TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında finansal bir işbirliği artık zor. Bu nedenle Türkiye'nin 'ayağını yorganına göre uzatmaya' alışmasında yarar var.
Yükselen piyasa ekonomilerinin önemli bir kısmı 2010’un ikinci yarısından itibaren önemli bir sorunla karşı karşıya kaldılar. Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının ekonomilerini biraz olsun toparlayabilmek için önce faiz hadlerini sıfıra doğru yaklaştırmaları sonra da manevra alanı kalmayınca bol kepçe para basmaları sorunun temel nedeniydi.
Oralarda basılan bol miktarda paranın önemli bir kısmı kendi ülkelerinde arzu edilen ölçüde krediye dönüşmedi. Bu nedenle, faizlerin daha yüksek olduğu ve ekonomileri büyüyen yükselen piyasa ekonomileri ağırlıklı olarak kısa vadeli sermaye girişleri taarruzuna uğradı. Varlık fiyatları arttı, yerli paralar değerlendi ve kredi arzı artış oranları hızla yükseldi. Kontrol edilmemeleri halinde bu ülkelerin finans sistemlerini tehdit eder boyuta çıkmak eğilimine girdiler.
Dolayısıyla, gelişmiş ülkelerin kendi ekonomilerini ayağa kaldırmak için yaptıklarının çoğu yükselen piyasa ekonomisi için arzu edilmeyen önemli sonuçları oldu. Üstelik bu hareketler sürekli olarak tek yönlü olmadı. Mesela 2011’in ikinci yarısında Euro Bölgesi karıştı ve yine mesela, geçen yıl mayıs ayıda Bernanke meşhur açıklamasını yaptı bu ülkelerden ya para çıkışı oldu ya da eskisine kıyasla çok az para geldi. Her iki dönemde de varlık fiyatları düştü, yerli paralar değer kaybetti.
Bu müthiş oynaklık çoğu yükselen piyasa ekonomisinin tepkisini çekti. Mesela geçenlerde Hindistan Merkez Bankası Başkanı ABD Merkez Bankası’nı açıkça eleştirdi. Bu tür tepkilere verilen yanıt, kibarca, “her ülkenin merkez bankasının yasası ile bağlı olduğu, yasası gereğince kendi ülkesindeki ekonomik gelişmelerden sorumlu olduğu” yönünde. Yani, ABD Merkez Bankası parasal genişlemeyi azaltma kararı aldığında ve 2015 içinde faiz artırmaya başladığında, yükselen piyasa ekonomileri nasıl etkilenecek diye düşünmüyor. Kendi ekonomisindeki enflasyon ve işsizliğe bakıyor.
Son tahlilde haklı da olsa, bu ‘umursamaz’ tavra karşı söylenecek iki şey var. Birincisi, artık yükselen piyasa ekonomilerinin dünya ekonomisi içindeki önemleri çok arttı. Ekonomilerinin kötüleşmesi demek ABD’nin ya da Euro Bölgesi’nin mesela on yıl önce bu olumsuzluklar yaşansaydı ne kadar olumsuz etkileneceklerse ondan çok daha fazla olumsuz etkilenmeleri anlamına geliyor.
İkincisi, çok değil beş yıl önce başa bir hava hakimdi. Lehman’ın 15 Eylül 2008’de batışından 2009 sonlarına kadar uluslararası düzeyde önemli bir işbirliği vardı. Özellikle G-20 ülkeleri o sıralarda önemli kararlar aldılar. Bunların sonucunda, ekonomik daralmayı sınırlamak üzere hep birlikte –gelişmişler ve yükselen piyasa ekonomileri- 2009’un bahar aylarında maliye politikalarını gevşettiler.
Ayrıca 2008’in son aylarından başlayarak G-20 içindeki yükselen piyasa ekonomileri para politikalarını da gevşettiler. Önce Çin ve Hindistan devreye girdi. Arkasından Türkiye, Endonezya ve Güney Afrika geliyor. Sonra da Meksika, Brezilya ve Rusya. Para politikasının gevşetilmesi politika faizlerinin kademeli olarak ve belirgin biçimde indirilmesi yoluyla oldu. Bazı ülkeler ayrıca zorunlu karşılık oranlarını da düşürdüler. Aynı dönemde gelişmiş ülkelerin de para politikalarını gevşettikleri düşünülürse, Eylül 2008-2009 döneminde ekonomi politikasında uluslararası düzeyde işbirliği olduğu hemen saptanıyor.
Kısacası, krizin ilk dönemindeki işbirliği ortamı, sonraki aşamalarda, özellikle de 2010’un sonlarından itibaren her ülkenin giderek daha fazla kendi politikasını uyguladığı bir ortama dönüştü ve beraberinde yükselen piyasa ekonomilerinde bol miktarda sorun doğurdu. İşbirliği ortadan kalktı.
Şöyle de denilebilir: Eylül 2008 ile başlayan ve kabaca 2009 sonuna kadar olan dönemde işbirliği mümkündü. Zira, birincisi, çıkarlar ortaktı. İkincisi, uygulanan politikaların tümü de siyaseten yapılabilirliği olan politikalardı. Oysa 2010’un sonlarından itibaren ortaya çıkan sorunlara karşı uygulanabilecek politikalar öyle değil. Bundan sonra da işbirliği zor görünüyor. Türkiye’nin bu nedenle ‘ayağını yorganına göre uzatmaya’ alışmasında yarar var. Elbette, yorganı sündürmeden uzatma çabalarını da ihmal etmeden, ne ihmali; yapılacaklar listesinin en başına alarak.
Bu köşe yazısı 17.07.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
08/03/2025
M. Coşkun Cangöz, Dr.
07/03/2025
Fatih Özatay, Dr.
07/03/2025
Fatih Özatay, Dr.
05/03/2025
Güven Sak, Dr.
04/03/2025