TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Biz oraya kısaca İngiltere diyoruz ama aslında yanlış. Birleşik Krallık dört ayrı ülkeden oluşuyor: İskoçya, Galler, İngiltere ve Kuzey İrlanda. Ben bu hafta başı Birleşik Krallık’ın başkenti Londra’daydım. Televizyonlarda, gazetelerde hep bu İskoçya’nın bağımsızlığı referandumu tartışılıyordu. İskoçya, Birleşik Krallık’tan ayrılırsa ne olur? Vallahi benim anladığım, ikisine de bir şey olmaz. İskoçya kurda kuşa yem olmaz. Krallık’a da bir şeycikler olmaz. Bugün isterseniz, böyle bir ayrılık meselesine nasıl bakılabileceğine ilişkin bir çerçeve sunayım. Bir nevi etki analizi çerçevesi diyelim buna. Siz nasıl olsa bu yazıyı okurken sonucu biliyor olacaksınız. Sonucu değerlendirmenize faydalı olacak birkaç parametre söylemiş olayım. Bu arada Türkiye’den ayrılmak isteyenler varsa, onlara da düşünme çerçevesi olur diye düşünüyorum doğrusu.
Birincisi, İngiltere’de geçtiğimiz hafta her akşam birileri bir haber programında, dün yapılan referandumu tartışıyordu. İskoçya’nın bağımsızlığını isteyenlere kimsenin “vatan hainleri” filan diye bağırdığını duymadım. Herkes derdini güzel güzel anlatıyordu. Ayrılmak isteyene olsa olsa yaşlı gözlerle “gitmesen” deniyordu. Özendim. Biz daha adam gibi tartışmayı öğrenemedik diye bir daha üzüldüm. Ülkeler ikiye gruba ayrılıyor: Bir tarafta ayrılığın masa başında diplomatlar arasında konuşulabildiği ülkeler var. Öte tarafta, konunun silahlı milislerle savaş meydanında ele alındığı ülkeler. Bu ikinciler vatana ihanet lafını çekirdek çitler gibi ağzından kolayca çıkarıveren insanların yaşadığı ülkeler. Çekoslovakya ilkine, Yuguslavya ikincisine örnek. İlkinin Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılması, bir yıldan az zaman almıştı. Yugoslavya işi ise hala daha yerine oturmadı. İskoçya ilkine örnek olabilir ama mesela Kürdistan’ın Irak’tan ayrılması bana kalırsa ikincisi gibi olur. Türkiye, kesinlikle hala ikinci grupta yer alıyor.
Peki, bu işe nasıl bakalım? Öncelikle Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ayrılırken, Çeklerin kişi başına milli geliri, Slovaklardan yüzde 20 daha fazlaydı. Ortada bir bölgesel eşitsizlik durumu vardı. Slovakların nedeni vardı. İskoçya söz konusu olduğunda böyle bir durum yok. İki açıdan bir dengesizlik yok. Birleşik Krallık ve İskoçya’nın kişi başına milli geliri esas olarak 20 bin pound civarında, birbirine eşit. Ortada bir fark yok. İkincisi, kişi başına kamu yatırımları İskoçya’da yüzde 10 daha fazla. İnsan bakınca, nedir bu İskoçların derdi diyor? Mesele tamamen romantik, benim gördüğüm. İskoçlar biz kişi başına gelirde Birleşik Krallık’ı sollarız, Kuzey Denizi petrolü bizim diyorlar. Yok öyle bir şey. Üç aşağı beş yukarı aynı yerdeler. Bu referandumun da bir manası yok.
İkincisi, geçen gün İngiliz Financial Times gazetesinde John Kay’in köşesindeydi. Böyle bir ayrılmanın iktisadi etkilerini üç açıdan inceleyebilmek mümkün: ilki, kur riski. Yeni ülkenin ayrı bir para birimi olacaksa, ortaya yeni bir kur riski meselesi çıkıyor. Yeni para, yeni bir risk unsuru. Bir paradan diğerine geçmek ise bir değişim maliyeti getiriyor. İskoçlar, “Birleşik Krallık’la parasal birlik içine gireriz” filan diyorlar. Her durumda bir geçiş süreci tanımlanabilir. Her iki ülkenin parası, ülke politikalarının kredibilitesinden etkilenir. Anlaşmalar imzalanır, para birliği tabii olur. Neden olmasın? İkincisi, kamunun kredi değerliliğinden kaynaklanan risk. Piyasalardan borçlanırken, borçlarını ödeyebilecek olanın faiz oranı daha düşük oluyor. Har vurup, harman savurmak ise faiz oranını yükseltiyor. Mali disiplin varsa, hükümetlerin bu riski indirebilmesi mümkün. 2002’den beri Türkiye’de olan bu aslında. Mali disiplin, borç stokunu azalttı, faizleri düşürdü. Ayrılan bir ülkenin kamu borç stokunun ilke olarak bir biçimde ikiye bölünmesi gerekiyor. Elbette yeni ayrılan eski borçları reddedebilir ama o vakit ek bir risk primine de razı olması lazım. O da olmaz. Sonuçta, buradan da farklı bir şey çıkmaz. Üçüncüsü, finansal kurumların kredi riski. Bankaların kredi riskini belirleyen faktör nedir? Sağlam bir merkez bankasının ve de rezervlerin olması elbette. Bunların hepsini de ayrılma masasında tasarlayabilmek mümkün. Sonrasının ne olacağı ilgili ülkelerin hükümetlerine kalmış ama ayrılmanın sorunsuz tasarlanabilmesi ilke olarak mümkün. Ortada üzülecek bir durum yok esasen.
Üçüncüsü, yekpare piyasanın ortadan kalkması, tek pazarın dağılması olabilir. Mallar artık gümrükten geçeceğine, işgücü akımları da sınırda takılabileceğine göre, şirketler bundan yalnızca mutsuz olurlar. Ek maliyet kötüdür. Bir şirket için, iç pazarın bir bütün olarak kalması önem taşır. Ama elbette ayrılıktan sonra, iki ülke arasında, ayrıntılı bir gümrük birliği anlaşması imzalanabilir. Hiçbir şey değişmemiş gibi yapılabilir.
Herhalde o nedenle, Birleşik Krallık parlamentosundaki üç siyasi partinin başkanları geçenlerde bir deklarasyon yayınlayıp, İskoçlara, “kardeşim, derdiniz neyse, biz size o hareket alanını verelim” dediler. Sonuçta İskoçya ayrılmış gibi yapıp, esasen ayrılamayacak gibi duruyor. Bu bağları koparmak mümkün görünmüyor. İskoçya ayrılsa da ayrılmasa da değişen bir şey olmaz. Ne olur? Masraf olur. Şimdi yani bu iş bu kadar masrafa değer mi? İşte referandumda oylanan mesele bana buymuş gibi geldi. Türkiye ayrı bir hikaye. Ama parametreler aynı, bana kalırsa.
Bu köşe yazısı 19.09.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024