TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde bir dostum bana “Türkiye sanayi devriminin neresindedir?” diye sordu. Doğrusu ya, hemen bir cevap veremedim. Şimdi ben aklımdakileri bir anlatayım, siz karar verin.
Dünyada yaşam kalitesi adına ne tartışma varsa, gelir eşitsizliği üzerine ne yazılmışsa, bunlar son iki yüzyılın ürünüdür. Ondan önce eşitsizlik yok muydu? Elbette vardı. Ancak ondan önce dünyanın imkânlar seti, bu son iki yüzyılla karşılaştırılmayacak kadar az gelişmişti. Jane Austen, evde çay partisi verebiliyordu ama geniş kitleler, bin yıl önceki ataları nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyorlardı. Dünyada, herkesi evde çay partisi düzenleyecek hale getirecek üretim kapasitesi yoktu. Sonra oldu. Sanayi devrimi, dünyanın üretim imkânları setini kapsamlı bir biçimde değiştirdi. 1780’lerde dünyada bir teknolojik sıçrama oldu. Buhar gücü ticari kullanıma girdi. Kaynayan suyun bir enerjisi olduğunu Taş Devri’nden beri biliyorduk ama onu ticari olarak nasıl kullanabileceğimizi 1750’lerde anlamaya başladık. Sonra her şey çok çabuk oldu. Kişi başına gelir önceki düzeyleri ile kıyaslanamaz bir biçimde arttı. Aşağıdaki grafik temsili olarak o durumu anlatıyor. Son iki yüzyıla dikkat.
Kaynak: Gregory Clark (2007) Industrial Revolution, pp.2
İlk sanayi devrimi bir tek icatla olmadı. Onu da not edeyim. Protestan Denis Papin, Fransa’nın Katolik yöneticilerinin baskısından bunalıp İngiltere’ye kaçmasaydı, sanayi devrimi İngiltere yerine Fransa’da başlayabilirdi. Açık fikir, açık zihin olmadan, herkese açık yenilik olmaz. Bu bir. Sınırlı sorumluluk kavramını getiren anonim şirket modeli ve bu modeli işleten el değiştirebilir hisse senedi düzenlenmesi olmasaydı, dönemin en açık fikirli ülkesi İngiltere’de toplanan o icatlar ticarileşemezdi. Bu iki. Hukuk sistemi güvenilir olmasaydı, dönüşüm olmazdı. Bu da üç.
Sanayi devrimi, böyle bakarsanız, bir eko-sistem değişikliği ile birlikte gerçekleşti. Teknolojik yenilikler üzerine düşünen mühendisler, bu mühendisleri destekleyecek ARGE sabrına sahip finansörler, o finansörlere riskin tamamını değil, bir bölümünü paylaşma imkânı veren, hukuki bir yenilik olan el değiştirebilen ortaklık hakkı belgesi hisse senetleri, o hisse senetlerine sahip olanların haklarını güvence altına alan bir hukuk sistemi, o hukuk sisteminin, dönemin muktedirlerine rağmen adalet dağıtmasını olanaklı kılan bir büyük yasal çerçeve. Sanayi devrimine imkân sağlayan eko-sistemin gerekleri son iki yüz yılda pek fazla değişmedi doğrusu. Bugün de aynı.
Sonra 1840’larda Bessemer çeliği ile çelik üretimi ucuzladı. Böylece makine yapımında seri üretime geçiş kolaylaştı. Makineleşmek kolaylaştı. Yeni bir teknolojik sıçrama ile hayat her alanda ucuzladı. İkinci sanayi devrimine geçtik. Her alanda kitlesel mal üretimi böylece başladı. Dün yalnızca ayrıcalıklı bir azınlığa mahsus olan lüks tüketim ürünleri herkes için ulaşılabilir oldu. Herkes tüketici olmaya başladı. Sonra 1970’lerden itibaren bilgisayarlar yaşamımızı dönüştürmeye başladı. Bilgi işlem teknolojisi ile hem işlem kapasitemiz arttı hem de uzaklar yakın oldu. Bireyler arasındaki iletişim ucuzladı. Oldu size üçüncü sanayi devrimi. Şimdi dördüncü sanayi devriminin eşiğindeyiz. Dün bireyler birbirleri ile iletişim kurarlardı, şimdi makinelerin birbirleri ile iletişim kuracağı bir çağın başlangıcındayız. Makineleşmenin ikinci aşaması bir nevi. Makinelerin birbirleri ile karşılıklı konuşmaya ve ticaret yapmaya başlaması, küreselleşmenin son aşaması. Almanların Üretim 4.0 diye uygulamaya koyduğu programın temeli bu. İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin dalga boyu paylaşımı (spectrum sharing) ile ilgili olarak son bir yıldır başlattığı tartışmanın manası da bu.
Aslında her birine iki aşamalı bir sıçrama derseniz, ikinci sanayi devrimini tamamlamakta olduğumuzdan da bahsedebilirsiniz. Önce bir teknolojik sıçrama ve ilk ticari uygulamaları, sonra o teknolojik gelişmenin bütün üretim süreçlerine uyarlanması. Böyle bakarsanız ortada bir örüntü var. Önce buhar gücünün ticari kullanımına imkân sağlayacak altyapının ortaya çıkması, ilk makinelerin yapılması ve sonra makine yapma maliyetinin azalması ile birlikte makineleşmenin bütün üretim süreçlerinde yaygınlaşması. Önce bilgi işlem teknolojisinde bir teknolojik sıçrama ile bilgisayar gücünün ilk ticari uygulamalarının ortaya çıkması, sonra iletişim maliyetinin ucuzlaması ile birlikte bilgisayarlaşmanın tüm üretim süreçlerine uygulanması.
İşte şimdi buralarda bir yerdeyiz. Yakında evinizdeki buzdolabı süpermarkete doğrudan sipariş verebilecek. Yaşam süresi sona ermekte olan ampul, tedarikçisine direk sipariş iletebilecek. Üstelik nerede oldukları da pek fark etmeyecek. İlginç bir dönem olacak.
Ben buradan Türkiye ile ilgili birkaç sonuç çıkartmak istiyorum, müsaadenizle. Birincisi, dün buhar makinelerine dayalı bir teknoloji platformunun küresel yayılımı yüz yıldan fazla bir zaman almıştı. Hâlbuki bilgi işlem teknoloji platformu anında küresel ölçekte yayıldı. Makineleşmek zaman almıştı ama bilgisayarlaşmak daha kolay oldu.
İkincisi, Türkiye, 2007 yılından beri 10 bin dolar kişi başına gelirde takılı kaldı. 10 bin dolardan 25 bin dolara çıkmak Kore’nin 19, Japonya’nın 22, Amerika’nın ise tam 44 yılını almıştı. Amerika’nın kişi başına geliri 1929’da 10 bin dolardı. Japonya’nınki 1968’te 10 bin dolara vurdu. Kore, 1991 yılında 10 bin dolardaydı. Türkiye aynı yere 2007 yılında ulaştı.
Üçüncüsü, dünün teknoloji platformlarının yayılma hızı yavaş, refah etkisi daha sınırlıydı. Türkiye bugün dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçası, dünya iletişim sisteminden de kopuk değil. Mesela, Kuzey Kore’de Twitter’ı yasaklamak için önce Twitter erişimine imkân sağlayacak altyapıyı inşa etmeniz lazım. Türkiye öyle değil.
Böyle bakıldığında, Türkiye’nin 10 binden 25 bin dolara, bundan öncekilerden daha hızlı çıkabilmesi mümkün. Peki, ne lazım? Eko-sistemi bir bütün olarak görmemiz lazım. Şimdi lütfen, “ilk sanayi devrimi bir tek icatla olmadı” diye başlayan paragrafı bir daha okuyun. Ne kadar yakın ve ne kadar uzak değil mi? Başlangıçta hep öyle gelir.
Bu köşe yazısı 01.09.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024