin “Government At A Glance 2015” (Bir Bakışta Devlet 2015) raporuna bakarken bir tablo gördüm. 2010 yılında bana sorulan o soruyu ve o soruya o zaman verdiğim cevabı hatırladım. Tabloyu yana aldım. İsterseniz önce ona bir bakın. Sonra ben derdimi anlatmaya başlayayım.
OECD, pek çok ülkede katılımcılara son derece basit bir soru yöneltmiş, “Yargı sistemine güvenir misiniz?” demiş. Soruyu önce 2007 yılında, sonra da 2014 yılında sormuş. Ardından sonuçları tablolaştırmış. Tablodaki mavi renkli çubuklar, her ülkede bu soruya 2014 yılında “evet” diye cevap verenleri gösteriyor. Her çubuğun içinde ya da üstünde yer alan elmas şekli ise aynı basit soruya 2007 yılında “evet” diye cevap verenleri gösteriyor.
Ben tabloya bakınca iki önemli sonuç çıkartıyorum. Birincisi, Türkiye’de yargı sistemine olan güven, OECD ortalaması civarında yer alıyor. Nedir? Sistemimiz vasattır abiler. Norveç’te yargı sistemine, ülkenin kurumsal altyapısının temeline, sözleşme hürriyetinin kalesine olan güven yüzde 80’lerde iken Türkiye’de bu oran 2014 yılı itibariyle yüzde 50’lerdedir. Ama soruya cevap veren ülkelerin tamamına bakarsanız Türkiye, sıralamada ortalarda bir yerdedir. Rusya’da yargıya güven neredeyse Türkiye’de de oradadır. Böyle bakarsanız Ukrayna’da yargıya güven yüzde 10’lardadır. Ulaşmak istediğimiz muasır medeniyet seviyesi için rezalet, etrafımızdaki pek çok ülke ile kıyaslarsanız da eh işte. Bir nevi “yetmez ama evet” vaziyeti.
Geleyim tabloda gördüğüm ikinci ve asıl çarpıcı sonuca. 2007 yılından 2014 yılına Türkiye’de yargıya güven yüzde 67’den yüzde 48’e geriliyor. Türkiye’de yargıya olan güven 2007’den 2014’e, 7 yılda yüzde 30 azalıyor. Araştırmanın yapıldığı ülkeler grubunda, yargıya güvenin bu kadar hızla eridiği bir başka ülke yok. Türkiye, OECD ülkeleri arasında, 2007’den 2014’e yargıya güvenin en hızlı eridiği ülke olarak sivriliyor. Yargıya güvenilmeyen ve sözleşmelerin bağlayıcı olmadığı bir ülkede ne olur? Öyle hemen, mesela “mafya babaları adamdan sayılır” demeyin. Gazetelerin birinci sayfalarına bakınca medyamızın bunları adamdan saydığını görüyorum. Sözleşmelerin bağlayıcılığı kalmayınca yargı sistemine paralel tahsilat mekanizmaları elbette önem taşır. Ne olur? Ekonomide işlem maliyetleri artar, iktisadi aktivite zorlanır. Ben 2007’den 2014’e Türkiye’nin yargıya güvenin eridiği ülke olarak tebarüz etmesinin hayra alamet olduğunu düşünmüyorum doğrusu.
Peki, nedir 2007’den 2014’e Türkiye’de yargı işinde değişen? Ben, 2010 anayasa referandumunun, 2007 ile 2014 arasındaki farkın nedeni olduğunu düşünüyorum. HSYK’nın yapısını değiştirerek yargının bağımsızlığı ve de tarafsızlığını güvence altına alma girişimi, tartışmasız bir fiyasko ile sonuçlanmıştır. Milletin işaret ettiği işte tam da budur. Yargıya güven yeni HSYK ile birlikte yüzde 30 azalmıştır. Türkiye özelinde bakarsanız “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler” de diyebilirsiniz elbette. Ama bu durum, yargıya olan güvenin yüzde 50’nin altına indiği gerçeğini gizleyemez. Kötüdür. Buradan bir hayır çıkmaz. Bana sorarsanız Türkiye uygulamasında şerlerin en kötüsünün ehveni şer olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
2010 yılında bana, “Yargı bağımsızlığı konusunda atılmaya çalışılan adımlar olumlu değil mi?” diye soranlara, “Türkiye’de yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı ama yüzünde hep ağır bir bağımsızlık makyajı ile dolaştı. Şimdi bu referandum ile birlikte o makyajı sildik. Hakikat bütün çirkinliği ile ortaya çıkacak. Dün kapı arkasında olan işler şimdi aleni olarak gerçekleşecek” diyerek endişelerimi anlatmıştım. İşte OECD raporundaki tabloya bakarken bunu yeniden hatırladım.
Türkiye’nin artık acil bir yargı reformuna ihtiyacı vardır. Adalet Bakanlığımızın tartışmaya açtığı yeni “Bilirkişilik Kanunu” taslağı, bu çerçevede son derece önemli bir ilk adım sayılabilir. Her yerde tartışılmasında fayda vardır. Türkiye’nin bozuklukları sıralamasının ilk 10’unda bilirkişi sistemi mutlaka yer alır.
Yargı sistemi bozuk olan bir ülke iflah olmaz. Hadisenin iyi tarafı ise şudur: Makyaj silinince atalet kaynağı da ortadan kalktı. Ortaya yalnızca çirkinlik çıkmadı. Yargı reformu ihtiyacı da ayan beyan oldu, artık iyice görünür hale geldi.
Bu köşe yazısı 04.02.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.