TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yandaki grafik Dünya Bankası’nın “Türkiye’nin Dönüşümleri: Entegrasyon, Kapsama, Kurumlar” raporundan alınma. Geçen gün raporu yeniden okurken bu grafiğe dönüp dönüp yeniden baktığımı fark ettim. Grafiğin neden ilgimi çektiğini bugün size de anlatayım.
Ama önce grafik neyi anlatıyor oradan başlayayım. Bu grafik iki tür malumat içeriyor. Birincisi, Türkiye’nin 1950’lerden başlayarak 10 yıllık dönemler itibariyle ortalama yıllık reel büyüme hızını gösteriyor. Ama ayrıca bizi bize benzeyen ülkelerle de karşılaştırıyor. Her dönem için hem Türkiye’nin ortalama yıllık büyüme hızı hem de bir grup kontrol ülkesinin ortalama yıllık büyüme hızı veriliyor. Bu kontrol grubunda kimler var? Bölgemizden Mısır, Ürdün, Suriye, Fas ve Tunus var. BRICS ülkeleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika var. Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinde olan Arnavutlukve Sırbistan var. En son Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan, Hırvatistan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve Slovakya var. Ayrıca Kore, Malezya, Filipinler, Meksika ve Endonezya da var. Bu kontrol grubu ile birlikte bakınca, biz bir şeyler yaparken onlara fark mı atıyoruz yoksa onlar mı bize fark atıyor, ayrıca görebilmek mümkün oluyor. Elbette büyüme sürecini etkileyen bir sürü gösterge var. Ama böyle kuşbakışı bakınca bakın nasıl görünüyor?
Birincisi, 1950’lerden günümüze, Menderes dönemi diğer dönemlerin hepsine yıllık ortalama reel büyüme açısından fark atıyor. Türkiye, 1950’lerde yüzde 8’i aşkın bir ortalama büyüme hızını yakalamış. Bir nevi Çin gibi işe başlamış görünüyor. Sonra hiç böyle bir büyüme oranını yakalamak mümkün olmamış. 2000’li yıllarda, Erdoğan döneminde mesela, bu performansa yaklaşamamış gibi duruyor Türkiye.
İkincisi, yıllar itibariyle bir sıralama yapmak gerekirse ortalama büyüme hızı açısından ne çıkıyor? En hızlı büyüme 1950’lerde olmuş. Sonra ikinci hızlı büyüme dönemi 1960-1980 arası, iki darbe arası dönem. O dönem Türkiye’nin ithal ikameci kalkınma yılları. Sonra geliyor Özallı reform yılları ve de şimdiki dönem.
Üçüncüsü, bize benzeyen ülkelerden daha iyi performans gösterdiğimiz iki dönem olmuş. İlki yine 1950’ler. Bize benzeyenler yüzde 5’i yakalarken biz yüzde 8’deyiz. Diğeri ise 1990’lar. Biz burada genellikle 1990’lara kayıp yıllar olarak bakarız. Hakikaten yıllık ortalama büyüme oranımızın yüzde 4’lere düştüğü bir 10 yıldan bahsediyoruz ama bakın bize benzeyen ülkelerin 2 katı performans gösteriyoruz. Nedir? Şartlar o kadar da iyi değilken, dünyada arka arkaya krizler olurken Türkiye aslında hiç de fena bir performans göstermemiş gibi duruyor. Meksika krizi herkesi vurmuştu o zaman. Bizi sanki daha bir teğet geçmiş. Şartlar kötüyken Türkiye, kendisine sunulan imkânları kötü kullanmamış gibi duruyor bu seviyeden bakınca.
Dördüncüsü, kontrol grubundaki bize benzeyen ülkelerden daha kötü performans gösterdiğimiz iki dönem var. İlki 1960’lar, ikincisi ise 1970’ler. Buna nasıl bakmalı? Bu dönemde ağırlıkla Süleyman Demirel başbakan. Acaba “Süleyman Demirel dönemlerinde Türkiye, dünyadaki benzerlerinden daha kötü bir performans gösterdi” demek ne kadar doğru olur? 1960’larda ve 1970’lerde iki tane askeri müdahale var sonuçta. 1970’ler Türkiye’de siyasi çatışmaların zirve yaptığı bir büyük siyasi istikrarsızlık dönemi. Hani arada, “sonra Türkiye 1980 öncesine döner” denilen dönem, o dönem. İşte o dönemde, Türkiye’nin ortalama performansı, Türkiye’ye benzer ülkelerden daha kötü. Siyasi istikrarsızlık, performansı olumsuz etkiliyor galiba.
Beşincisi, kontrol grubundaki ülkelerle benzer bir performans gösterdiğimiz iki dönem olmuş 1950’lerden beri. İlki 1980’ler, ikincisi ise 2000’li yıllar. Özal dönemindeki performansımız ile Erdoğan dönemindeki performansımız bu açıdan bakıldığında birbirine benziyor. Her iki dönemde de biz ve bize benzeyenler, dünyanın getirdiği imkânları benzer bir biçimde kullanmışız.
Elbette 1950’den beri Türkiye çok mesafe kaydetti. Kişi başına milli gelirimiz bir kaç yüz dolardan 10 bin dolara yükseldi. Ama hem en yüksek büyüme oranına ulaştığımız dönem hem de dünyaya fark atığımız dönem, hep 1950’li yıllara rastlıyor. Hangi yıllar? Türkiye’nin NATO’ya girdiği, Batı ittifakının ayrılmaz bir parçası haline geldiği yıllar. Bu kadar mı? Değil elbette. Ayrıca dünyada ikinci savaş sonrası yeniden yapılanmanın başladığı, Marshall planı yılları. Türkiye’de ise kırdan kente göçün, özel sektöre dayalı sanayileşmenin başladığı yıllar. Bakınca hepsi bana ayrı ayrı ilginç geldi doğrusu.
1950’lerdeki hızlı büyümeyi neye borçluyuz? Verimlilik artışlarına. Dünya Bankası raporuna göre, 1950’den beri Türkiye’de toplam faktör verimliliğinin en yüksek olduğu yıllar, yine o yıllar. Savaş sonrası toparlanma ve tarım reformunun getirdiği etkinlik artışı diye tanımlıyor rapor o dönemi. 2000’li yılların başında, Avrupa Birliği reformları ile birlikte de verimlilik artışları görmüştük Türkiye ekonomisinde. Ama şimdi ekonomimizde verimlilik artışlarının ortadan kalktığı yeni bir dönemin içindeyiz. 1995-2011 arasında verimlilik artışları kontrol grubunun üzerindeydi. Artık değil. Sorun olan da bu zaten.
Peki, hiç mi umut yok? Var. 10’uncu Kalkınma Planı bu amaçla bir dizi hedef ortaya koymuştu. Dönüşüm programları bu çerçevede hazırlanmaya başlamıştı. Ama orada kaldı. Yol var ama hareket yok halen. Bir nevi, ses var görüntü yok. Bundan sonra büyümek için bizim bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ben Dünya Bankası’nın raporunda sayılan olasılıkları sıralayayım. Siz düşünün.
Birincisi, kadınlarımızın daha fazla çalışmaya başlamasını sağlayabiliriz mesela. İkincisi, eğitim reformu yaparak orta ikiden terk bir ülke olmaktan çıkıp yeni çalışmaya başlayacakların verimliliklerini artırabiliriz. Üçüncüsü, bir teknolojik yenilenme süreci ile her sektörde verimlilik artışlarını tetikleyecek yeni bir yol tasarlayabiliriz. En önemli etki nereden gelir? Teknolojik yenilenmeden. Ben teknoloji transferine dayalı bir inovasyon sürecini bu nedenle önemsiyorum.
Bizim her durumda düne benzemeyen bir şeyler yapmaya başlamamız gerekiyor. 1500 dolar kişi başına gelirden 10 bin dolara nasıl geldiysek aynı şeyleri, aynı biçimde yaparak 10 bin dolardan 25 bin dolara çıkamayız.
Şekil 1: Türkiye ve benzer ülkelerin ortalama yıllık reel büyüme hızları, %, 1950-2010
Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions
Şekil 2: Değişik dönemlerde Türkiye’nin büyüme performansının alt bileşenleri (%)
Kaynak: Dünya Bankası, Turkey’s Transitions
Bu köşe yazısı 11.01.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.