TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben Türkiye’nin temel meselesinin kamu kesiminin hantallığı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin büyük hayalleri var ancak Türkiye’nin bu hayalleri gerçekleştirebilme kapasitesi yok. Çünkü Türkiye’nin sonuç odaklı ve etkin bir biçimde çalışan bir kamu idare sistemi yok. O olmayınca ne kadar reform tasarlasanız boşa. Zira Türkiye’nin reform yapabilme kapasitesi yok. Reform yapabilmek için gereken altyapı bu memlekette bulunmuyor. Üstelik kimsenin oturup bu idare nasıl daha etkili bir biçimde çalıştırılabilir diye düşündüğü de yok. Bu temel meseleyi ele almadan, ağzımızdaki bu, “zaten memleketin hastanesi neyse postanesi de o’dur” tadını silebilmek ne yazık ki mümkün değildir. Müsaadenizle bugün bu konuya bir değineyim.
Önce konu nereden aklıma düştü oradan başlayayım. Ben bugünlerde Ramallah’ı, Kudüs’ü ve Gazze’yi dolaşıyorum. OECD Genel Sekreteri Angel Gurira-da dün İsrail’deydi. Pazar akşamı onun onuruna kocaman bir yemek vardı. Angel Gurria bir toplantıdaysa orası hep bir şenlik havasında olur. Doğrusu ya, ben de onu dinlemeyi hep sevmişimdir. Gurria’nın adını duyunca bu kez aklıma önce OECD’nin geçen yılın sonunda yayımlanan “Government At A Glance 2015” (Bir Bakışta Devlet 2015) raporu geldi. Rapor, kriz sonrasında devletin tüm ekonomilerde ne kadar önemli bir aktör haline geldiğinin altını çiziyor. Kamunun etkinliği, kamu politikalarını daha etkili hale getiriyor ve sorun çözüyor. Bu nedenle bu dönemde son derece önemli.
Şimdi büyük bir iyi niyetle, ilgili raporu internetten indirin ve içinde “Türkiye” kelimesini bir aratın bakalım. Pek çok kez Türkiye çıkıyor. Ama doğrusu ya, hiç de hayırlı bir sonuç çıkmıyor. Her bulunan Türkiye kelimesi, neredeyse istisnasız, sizi hep aynı ifadeye götürüyor: “Türkiye’den bu konuyla ilgili veri temin edilememiştir” ya da “Türkiye ve filanca ülkenin bu konuda verisi yoktur.” OECD’nin “Bir Bakışta Devlet 2015” raporu ile ilk izlenimim budur. Türkiye kelimesi raporda yalnızca “Türkiye’nin bu alanda verisi yoktur” diye kullanılmaktadır. Bu utanç vericidir.
İkinci olarak ise dikkatinizi lütfen yine aynı rapordan alınma şu tabloya çekeyim. Tablo, OECD ülkelerinde devletin kamuya açık bir toplam veri seti olup olmadığına dikkat çekiyor ve bu kamuya açık veri setlerini bir biçimde kıyaslıyor. Bir ülkeye bir yatırım yapacaksanız önce o ülkenin verilerini başka ülkelerle kıyaslamanız gerekiyor. Hükümetin kendisi de bir karar alacaksa aynı veri setine ihtiyaç duyuyor. Siz, hükümet acaba doğru mu karar alıyor diye düşünseniz ne yapacaksınız? Aynı veri setini kullanarak analiz yapacaksınız. Etkili kamu politikası için önce sağlıklı ve kamuya açık bir veri seti gerekiyor.
Peki, nedir Türkiye’nin durumu?
Türkiye, OECD ülkeleri arasında devletin kamuya açık toplam bir veri setine sahip olmadığı tek ülkedir. Nedir? Utanç vericidir. Hangi ülke birincidir? Kore, kamuya açık veri seti konusunda birinci sıradadır. Şimdi Allah aşkına, bu tabloya bakıp yatırım kararı verecek bir yabancı yatırımcı yerine koyun kendinizi. Ne düşünürsünüz? Doğrusu, ben yalnızca kötü düşünürüm. Peki, ya yerli yatırımcı? Onun da derdi aslında aynıdır. İşte bu nedenle Türkiye’de yatırım yapmak satranç oynamaya değil, tavla oynamaya benzer. Öyle uzun uzun strateji tasarlamak için zaten yeterince veri yoktur. Ne yaparsınız? Zarı atarsınız, sonra kapıları almaya çalışırsınız. Bu arada, acayip bir riski de taşırsınız.
Ben bu tabloya bakınca Türkiye’de yatırımcı olmanın zorluğunu bir kez daha anladım. İşte bu nedenle, Türkiye’de teşvik sistemi tasarımı demek genellikle teşvik filan değildir. Biz bütün herkese eşit davranıp herkesin, her taş üstüne taş koyanın zahmetini ve üstlendiği riskin bir bölümünü telafi etmeye çalışırız. Ama seçici olmayan, ayrım yapmayan bir idare ile Türkiye’nin teknolojik bir sıçrama yapabilmesi, teknoloji transfer edebilmesi, transfer edilen teknolojinin sektörler arasında yayılmasını sağlayabilmesi mümkün değildir.
Şimdi bir de ikinci grafiğe bakın lütfen. Tablo yeni çıkan teknolojilerin nasıl daha hızlı yayıldığını göstermektedir. Tablonun yatay ekseni her bir teknolojinin ne zaman ortaya çıktığını, dikey ekseni ise kaç yılda yayıldığını göstermektedir. Buhar teknolojisi120 yılda, İnternet ise 20 yıldan az bir zamanda yayılmıştır. Biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi ve iletişim teknolojileri ise çok daha kısa bir zamanda yayılmaktadır.
Yeni teknolojiler hızla yayılırken Türkiye neden teknoloji transferini beceremeyip süreci yalnızca bakarak izlemektedir? Kamunun hantallığı sanırım bu kez bize çok pahalıya mal olacak. Bir şansı daha yakalayamadan kaybedeceğiz. Hadi hayırlısı.
Bu köşe yazısı 01.02.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.