TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Temel ihtiyaç olarak tarım ürünlerinin giderek artan ve çeşitlenen talebinin yeterli ve güvenilir şekilde karşılanabilmesi ülkemiz için hayati konulardan biridir. Dünyada hızlı nüfus artışı, kişi başı gelir artışı ve ticaretin büyümesiyle gerçekleşen kişi başı tüketimin artması, tarımsal üretimin de istikrarlı biçimde artmasını gerektirmektedir.
Ülkemizde tarımın milli gelir içerisindeki payı 1980 yılında yüzde 26,1 iken, 1990’da yüzde 17,5 olarak gerçekleşmiştir. 2000’li yılların başında GSYİH içerisindeki payı yüzde 10,1’e kadar düşen tarım sektörü 2014 yılında toplam milli gelirin yüzde 7,4’ine kadar gerilemiştir. Tarımın GSYİH’daki payının giderek düşmesi sanayi ve hizmet sektörlerinin gelişmesinin göreceli olarak daha hızlı gerçekleşmesinden kaynaklanmakta olup, bu da ekonomik gelişmenin bir sonucudur. Diğer bir deyişle tarımın payı azalırken, tarıma girdi sağlayan ve tarım ürünlerini işleyen sektörlerin daha fazla büyümesidir. Öte yandan toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın payı 2000 yılında yüzde 47,8’den ancak yüzde %22’lere kadar inebilmiştir.
Toplam ekonomi içerisinde tarımın payının azalması tarım sektöründen geçimini temin edenler-çiftçiler açısından hiç hoş olmayan bir durum olsa da bu kesimin üretim yapılarını salt birincil tarımsal ürünler üretiminden, bunun işlenmesi ve sanayileşmesine kadarki sürece dahil olabilmeleri açısından önemli bir fırsat olarak da yorumlanabilir.
Hemen tüm gelişmiş ülkelerde çiftçilik, salt tarımsal birincil ürünler üretimi ve bunun sanayicilere ya da aracılara satılması olmaktan çıkmıştır. Çiftçiler üretiminin tarladan nihai tüketimine kadarki aşamalarında doğrudan sorumlu olmaya başlamış ve değer zincirinin tüm aşamalarında söz sahibi konumuna gelmişlerdir. Böylece birincil üründen nihai ürün olarak sofraya gelene kadar tüm aşamalarda oluşan katma değer artışlarından payını alabilme avantajına sahip olmuşlardır.
Tüm bu aşamalarda özellikle çiftçilerin etkin bir şekilde organize olabilme (örgütlenebilme) kabiliyetleri, üretimin her bir aşamasında refahın geliştirilmesi ve paylaşılmasına anahtar rolü oynamaktadır. Bireysel olarak etkin olunamayan pazarlarda hem girdilerin temininde hem de ürünlerin satışında çok büyük bir pazarlık yeteneğine ancak etkin çiftçi organizasyonları ile ulaşılması mümkün olmaktadır.
Türkiye’de bugün itibarıyla yaklaşık 13.500 adet tarımsal amaçlı kooperatif ve bu kooperatiflere ortak yaklaşık 4,5 milyon çiftçi bulunmaktadır. Tarımsal kooperatifler, üreticilerin bilgi ve becerilerini geliştirme, tarımsal girdi temini ve ürünlerin pazarlanması konularında aktif rol oynayamamaktadırlar. Ülkemizdeki çiftçi organizasyonları kendilerinden beklenilen görevleri gerçekleştirebilecek seviyeye henüz ulaşamamışlardır.
Bu kapsamda ülkemizde çiftçi organizasyonları olarak kurulmuş olan birim ve üst kooperatifler, odalar, üretici birlikleri ve dernekleri gibi yapılar zaman zaman çatışmalara, yanlış anlaşılmalara, olumsuz nitelemelere neden olmuşlardır. Ancak bu arada çok başarılı olmuş ve hatta dünya literatürüne girmiş organizasyonlar karşımıza çıkmış ama uzun soluklu ve sürdürülebilir bir yaşam bulamamışlardır.
Sınırlı kaynakları, profesyonel olmayan yönetim şekilleri, pazarda etkin olamayan yapıları, politik çatışma ve tercihler gibi çok farklı nedenlerle tarımın ve kırsal alanın içerisinde uzun süreli, kendi ayakları üzerinde durabilen, mali ve kurumsal destek olmaksızın çalışan organizasyonlar/yapılar ulusal düzeyde gelişememişlerdir.
Oysaki tarımsal açıdan gelişmiş olan hemen tüm ülkelerde çiftçi organizasyonları (adları ne olursa olsun-kooperatif, birlik, dernek, vb.) hep güçlü bir şekilde var olabilmişlerdir. Bu yapılar:
Böylece çiftçilerin ürünleri pazarın arzuladığı miktar ve kalitede olmakta, pazarlık yapma ya da istenilen yerlere ulaşma fırsatına sahip olmaktadırlar.
Diğer yandan ülkemizde, tarım-sanayi entegrasyonu tam sağlanamadığından, tarıma dayalı sanayilerde verimlilik artışı arzu edilen seviyeye ulaşamamış ve belirlenen hedeflerin gerisinde kalınmıştır. Ekonomisi güçlü olan ülkelere bakıldığında, bu ülkelerde tarım sektörünün güçlü olduğunu, hemen tüm çiftçilerin üyesi/ortağı olduğu çiftçi organizasyonlarının güçlü ve ülke gündeminde etkili olduklarını görüyoruz. Tarıma dayalı sanayilerin yaklaşık % 50’sine çiftçi organizasyonlarının sahip olduğu bu ülkelerde tarımsal üretim ve pazarlama ile ilgili hizmetlerin hemen tamamının çiftçi örgütlerince yerine getirilmektedir.
Önümüzdeki dönemde mutlaka çiftçi organizasyonları kendilerini yeniden sorgulamalı, bir araya gelmeli, dünyadaki yapıları yeterince incelemeli ve ortak bir strateji ile yeniden yapılanmalıdırlar. Bu kapsamda özellikle tarım sektörüne müdahale konusunda aktif olan siyasi otorite ve kamu kurumları da geçmişte olduğu gibi Tarım Satış Kooperatifleri, Tarım Kredi Kooperatifleri, Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri, sulama ve bitkisel/hayvansal ürün birlikleri gibi çiftçi organizasyonlarıyla olan ilişkilerinde katılımcı, demokratik ve gelişime uygun olacak adımlar atmalıdırlar. Aksi takdirde 2014 yılında FAO tarafından desteklenen “Aile Tipi Çiftçilik” faaliyetleri orta vadede ülkemizde ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilir yapılar olmaktan çıkacaklardır.
Fatih Özatay, Dr.
27/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024