TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
1980’lerden beri Türkiye çok değişti. 1980’lerin başında ihracatımız yaklaşık 3 milyar dolardı. Şimdi 130 milyar dolar oldu. 1980’lerde 3 milyar dolarlık ihracatın yüzde 10’u imalat sanayi mamullerinden oluşuyordu. Şimdilerde bu oran yüzde 90’larda dolaşıyor. 1980’den bugüne Türkiye bir tarım ülkesinden bir sanayi ülkesine dönüştü. Ama memleketin dış ekonomik ilişkiler politikası hala 1980’lere takılı kaldı. Bugün Çin’in yaptıklarını doğrusu ya, ben gıpta ile takip ediyorum. Çin, Türkiye’nin yapamadıklarını yapıyor. Dış ekonomik ilişkiler politikasını günün gerçeklerine uyarlıyor. Biz hala Turgut Bey’in bizi bıraktığı yerde dolanırken onlar çağı takip ediyorlar.
Nasıl? Önce isterseniz dış ekonomik ilişkiler politikasında hatalı bulduklarımı bir sıralayayım. Sonra Çin’e gelirim.
Birincisi, biz dış ekonomik ilişki deyince, hala iş dünyasını cumhurbaşkanı ve başbakanın uçağına toplayıp bir yerlere götürmeyi anlıyoruz. Hâlbuki Turgut Bey zamanında manalı olan artık manalı değil. O eski çamlar çoktan bardak oldu. Türkiye ekonomisi artık “git, parayı kap, gel” aşamasını geçti. Hatta o eski anlayış Türkiye’nin ayağına dolanıyor artık. Bakın şirketlerimizin ihracat performansına, üst üste 3 yıl aynı pazarda tutunabilen şirket bulmak çok zor.
İkincisi, biz dış ekonomik ilişki deyince klasik ihracat desteklerini anlıyoruz. Desteklerin hepsi yurt içi odaklı oluyor. Dünyayı olduğu gibi ihmal ediyoruz. Hâlbuki dünyanın kalanında neler olduğu önemli. Dünya artık 1980’lerin dünyası değil. Dün ticaret bayrağı takip ederdi, bugün ise ticaret doğrudan dış yatırımı takip ediyor. Artık “git, parayı kap, gel” yerine “git, yerleş, Türkiye’yi içeren zincir kur, ticareti artır” dönemindeyiz. Ama biz daha bunun farkında değiliz. En azından teşvik sistemimiz böyle bir çağdaş yaklaşımı içermiyor. Oysa bir değer zincirinin parçası değilseniz, ihracat menziliniz pek daralıyor.
Üçüncüsü, Türk şirketlerinin artan dış yatırımları olması demek, ödemeler dengesi bilançosunu yönetmek için bir yeni bakış açısı geliştirmek demek aynı zamanda. Yurt dışında kurulu şirketlerimizin buraya kar transfer etmesi ve hizmetler sektörünün yurt dışı yatırımlar hedeflemesi hep finanse edilmesi gereken açığı azaltacak tedbirler aslında. Ama biz daha Turgut Bey’in bizi bıraktığı yerdeyiz.
Geçen yılın son günlerinde, Çin’in Devlet Konseyi, Çin şirketlerinin yurt dışına yönelik yatırımlarını bundan böyle ciddi biçimde destekleme kararı aldığını açıkladı. Çin’in Devlet Konseyi, Çin Bakanlar Kurulu demek. Bakanlar Kurulu, 2014 yılının Çin’e yönelik doğrudan yabancı yatırımlarla Çin şirketlerinin yurt dışına yönelik doğrudan yatırımlarının birbirine eşitlendiği ilk yıl olduğunu da açıkladı. Birleşmiş Milletler ticaret verilerine göre 2013’te Çinliler yurt dışına 101 milyar dolarlık yatırım yapmışlar. Aynı yıl Çin’e gelen yabancı yatırımlar ise 124 milyar dolar civarındaymış. Neredeyse eşit sonuçta. Bu arada, bize yıllık 10 milyarı aşkın yatırım gelince seviniyoruz. Çin’deki yabancı yatırımlar azalınca 120 milyar dolar filan oluyor. Yeni yapılan bir çalışmada (Chen ve Tang, 2014), 1998-2011 arasındaki tam 19 bin dış yatırım dosyası inceleniyordu. Buna göre, Çinliler, 2010 yılına kadar ülke dışında toplamda yalnızca 310 milyar dolar yatırım yapmışlar. 2020 yılında dış yatırım toplamının 5 trilyon dolara ulaşması bekleniyor[1]. Bu da demektir ki önümüzdeki 10 yılda etraf Çin yatırımları ile dolacak.
Neden? Birincisi, Çin’de köyden kente göçün hızı yavaşlayınca emek maliyeti artmaya başlıyor. Çin, önümüzdeki günlerde daha belirginleşecek bu eğilime karşı hazırlık yapıyor. İkincisi, Çin şirketleri, hem kendi küresel değer zincirlerini kurmak hem de kendi ihracatlarını desteklemek için olası pazarlarından geçen değer zincirleri kurmaya çalışıyorlar. Böylece yeni pazarlarda yerlerini sağlamlaştırıyorlar. Üçüncüsü, teknolojik yenilenme için şirket satın alıyorlar. Avrupa’da yeni şirket arayıp bulmaları bundan. Almanya’dan teknoloji transferi için şirket alırken, Portekiz’den fiyatları iyi diye gayrimenkul alıyorlar. Dördüncüsü, doğal kaynakları kendi ülkelerine yönlendirmek için dış yatırım yapıyorlar. Maden şirketleri alıyorlar. Özellikle Afrika söz konusu olunca ortada hep bir şehir efsanesi vardı. Hatırlarsınız, buna göre, Çinliler, Afrika’ya maden çıkarmak için geliyorlardı. Son çalışma bunun pek de doğru olmadığını gösteriyor. Çin şirketleri esasen ihracatlarını artırmak amacıyla, başka ülkelerde yatırım yapıyorlar. Sanılanın aksine 1998-2011 arasında Çin şirketlerinin toplam dış yatırımlarının ancak yüzde 11’i Sahra Altı Afrika hedefli görünüyor. Çinliler Asya’da ve OECD ülkelerinde faal görünüyorlar.
Türkiye açısından üç sonuç çıkartayım: Birincisi, Türkiye’nin Hazreti Nuh’tan kalma dış ekonomik ilişkiler anlayışını artık değiştirmesi gerekiyor. Bakın Çin Türkiye’ye yol gösteriyor. İkincisi, Sanayi Bakanlığımızın geçenlerde Filistin’deki Türk yatırımlarını ilke olarak destekleme kararı doğru yolda atılmış bir adım gibi duruyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin 5 trilyon dolarlık Çin dış yatırım pastasından ne pay alabileceği üzerinde daha ciddi düşünmesi gerekiyor.
Türkiye, bana, pek bir şey düşünüyormuş gibi gelmiyor her nedense. Belki de ben yanılıyorumdur.
Tablo 1: Çin şirketlerinin yurtdışı yatırımlarının coğrafi dağılımı, 1998-2011
Yıl |
OECD Dışı |
OECD |
Asya Dışı |
Asya |
SAA* Dışı |
SAA* |
Toplam (Nb) |
1998 |
95% |
5% |
21% |
79% |
95% |
5% |
19 |
1999 |
56% |
44% |
89% |
11% |
78% |
22% |
9 |
2000 |
75% |
25% |
45% |
55% |
85% |
15% |
20 |
2001 |
71% |
29% |
29% |
71% |
100% |
0% |
21 |
2002 |
70% |
30% |
58% |
42% |
88% |
12% |
66 |
2003 |
58% |
42% |
61% |
39% |
91% |
9% |
79 |
2004 |
69% |
31% |
41% |
59% |
90% |
10% |
244 |
2005 |
69% |
31% |
38% |
62% |
93% |
7% |
1091 |
2006 |
64% |
36% |
37% |
63% |
94% |
6% |
1411 |
2007 |
69% |
31% |
38% |
62% |
91% |
9% |
1632 |
2008 |
72% |
28% |
35% |
65% |
92% |
8% |
2091 |
2009 |
70% |
30% |
39% |
61% |
91% |
9% |
3058 |
2010 |
72% |
28% |
37% |
63% |
91% |
9% |
4144 |
2011 |
71% |
29% |
39% |
61% |
91% |
9% |
5103 |
Ortalama |
71% |
29% |
43% |
57% |
89% |
11% |
18990 |
*SAA = Sahraaltı Afrika
Kaynak: Çin Ticaret Bakanlığı
[1] He, D, L Cheung, W Zhang, and T T Wu (2012), “How would Capital Account Liberalization Affect China’s Capital Flows and the Renminbi Real Exchange Rates?”, China & World Economy 20(6), 29-54.
Bu köşe yazısı 12.01.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024