TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Hafta sonu Çin’in en güneyindeydim. Hainan Adası, Güney Çin Denizi’ne bakıyor. Hainan’ın merkezi Haikou’da düzenlenen bir toplantıda, Çinli konuşmacıları dinledim. Herkes Amerikan Merkez Bankası’nın parasal genişleme sürecini sona erdiren kararlarından dolayı tedirgindi. Dinlerken insana bir nevi, “Hoppala paşam, Malkara Keşan” havası geliyordu.
Dünyada makro dengesizlikler azalırken, Çin sanki bizden daha bir tedirgin duruyor. Aslına bakarsanız, Çin ve Türkiye makro dengesizlik skalasının iki ucunda yer alıyor. Biz düşük tasarruflarla cari işlemler açığı rekorunda, onlarsa yüksek tasarruflarla cari işlemler fazlası rekorundaydılar. Şimdi Amerika parasal daralma sürecinin başındayken, artık her iki ülke için de bir yeni denge, yeni normlar tanımlanması gerekiyor. Her iki ülke için de daha düşük büyümeli bir yeni norm oturacak.
Peki, büyümenin yavaşladığı bir ortamda ne olur?
Gelir dağılımındaki adaletsizlik daha bir göze batar hale gelir. Bugün herkesin durumu iyileştiği için ortalığı sarmayan adalet arayışı ortalığı yangın yerine çevirebilir. Sistemden yararlanmak üzere bekleyenler, sıranın bir türlü kendilerine gelmeyeceğini düşünüp mutsuz olabilirler. “Biri yer, biri bakar” havası yaygınlaşabilir. Ne olur? Çin’in istikrarlı dönüşüm süreci bundan olumsuz etkilenir. Hâlbuki 20’inci yüzyılın en büyük dönüşümü Çin’in küresel sisteme Komünist Partisi önderliğinde düzenli entegrasyonudur. Şimdi büyüme hızı yavaşlarsa, herhalde deneyin bundan sonraki kısmı için iyi olmaz.
Haikou’da gördüğüm tedirginlikle ilgili ilk aklıma gelen açıklama bu oldu. Ne bileyim, herhalde ondan “büyük kaplanları” hedef alan bir yolsuzlukla mücadele kampanyası yapıyorlar dedim kendi kendime. O adalet arayışı ihtimaline cevap üretebilmek için sonuçta bu etkili bir araç aslında. Neticede işlerin eskisi gibi devam edemeyeceğini de biliyoruz. Fakat onlar endişeliler, biz değiliz. Neden? İşte Çin’de asıl bunu merak etmeye başladım.
İlk aklıma gelen yerden konuya gireyim. Birlikte düşünelim isterseniz. Çin, aslında Deng reformları ile bir büyük başarıya imza attı. Çin’de yaklaşık 700 milyon kişi yoksulluk sınırının altından üstüne çıktı. Ne zaman? 1981-2010 döneminde. UNCTAD çalışmaları öyle diyor. Deng Şiao Ping reformları başlamadan evvel, milletin yüzde 84’ü, günlük 1 dolar yoksulluk sınırının altında yaşıyormuş. Şimdi nüfusun yalnızca yüzde 10’u, artık günlük 1,25 dolar olan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu dönüşüm sayesinde, dünyada yoksulların oranı 1990 yılından 2010’a yarı yarıya azaldı. Nüfusun yüzde 43’ü 1 dolarlık sınırın altındayken, şimdi bu oran yüzde 21’e geriledi. Çin sayesinde oldu. 1980’de bizim gibi onlar da reform yoluna girdiler. Çin’in büyüme performansı sayesinde de sonucunu aldılar. Büyüme, yoksulluğu azalttı, işlevini gördü.
Ama piyasaya dayalı büyüme, Çin’de gelir dağılımı adaletsizliğini de artırdı. Gelir adaletsizliğini ölçen Gini katsayısı 0’a doğru yaklaştıkça azalan adaletsizliği, 0 olunca o mükemmel eşitlik durumunu, 100’e doğru yaklaştıkça da artan adaletsizliği gösteriyor. Çin, 1981’de 29’daydı. 2010 itibariyle 42 oldu. Geçenlerde Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz, İstanbul’da yaptığı konuşmada “Bu kadar kısa bir sürede gelir dağılımı adaletini bu kadar bozan bir örnek olmadı” diyordu. Öyle oldu. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin kaynağı kırsalda ve kentlerde yaşayanlar arasındaki gelir uçurumu esasen. Ama adalet azaldı. Azaldı da ne oldu? Çin, gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye’ye yakınsadı. 1981’de Finlandiya’nın 2010 yılındaki 28’i gibiydi. Şimdi Türkiye gibi oldu. 1995 yılında Türkiye’nin Gini katsayısı 41,5’ti. 2010 yılı itibariyle gittik geldik ve biz 40 olduk. Hâlbuki arada 38’leri görmüştük. 2007’den sonra bize bir haller oldu. Çin ise 1995 yılında 35,7’deydi. 2010 itibariyle 42 oldu. Çin, aslında Amerika gibi oldu.
Bir dakika, yanlış oldu. Önceki paragrafın son cümlesini düzelteyim. Credit Suisse’in 2014 Dünya Servet Dağılımı Araştırması’na göre, Çin adaletsizlikte daha tam Amerika gibi olamadı. Bu çalışmaya göre, en üstteki yüzde 10’un serveti, Amerika’daki toplam servetin yüzde 75’i civarında. Oxfam’ın, dünyanın en zengin servete sahip 86 kişisinin toplam serveti, dünya nüfusunun yarısının toplam servetinden daha fazla dediği, işte böyle bir durum. Çin’de en zengin yüzde 10, 2000 yılında toplam servetin yüzde 48,6’sını kontrol ediyormuş. 2014 yılında bu oran yüzde 64 olmuş. Hızlı artmış ama Amerika kadar olamamış. İlk dörtte Amerika’daki oranı geçen iki ülke daha gözüme çarptı. Hong Kong’ta en üstteki yüzde 10, toplam servetin yüzde 77,5’ünü kontrol ediyormuş. Türkiye’de ise yüzde 77,7’sini. Üstelik 2000-2014 döneminde servet dağılımındaki adaletsizlik artmış. 2000 yılında, Türkiye’de en üstteki yüzde 10, toplam servetin yüzde 67’sini kontrol ediyormuş. Bakın nerden nereye gelmiş.
Ama bize pek öyle ortada bir adaletsizlik var gibi gelmiyor galiba. Herhalde o nedenle Çinliler kadar tedirgin değiliz. Belki de rakamlar yanlıştır. İyisi mi ben bir kez daha bakayım. Sonra yine anlatırım.
Bu köşe yazısı 04.11.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024