TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Son kahredici saldırıdan sonra yine aynı tür değerlendirmeleri duymak irkiltiyor insanı: “Başka ülkelerde de oluyor.” Hayır efendim, benim ülkemde olmasın!
Buna yol açan ne tür yanlışlar varsa kaldırın onları ortadan, ondan sonra başka ülkelerden örnek vermeye hakkınız olsun. Mesela sorun kendinize: Başka ülkelerin iç işlerine karışmak zorunda mıyız? Bürokratik atamalarda liyakat sisteminden bu kadar uzaklaşılır mı? Terörle mücadeleye ayrılması gereken kaynaklar (insan ve para) demokratik ülkelerde hiç görülmeyecek biçimde başka önceliklere yönlendirilir mi? Ülkenin bu denli kutuplaşmasının bu tür olaylardaki rolü nedir?
Bir dolu yanlış yapıp, sonra da yaşanan olumsuzlukları sadece ve sadece ‘dış unsurlara’ bağlayan sözde ‘savunma’ mekanizmaları ekonomik durumumuz için de çok kullanılıyor. Bunların başında “Türkiye yüzde 3 büyüyecek. Evet, bu oran düşük ama tüm dünyada büyüme oranları düştü” geliyor. Buna ‘saf saf’ inananlar da var. Öyle ya. Baksanıza Avrupa’nın haline. Ya da Latin Amerika’ya… Gerçekten de 2015-2015 dönemi için dünyada ortalama büyüme oranı (2015 ‘taze’ IMF tahmini) yüzde cinsinden sırasıyla şöyle: 3.3, 3.4 ve 3.1. Aynı dönemde Türkiye için yüzde büyüme oranları ise 4.2, 2.9 ve muhtemelen 2.5 civarında bir 2015 büyümesi. Son iki yıl, dünya ortalamasının altında ama dünyadan da kopuk değiliz. Avrupa Birliği’nde ise durum yüzde 0.2, 1.5, ve 1.9 biçiminde. Onlardan, hamdolsun, bayağı iyiyiz. Amanın, bir de Latin Amerika’ya bakın: Yüzde 2.9, 1.3 ve -0.3. Vah vah, yazık onlara, çok şükür onlar gibi hiç değiliz.
Tamam da biz zengin ülkelerin refah düzeyine yaklaşmak istemiyor muyuz? Kişi başına gelir düzeyimiz (satın alma gücü ile ölçüldüğünde ve saygın kuruluşların satın alma gücü rakamları dikkate alındığında) ABD’ninkinin yüzde 25’i civarında 30-40 yıldır gezinip durmuyor mu? Latin Amerika da benzer dertten muzdarip değil mi? Kişi başına gelir düzeyimizi zengin ülkelerin kişi başında gelir düzeyine yaklaştırmak için onlardan daha yüksek bir oranda büyümek zorunda değil miyiz? Nüfus artış oranımızın onlardan daha yüksek olduğu dikkate alındığında, büyüme oranımız ile onların büyüme oranları arasındaki farkın, nüfus artış oranları arasındaki farktan çok daha fazla olması geremiyor mu?
Peki, 2013-2015 dönemi için şu büyüme oranlarına ne buyrulur? Yükselen ve gelişen Asya: Yüzde 7, 6.8 ve 6.5. Tamam, burada da Çin etkisi var. Peki ya şu beşli: Endonezya, Malezya, Filipinler, Tayland ve Vietnam: Yüzde 5.1, 4.6, 4.6. Onlar farklı bir dünyada mı yer alıyorlar?
Türkiye’nin hukuk sistemini çökerteceksiniz. Demokrasiden iyice uzaklaşacaksınız. Uygulanan dış politika sayesinde devasa bir iç güvenlik sorunu yaratacaksınız. Basın baskı altında olacak. Türkiye’yi büyük ölçüde bu nedenlerle özel sektörün yatırım yapmaktan çekindiği bir ülkeye dönüştüreceksiniz. Aynı nedenlerle doğrudan yabancı yatırımların giderek azalmasına yol açacaksınız. Atamalarda liyakat geçerli olmayacak; dolayısıyla hem yapısal dönüşüm politikası tasarlamaktan aciz bir bürokrasi hem de güvenlik zafiyeti yaratacaksınız. Tüm bu yanlışlar ‘kör gözüm parmağına’ şeklinde ortada duruyorken, “ne yapalım dışarıda kriz var; bu koşullarda bu oranda bir büyüme başarıdır” diyeceksiniz. Pes doğrusu…
Bu köşe yazısı 14.10.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
31/01/2025
Fatih Özatay, Dr.
29/01/2025
Güven Sak, Dr.
28/01/2025
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/01/2025
Burcu Aydın, Dr.
25/01/2025