TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu aralar ne zaman etrafa bakıp televizyonlarda konuşanları dinlesem Türkiye’nin döviz kuruyla imtihanı sanki geçmişte kalmış gibi bir izlenim ediniyorum. Ama bana öyle gelmiyor. Türkiye’nin döviz kuruyla imtihanı asıl şimdi başlıyor. Neden şimdi? Gelin anlatayım.
1980 yılında, Türkiye’de kişi başına milli gelir 1500 dolar civarındaydı. 2002 yılında 3300 dolara ulaştı. 2015 yılında kişi başına milli gelirimiz 10 bin dolar oldu. Türkiye, kişi başına milli gelirini, 10 bin dolara gelinceye kadar yaptıklarını yaparak 25 bin dolara çıkartamaz. Kişi başına milli geliri 10 bin dolardan 25 bin dolara nasıl çıkaracağımızı mantıklı ve makul bir biçimde üç dakika içinde izah edemiyorsanız Türkiye’nin kurla imtihanı bitmez. Bu bir.
İkincisi, 2002-2007 döneminde ortalama büyüme oranı yüzde 7 civarındaydı. Bu oran 2012-2014 döneminde yüzde 3’e geriledi. Ne oldu? Ortalama büyüme oranımız yüzde 60 oranında azaldı. Türkiye’nin ortalama büyüme oranının yeniden eski seviyesine nasıl çıkacağını mantıklı ve makul bir biçimde ve üç dakika içinde açıklayamıyorsanız Türkiye’nin kurla imtihanı asıl şimdi başlayacaktır.
Üçüncüsü, 2002-2007 döneminde Türkiye’nin cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı yüzde 4’ten yüzde 6’ya çıktı. Ne oldu? 2002-2007 döneminden 2012-2014 dönemine Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 60 oranında azalırken; cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı yüzde 50 arttı. İyi olan azaldı, kötü olan yükseldi. Ne oldu? Türkiye bir düşük büyüme, yüksek cari açık dönemine girdi. Cari işlemler açığı şimdi düne göre azalıyor ama bu cari işlemler açığı, bu büyüme oranına göre hala çok yüksektir. Bunun azaltılacağına dair planınızı mantıklı ve makul bir biçimde ve üç dakika içinde açıklayamıyorsanız Türkiye’nin kurla imtihanı daha bitmiş sayılamaz.
Dördüncüsü, tam da bu ortamın içinde, Amerikan Merkez Bankası parasal sıkılaştırma sürecini başlatıyorsa Türkiye gibi ülkelerin bundan negatif etkilenmemelerini beklemek gerekir. Nedir? Uluslararası fon akımları bileşik kaplar gibidir. Amerikan ekonomisinin toparlanma süreci, daha önce ülke dışına itilen fonlara eve dönme sinyali verirken o fonu burada tutmak için çaba harcamanız gerekir. Çaba nedir? O fonları yönlendirenlere mantıklı ve makul bir biçimde ve üç dakikada, Amerikan ekonomisinin toparlanmasına rağmen neden burada kalmaya devam etmeleri gerektiğini izah etmeniz gerekir. Sakin sakin izah edemezseniz giderler. Ne olur? Türkiye’nin kurla imtihanı devam eder. Türkiye için fonlama maliyeti azalmaz, artar.
Beşincisi, burada en önemli vurgu “mantıklı ve makul bir biçimde ve üç dakikada” ifadesidir. Hakikatın ne olduğu önemli değildir. Önemli olan, ülkenizle ilgili algının nasıl olduğudur.
Benim çocukluk yıllarımda, iktisatçı Rudiger Dornbusch’un, “Bu ülkede devalüasyon olur mu?” konusunda karar vermeye yarayan bir Dornbusch testi vardı. O vakitler, sabit kur rejimi modaydı. Ülkeler birden devalüasyon yapardı. Latin Amerika bu konuda kötü bir şöhret sahibiydi. Dornbusch, “Bir ülkenin maliye bakanı saatlerce süren uzun basın toplantıları düzenliyor ve konuşmasını karmaşık grafiklerle süsleyerek ülkesinin parasının neden değerlenmediğini anlatmaya çalışıyorsa, bilin ki o ülkenin parası değerlenmiştir ve bilin ki devalüasyon kaçınılmazdır” derdi mealen.
Ben bu algının bugünlerde Türkiye için geçerli olduğunu düşünüyorum. Bununla baş etmenin yolu, rakamlara takılıp vaziyetin aslında öyle olmadığını izah etmek filan değildir. Vaziyetin öyle olmadığını uzun uzun izah etmek vakıa ile kavga etmek demektir. Portföy yöneticisinin algısı ile kavga etmek yerine, herkese eski pozisyonlarını değiştirebilecekleri bir yeni durum yaratmak gerekir. Yeni durum, yeni programdır. Ben bu nedenle ilk 100 gün programı hazırlıklarını fevkalade önemsiyorum.
Peki, bu işin fırsatı nerededir?
1 Kasım seçimlerinden hemen önce, Türkiye’de bir ekonomik kriz bekleyenlerin oranı yüzde 70’e vurmuştu. Seçimden sonra TOBB bünyesinde yapılan bir ankette bu bekleyiş tam tersine döndü. Bu nedir? İmkandır. Şimdi yeni hükümetin işte bu imkanı kullanması gerekir.
Yeni hükümet açıklandı. Şimdi beklenen, mantıklı ve makul bir biçimde hepimize hiç uzatmadan izah edilecek bir sıçrama programıdır. Her şeyin anında olması gerekmez. Yarınlara geçiş için bir yol olduğunun anlaşılması yeterlidir. Bugünden yarınlara geçişin yolu, bir an önce, makul ve mantıklı bir biçimde ve üç dakikada izah edilemezse Türkiye’nin kurla imtihanı asıl şimdi başlar.
Peki, etraftaki bu sükunet nedir? Vaziyet aynen o Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibidir. Hoca eşeğini kaybeder. Arar, arar, aradan zaman geçer. Hocayı, kararan havaya rağmen, öyle sakin mi sakin, bir yandan etrafı kolaçan edip diğer yandan türkü söylerken görenler, bu sükunetin nedenini merak ederler. Hoca “Bir umudum kaldı, o da şu dağın ardında” der ve ekler: “Eğer orada da bulamazsam dinleyin siz bendeki feryadı.”
Vaziyetimiz böyleyken böyledir efendim. Beklentimiz büyüktür.
Bu köşe yazısı 26.11.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.