TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bir ülke, bir şirket gibi yönetilebilir mi? Ben Tayyip Bey’in geçen gün ortaya attığı meselenin iktisada yabancı olmayan, son derece ilginç bir tartışma çerçevesi olduğunu düşünüyorum. Açıklamaları duyunca, hemen Nobel ödüllü iktisatçı Profesör Paul Krugman’ın Harvard Business Review dergisinde yayımlanmış bir makalesini hatırladım. Makale 1996’da dergide yayımlandıktan sonra 2009’da Harvard Business Review Classics serisinde küçük bir kitapçık olarak da yayımlandı. Paul Krugman’ın 1996 makalesi “Ülke bir şirket değildir” (A country is not a company) başlığını taşıyordu. Bir ülkenin iktisat politikasını tasarlamakla bir şirketin büyüme stratejisini belirlemek arasındaki niteliksel farkı açıklıyordu. Pek güzeldi. Müsaadenizle, aşama aşama gideyim.
Bir şirketi başarıdan başarıya koşturan bir CEO, bir ülkeyi elbette coşturabilir. Neden olmasın? Başarılı bir CEO, başarılı bir devlet adamı olabilir. Örnekleri de var zaten. Ama başarılı bir CEO, her şeyden önce, bir ülkeyi yönetmenin bir şirketi yönetmekten tamamen farklı beceriler gerektirdiğini hemen fark eder diye düşünüyorum ben doğrusu. Bu ilk nokta olsun.
Peki, nedir bir ülkeyi yönetmeyi bir şirketi yönetmekten ayıran? Burada bir ülkenin ekonomi politikasını tasarlamakla bir şirketin büyüme stratejisini belirlemeyi birbirinden ayırmamız gerekiyor. Bir şirket yöneticisi kendi şirket stratejisini belirlerken, şirketi hangi sektörde çalışıyorsa yalnızca o sektöre odaklanır. Hâlbuki bir ülkenin ekonomi politikasını tasarlamak demek, birden çok sektörü aynı anda dikkate almak demektir. Büyük resmi görmeden, büyük hareketi hissetmeden ülkeyi yönetemezsiniz. Tek bir şirket için doğru olan, bir ülke için ille de doğru değildir.
Mesela şirketinize dışarıdan bir ortak bularak yeni bir fabrika kurmaya başlamak iyi bir iştir. Başarıyı getirir. Peki, buradan da, bir ülkenin bir şirket gibi yönetilmesi gerektiğini düşünerek “Yabancı sermaye girişi iyidir ve hemen artırılmalıdır” gibi bir politika sonucuna ulaşabilir miyiz? Evet. Doğru olur mu? Hayır. Şimdi düşünün ki, herkes hemen dışarıdan bir yabancı ortak bulmuş ve içeride de yatırıma başlamış olsun. O zaman ülkenin dengesine ne olur? Bozulur. Dış ticaret açığı büyür. Ülkeye fazladan bir talep gelir, arz hemen intibak edemez. Neden? Çünkü o fabrikaları yapmak, ithal girdi gerektirir. Eğer dalgalı kur sistemindeyseniz, doğrudan yabancı yatırımlarındaki hızlı artış, kurda değerlenmeye yol açar. Dolayısıyla ihracatınız bundan olumsuz etkilenebilir. İhraç malları üretiminde önemli olan sektörler bundan zarar görür. Başka? Eğer sabit kur sistemindeyseniz, hızla artan doğrudan yabancı yatırım enflasyonu artırır. Millet perişan olur. Her iki olasılıkta da sonuç aynı: Tek bir şirket için doğru olan, bir ülke için doğru değildir.
Kısmi bir denge üzerine düşünmeye alışmış olanların hareketin bütününü kavraması güç olur. İşte tam da bu nedenle iyi bir CEO olmakla iyi bir devlet adamı olmak arasında beceri seti açısından niteliksel bir fark vardır. Ülke bu nedenle şirket değildir. Ülkeyi bir şirket gibi yönetmeye kalkarsanız, her gün bir yerlerde bir kapasite kısıtına çarparsınız. Bu da olsun ikinci nokta.
Hayatta nasıl doğal bir denge varsa, ekonomide de bir denge vardır. İktisat politikası tasarımı, iktisadi hareketin bütününü dikkate alarak gerçekleştirilir. Tam da bu nedenle, üstadımız Keynes, “Pek çoklarının aksi kanaatine karşın, iktisat, teknik ve zor bir konudur” der. Keynes bu cümleyi “The Great Slump of 1930” makalesinde yazmıştır. Makale, 1963’te Essays in Persuasion kitabında yer almıştır. 1930’larda talep yetersizliği nedeniyle fiyatlar yerlerde sürünürken CEO’ların siyasetçilere önerisi, fiyatların yükselmesi için üretimin daraltılmasıydı. Hatırlayın Ayn Rand’ın Atlas Shrugged romanını, dönem işte o dönemdir. CEO’ların bu önerisi bildiğiniz arz-talep eğrileri ile yapılan analizin sonucudur. Oysa bildiğiniz arz-talep eğrileri ile yapılan analiz zaten bir kısmi denge analizidir. Ama o günlerde deflasyon ortamında fiyatlar düşerken fabrikaları kapatmak, üretimi kısmak hastalığa çare olur gibi geliyordu CEO’lara. Keynes de CEO’lar eşliğindeki siyasetçilere hadisenin bir kısmi arz değil, toplam talep sorunu olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Herkesi büyük resme bakmaya ikna etmeye çalışıyordu. İşte Essays in Persuasion’daki ikna çalışması da, beceri setleri, tanım gereği, büyük resmi görmeye uygun olmayan başarılı CEO’lara yöneliktir esas olarak. Tek bir şirket için doğru olan, bir ülke için her zaman iyi değildir.
Bir ülkenin ekonomi politikasını tasarlamakla şirketin büyüme stratejisini belirlemek, niteliksel olarak birbirinden farklıdır. Ekonomi politikası tasarımı büyük resmi görmeyi gerektirir. Peki şirket-devlet benzetmesine yalnızca idarenin etkinleştirilmesi açısından bakılabilir mi? Evet. Peki, o vakit, bir ülke bir şirket gibi yönetilebilir mi? Neden olmasın? Unutmayayım da anlatayım.
Bu köşe yazısı 20.03.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024