TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
1980’de Türkiye’nin kişi başına milli geliri İran’ın kişi başına milli gelirinin ancak üçte ikisi kadardı. İran bizden iyiydi. 2014 yılı itibariyle bakarsanız, durum bir hayli değişti. Türkiye’nin kişi başına milli geliri, İran’ın kişi başına milli gelirinin iki katına çıktı. 1980 yılından 34 yıl sonra Türkiye ve İran diye bakarsanız dünyaya, İran birincilikten sonunculuğa düştü. Türkiye sonunculuktan birinciliğe çıktı. Nerede? Türkiye ve İran’dan oluşan o dünyada.
Neden böyle oldu? 1979 yılında İran’da İslam Devrimi oldu. Türkiye’de ise 1980 başında askeri darbe oldu. İran devrimle kısa süreli demokratikleşirken, biz diktaya dönmüştük. Sonra İran da devrim çocuklarını yedi. Her zaman böyle olur. Orada önce rehine krizi, ardından İran-Irak Savaşı başladı. İran 1980’leri yedi bitirdi. Türkiye ise kısa süreli diktadan demokrasiye döndü. 1980’li yılları iyi kullandı. Turgut Bey ile birlikte dünyanın tehditler değil, fırsatlar sunduğunu öğrendi Türkiye. İran ise son 34 yıldır dışarıda fırsatlar değil, tehditler gördü. İdeolojik at gözlüğü işte böyle bir şey. Kocaman kocaman laflar ve sonuçta elde var sıfır. Ne oldu? Tahran içe kapandı. Ankara dışa açıldı. Dışa açılan Ankara sayesinde, 1980’de İran’ın kişi başına milli gelirinin üçte ikisi kadar olan kişi başına milli gelirimiz, 2014 yılında İran’ın kişi başına milli gelirinin iki katına ulaştı (Tablo 1). Tahran içe kapandı, İranlılar göreli olarak fakirleşti. Türkiye dışa açıldı, Türkler göreli olarak zenginleşti. Burada norm millete müreffeh bir yaşam sunmaksa, Türkiye son 34 yıldır başarıdan başarıya koştu. Unutmayın, bu iki ülkeli dünyadan bahsediyorum bugün için.
İsterseniz Harvard Üniversitesi’nden Ricardo Hausmann’ın derlediği Atlas Veri Tabanına da bir bakın. 2012 yılında İran’ın toplam ihracatının yüzde 70’den fazlası petrolden geliyor. Grafik yanda duruyor (Şekil 1). Petrokimya’yı da eklerseniz yüzde 90’lara varıyor. Nedir? İran dışarıdan para kazanıyor kazanmasına ama tamamını Allah ne verdiyse üzerine fazla bir şey eklemeden satarak kazanıyor. Bir de Türkiye’nin ihracat yapısına bakın isterseniz. Nedir? Türkiye, imalat sanayi ürünleri satarak döviz kazanıyor. 1980’de Türkiye’nin ihracatının yüzde 90’ı tarım ürünleriydi, şimdi ihracatın yüzde 90’ı imalat sanayii ürünleri. İran o gün de petrol satıyordu, bugün de öyle. Ortada yalnızca niceliksel değil, niteliksel bir değişim de var Türkiye lehine. Rakamlar böyle diyor. Türkiye bu 34 yılda uyuşuk bir tarım ülkesinden dinamik bir sanayi ülkesine dönüştü, ekonomisini çeşitlendirdi. İran ise ekonomisini çeşitlendiremedi. Yeni zenginleşme kaynakları yaratamadı. Ekleyeyim, Türkiye pragmatik bir yaklaşımla dışa açıldı, ekonomisini çeşitlendirdi. İran ideolojik nedenlerle içine kapandı, ekonomisini çeşitlendiremedi.
Sonra 2013 yılının Haziran’ında İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Seçime katılmasına izin verilen Hasan Ruhani, en ılımlı aday olarak seçimi aşırılara karşı kazandı. İran tekrar dünya ile ilgilenmeye başladı.
Neden? Bundan 7-8 yıl önceydi. Bir İranlı araştırmacı, dini lider Hamaney için bir rapor hazırlıyordu. Bana “Nasıl oldu da Türkiye zenginleşti, ekonomisini çeşitlendirdi, İran göreli olarak fakirleşti?” diye sordu. Ben de aşağı yukarı şunu anlattım: “1980’lerde Türkiye küresel ekonomiye hızla entegre olup zenginleşti.
İran küresel ekonominin bir parçası olmadı, yalnızca küresel ekonomiye petrol satarak eklemlendi. İran göreli olarak fakirleşti, ekonomisini çeşitlendiremedi.” dedim, şimdi yazdıklarımı anlattım. “Peki, nasıl yaptınız? Reformları hangi sırayla gündeme getirdiniz?” diye sordu. Anlattım. Türkiye’nin nasıl deneme yanılma yöntemi ile çalıştığını, en çok hangi alandaki hatalarımızdan ders çıkartabileceklerini de söyledim. Sonra çıkarken “Peki, bu iktisadi dönüşümün hiç siyasi sonucu oldu mu?” diye sordu. “Oldu” dedim, “daha önce iktidara gelemezler denilenler, demokratik yollarla iktidara geldi. Bak nasıl oldu?” diye 2002’den beri yaşadığımız siyasi ve sosyal dönüşümü anlattım. Dikkatle not etti. Teşekkür edip gitti.
Kıssanın hissesi şudur: 2013 yılı Haziran’ında İran’da başlayan değişim sürecinin gökten zembille inmediğini bilmekte fayda var diye düşünüyorum ben. Bu ilk nokta.
İkincisi, şöyle yanı başımızda aynı Çin gibi uzun bir hazırlık ve tartışma döneminden sonra kararlı adımlar atan ciddi bir ülke varsa, Türkiye’nin de bir an önce şakayı bir kenara bırakması ve ciddileşmesi gerekir. İran, Türkiye’yi geçer mi diye değil, İran’ın dönüşümünden hem Türkiye hem İran nasıl karlı çıkar diye düşünmek için. Bence Türkiye, kendi Avrupa Birliği dönüşümünü tamamlayıp Avrupalılaşırsa, İran’ın dönüşümünden hem en büyük yararı elde edebilir hem de İran’ın dönüşüm sürecine en büyük katkıyı verebilir. Bir kez daha söylemiş olayım.
Üçüncü nokta ise başlıktaki soruda gizli: İran’ın dönüşüm süreci hızlı olmaz, kontrollü olur. Türkiye ve Çin deneyimlerinden alınan derslerle yönetilir gibi geliyor bana. Ne bileyim? Onun için de hala zamanımız var ne yapacağımız üzerine düşünmek için bana sorarsanız.
Bu köşe yazısı 24.07.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024