TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2015 yılının ilk 9 ayında Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı 28,7 milyon olmuş. Geçen yılın ilk 9 ayında da Türkiye’ye 28,7 milyon yabancı turist gelmiş. Ama bu arada Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı 800 binden fazla azalmış. 2014 yılının ilk 9 ayında 4,1 milyon Rus turist gelmiş Türkiye’ye, bu yılın ilk 9 ayında bu rakam 3,3 milyona gerilemiş. Nedir? Her beş Rus turistten biri bu yıl Türkiye’ye gelmemiş. Ruslar bu yıl Türkiye’ye daha az gelmeye başlamışlar. Rusları, İtalyanlar ve Fransızlar takip ediyor. Şirketlerimizin döviz kazanma kapasitelerini olumsuz etkileyecek bir durum var ortada.
2015 yılının ilk 9 ayında Türkiye’nin toplam ihracatı bir önceki yıla kıyasla 127 milyar dolardan 113 milyar dolara gerilemiş. Şirketlerimizin dışarıya mal satarak yabancı para kazanma kabiliyeti azalmış. Bakın bir rakam daha vereyim: 1987-2007 arasında ihracatımızın yıllık ortalama artışı yüzde 8,5 civarında iken, 2012-2014 arasında aynı oran yüzde 3 civarına gerilemiş. Nedir? İhracatımızı artık eskisi kadar hızlı artıramıyoruz. Şirketlerimiz döviz kazanma kapasitelerini artık eskisi kadar rahat yönetemiyorlar. İlk tablo işte bu performansı gösteriyor.
Yukarıda 1987-2007 dönemi ile 2012-2014 dönemlerini karşılaştırdım. Bunu bilerek yaptım. Geçenlerde IMF, dünya ticaretinin Amerikan krizi öncesi ve sonrası durumunu karşılaştıran bir rapor yayımladı. “The Global Trade Slowdown: Cyclical or Structural?” başlıklı raporda karşılaştırma için bu dönemler kullanılıyordu. 1987-2007 döneminde yüzde 7 büyüyen dünya ticareti, 2012-2014 döneminde yüzde 3 büyüyordu. Rapor işte bu eğilimin yapısal ve konjonktürel nedenlerini tartışıyordu.
Şimdi bu duruma bakıp nasıl düşünmek gerekiyor? Öncelikle rahatlayabilirsiniz. Neden? “Bir tek bizim başımıza gelmeyen işler, bir tek bizim başımıza gelen işlerden daha iyidir” diye düşünmek mümkün. Ne de olsa herkesin başına gelenin sizin de başınıza gelmiş olması, bir nevi normaldir. Ben mesela Türkiye’nin Suriye politikasındaki hatalarını vurgulayanlara genellikle böyle cevap veriyorum. “Hadi” diyorum, “Başından bugüne Suriye’de hatasız, zikzaksız politika izleyen bir ülke gösterin bana.” Beyaz Saray ne yaptığını biliyor olsaydı, biz de biliyor olurduk doğrusu.
Ama elbette bu yeterli bir teselli kaynağı değil. Sonuçta her koyun kendi bacağından asılıyor. Her şirket kendi hesabını veriyor. İşte tam da bu nedenle, “Peki, yine de bize neden böyle oluyor?” diye bir yakından bakmak gerekiyor. İkinci nokta bu olsun. Türkiye’nin ihracatının neredeyse yarısı Avrupa Birliği ülkelerine gidiyor. Nedir? Biz ihracatımızın yarısını bizden daha gelişmiş ülkelere yapıyoruz. Fena değiliz yani. Bu ihracatı euro cinsinden yapıyoruz. Halbuki ihracatımızda azalma gösteren rakamlar hep dolar cinsinden. Bu yıl euro dolar karşısında değer kaybetti. Yakında Fed faiz artırmaya başladığında, euro dolar karşısında daha da değer kaybedecek. Korkunun ecele faydası yok. Şimdi euro cinsinde ihracatımız ile dolar karşılığı ihracatımızı birbirinden ayırıp bakarsak ne görüyoruz? Euro cinsinden ihracatımız artıyor. Dolar cinsinden ihracatımız ise azalıyor.
Neden? Petrol fiyatlarının düşüyor olmasından elbette. Dünyada ihracat gelirlerinin yüzde 65 ve daha fazlasını petrol satarak elde eden 28 ülke var. Bizim ihracat sepetimizde bu ülkelerin ağırlığı 2003’ten bu yana giderek artıyor. 2013 itibariyle ihracatımızın üçte birini, petrol ihraç eden ülkelere yapıyoruz. Grafik yanda, bir de siz bakın. Bu ülkelere dolar cinsinden satış yapıyoruz. O zaman ne oluyor? Petrol fiyatlarındaki azalma, hem memlekete gelen Rus turistlerin sayısını azaltıyor hem de dolar cinsinden ihracatımızı vuruyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) araştırmacıları Olcay Çulha, Utku Özmen ve Erdal Yılmaz’ın Petrol Fiyatlarındaki Düşüşün İhracat Üzerindeki Etkisi başlıklı, Haziran 2015 tarihli çalışması bu meseleyle ilgili nasıl düşünmemiz gerektiğine ilişkin analitik bir çerçeve sunuyor doğrusu. Bakmanızı öneririm.
Ama ben bugün bir adım daha atmak ve bağlantılı üçüncü bir meseleye gelmek istiyorum. Petrol fiyatlarındaki düşüş ile birlikte bazı şirketlerimizin döviz kazanma kabiliyetleri, diğer şirketlerimize kıyasla daha bir olumsuz etkilenmiş gibi geliyor bana. Türkiye üzerinde kuzeybatıdan güneydoğuya doğru ilerledikçe, illerimizin Avrupa Birliği pazarına ihracat yapma kapasitesi azalırken Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarına ihracat yapma kapasitesi artıyor. Bu ne demek? Şirketlerimizin petrol fiyatlarının düşüşü ile birlikte daha bir canlanan euro cinsinden satış yapılan pazarlara erişim imkanı artarken, dolar cinsinden satış yapılan pazarlara erişim imkanı azalıyor. Petrol fiyatlarındaki düşüş, Türkiye’nin bütün firmalarını değil, bazı firmalarını vuruyor. Bazıları için ekonomi tıkırında iken, diğerleri için vaziyet kötüleşiyor. Petrol fiyatlarının düşüşü, bazı şirketlerimizin döviz kazanma kapasitesini diğerlerine oranla daha kötü etkiliyor. Neden? Çünkü Türkiye’de herkes farklı bir piyasaya erişiyor. Gaziantep ihracatını Orta Doğu’ya, Bursa AB’ye yapıyor. O zaman şirket performanslarında bir de mekâna bağlı farklılıklar ortaya çıkıyor.
Ben petrol fiyatlarındaki düşüşün bazı firmaları diğerlerinden daha olumsuz etkilediğini düşünmeye başladığımda, geçenlerde IMF’nin yayımladığı rakamları hatırladım. 2007-2014 arasında şirket borçlarındaki artışta yüzde 20 küsur ile Türkiye, Çin’in ardından ikinci sırada yer alıyor. Memleketin pozisyon açığı da ortada ayrıca. Ne oluyor? Şirketler yabancı para cinsinden borçlanıyor. Sonra petrol fiyatları düşmeye başlıyor. Bu şirketlerden bazılarının döviz kazanma kapasiteleri bu gelişmeden olumsuz etkileniyor. Bazılarının pozisyon açığı büyüyor. Hangileri bilmiyoruz. Ama bu işin sonucu nedir? Bu artan risk sonucunda, kredi maliyetlerinin herkes için artmaya başlamasıdır bana sorarsanız. Ben not edeyim, sonra nereden çıktı diye düşünmeyin. Kredi maliyetlerindeki artışın bir bölümü de petrol fiyatlarındaki düşüştendir.
Ben petrol fiyatlarındaki düşüş meselesinin, şirketlerimizin döviz kazanma kabiliyeti ve bunların yabancı para cinsinden pozisyon açığına olası etkileri çerçevesinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Memleketin bankacılık otoritesinin de esoterik meselelerle uğraşmayı bırakıp bir an önce dünya işlerine eğilmeye başlamasının da kendi ahiretleri dahil, hepimiz için daha manalı olacağı kanaatindeyim doğrusu.
Bu köşe yazısı 23.11.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.