TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Anavatanda ne varsa Kıbrıs’ta da ondan var. Anavatanda ne işlemiyorsa Kıbrıs’ta da o işlemiyor. Biz buralarda neyi yanlış yaptıysak orada da aynı yanlışları yaptık. Ve bana öyle geliyor ki yapmaya da aynı hızla devam ediyoruz. Ben bu aralar, çözüm süreci çerçevesinde, Kıbrıs’ta ne olup bittiğini daha bir dikkatle izliyorum. İşte parmak patates konusunda alınan Bakanlar Kurulu kararını da bu çerçevede okudum. Yok artık dedim. Oradan başlamak isterim.
Önce elbette bu karar bana çok eğlenceli geldi. Bundan birkaç yıl önce bir dostumun anlattığı anıyı kafamda iyice canlandırdı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)’nin Kuzey Kıbrıs’ta, Güzelyurt yakınlarında bir kampüsü var. Bana anlatılan anekdot, bu kampüste geçiyordu. Bir gün kampüs sınırları içinde pizzacı işleten bir Kıbrıs Türk’ü alı al, moru mor ODTÜ kampüsünün yöneticisinin odasına gelmiş. Öyle böyle değil, çok sinirliymiş. “Bu böyle devam edemez” demiş ve eklemiş: “Hemen bir önlem almak gerekir. Yetti artık.” Şaşırmış dinleyen ODTÜ’lü. “Pardon” demiş, “Sen neden bahsediyorsun?” “Güzelyurt’tan ODTÜ kampüsüne pizza dağıtımına engel olmanız lazım” demiş Kıbrıslı Türk pizzacı. “Bir kota filan koyalım. Yabancı pizza dağıtım arabalarının kampüs içine girişini sınırlandıralım. Yoksa ben zarar ediyorum. Kampüs içi pizza pazarına yabancılar giriyor.” Kampüsü yöneten ODTÜ’lü, “Kampüs ile Güzelyurt arasını bir pizza dağıtım arabası 30 dakikada filan alır, değil mi?” diye sormuş. Kıbrıslı Türk pizzacı, “Evet, aşağı yukarı” diye cevap vermiş. “Ben bir şey merak ediyorum” demiş ODTÜ’lü. “Bu kampüstekiler neden senden sıcacık pizzayı alıp hemen yemek yerine, 30 dakika öteye pizza ısmarlayıp bekliyorlar dersin? Kampüse yabancı pizza arabalarının girişini engellemeyi düşünmeden önce, neden ben acaba neyi eksik yapıyorum diye düşünmüyorsun?“ demiş. Kıbrıslı Türk işletmeci aynı bizim buralardaki gibi, “Zaten bu ODTÜ’lüler hep böyle elitisttir” demiş midir, doğrusu bilmiyorum. Ama Kıbrıs’ın parmak patates meselesi işte böyle bir mesele.
Geçen yılın 11 Mart’ında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Bakanlar Kurulu bir karar aldı. Karar şöyle: “Bakanlar Kurulu, yurt dışından yapılacak parmak patates ithalatlarında, ithalatçılara ülkemizde üretilen patatesten aldıkları miktarın 1,5 katı oranında ithalat izni verilmesine karar verdi.” Hoppala paşam Malkara Keşan demeyin hemen. Aynı gün bu kararın bulgur için olanı da alındı. Mesele sistematik yani. Nedir? Parmak patates ve bulgur ithalatına kota konuyor. Neden? Yerli üretimi desteklemek için elbette. Aynı yılın Eylül ayında KKTC Rekabet Kurulu’nun bir kararı da var: “Bari bu tür kararlar alırken bir etki analizi yapsak” diyor mealen. Başka bir şey de demiyor doğrusu.
Burada önemli olan bir zihniyet meselesidir. Yakında ada yeniden birleşip AB içinde kararlar alınmaya başladığında, bugün yapılanları yapmak daha zor olacak. Şimdi bizim hep birlikte adanın kuzeyinde kurumsal idari kapasite inşa etmemiz gerekiyor. KKTC Bakanlar Kurulu ne yapıyor? Kıbrıs’ta üretilen patatesleri pommes frite yapmak üzere kesip donduran ve bu yolla ithal edilerek yurda getirilen parmak patateslerden mutsuz olan bir şirketin sorununu çözüyor. Ada kendiliğinden böyle olmadı. Biz bu adayı böyle yaptık derken söylemeye çalıştığım bu işte.
Bugünlerde Türkiye’de kimse Kıbrıs’taki görüşmelerle ilgili ağzını açıp tek laf etmiyor. Ama Kıbrıs görüşmeleri hala devam ediyor. Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları kendi aralarında görüşüyorlar. Görüşmeler iki toplumun siyasi eşitliği temelinde ve doğrusu ya, açık fikirle yürütülüyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları, görüşmelere ve çözüme olan desteğin Kıbrıs’ın iki tarafında da son derece yüksek olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanları Anastasiadis ve Akıncı’nın yürüttüğü görüşmelere olan kamuoyu desteği her iki tarafta da yüzde 60’lar civarında seyrediyor. Böyle bir dönemde ne yapmak lazım?
Kıbrıs’ta kurumsal idari kapasiteyi güçlendirmek için yol bulmak lazım. Kıbrıs’ta Türk varlığı, kuzeydeki idari kapasitenin gücüne bağlı kalacak çok yakında. Kuzey ile güney arasında, kurumsal idari kapasite açısından bir asimetri olduğunu çok iyi biliyoruz. Bunu güçlendirmek gerekiyor. Ama bunu boşlukta güçlendirecek değiliz. Kıbrıs’ta Türk varlığını garanti edecek kurumsal kapasiteyi Türkiye bu kadar yıldır kuramadı. Bundan böyle bu işi Türkiye değil, adadaki siyaset becerebilirse becerecek. Peki, biz ne yapıyoruz? Adadaki seçilmişlerin atanmışlar karşısında güçlenmesine gereken önemi vermiyoruz. Türkiye’de yaptığımız hataların aynısını yapıyoruz.
Ben adanın su tesisatı ile ilgili son tartışmaya da doğrusu bu vesayet meselesi açısından bakıyorum. Adada birleşmeye doğru giderken en önemli kurumsal idari kapasite inşası araçlarından birini de belediyeler oluşturuyor. Buraları da siyasetçiler yönetiyor. Belediyeleri kapsayan kapasite inşası bu kadar önemliyken, su tesisatı işine belediyeleri güçlendirecek bir proje paketi olarak hala bakamıyoruz. Neden adadaki siyasetçilere güvenmiyoruz? Bir nevi yoğurdum ekşi havası yayıyoruz.
Adada çok yönlü bir güven problemi var. Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs Rumlarına güvenmiyorlar. Bunu biliyorduk. Kıbrıs Rumları da Türkiye’ye güvenmiyorlardı. Onu da biliyorduk. Ama diğer taraftan, Türkiye’deki bürokratlar da Kıbrıs Türklerinin seçtiği siyasetçilere güvenmiyorlar. Üstelik bunu kapalı kapılar ardında da yapmıyorlar. Gazetelere açıklıyorlar. Doğrusu ya, ben bu yoğurdum ekşi tavrını sevmiyorum.
Halbuki neden buradayız? Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk kesimlerinde işlerin artık bugüne kadar geldiği biçimde sürdürülemeyeceğine ilişkin güçlü bir kanaat var. Kıbrıs Rumları, Kıbrıs krizi ile birlikte kendi iş planlarının yıkıldığını gördüler ve bu yeni noktaya geldiler. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin ise hiçbir zaman sürdürülebilir bir iş planı olmadı. Ortada sürdürülebilir bir iş planı olmadığı için de Türkiye’yi idare edip ihtiyaç duyulan parayı almak KKTC’nin bugüne kadar iş yapma biçimi (modus operandi-MO) oldu. Bunu kim yaptı? Biz yaptık.
Kıbrıs’ın parmak patates, su tesisatı ve vesayet sorunlarını düşünürken bunu unutmamakta fayda var.
Bu köşe yazısı 12.01.2016 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.