TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bir: "Allah'ım umarım kötü bir rüya görüyorumdur". İki: "Bize sil baştan yeni bir ekonomik program gerekiyor". Ya biri ya öteki.
Gelin, 2012’den bu yana üç önemli makroekonomik göstergemizin gelişimine, bir de 17 Aralık ve sonrası hiç yaşanmasaydı 2014’te aynı göstergelerin alabileceği değerlere bakalım. Bu bakış açısı, son yıllarda ekonomimizin karşı karşıya olduğu önemli bir sorunu bize bir kez daha hatırlatacak.
Sözünü ettiğim üç gösterge büyüme oranı, yıllık ortalama enflasyon oranı ve cari açığın gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı. Büyüme oranına ilişkin ilk üç çeyreğe, cari açık için ise ilk on bir aya ait veri var. Sorun yok; fazla hata payı olmadan, bu değerlere dayanarak 2013 için sağlıklı tahminler yapmak mümkün. Tablo 1’de bu tahminler var 2013 için.
Peki, 17 Aralık sonrası yaşananlar hiç yaşanmasaydı 2014 nasıl geçecekti? Geçen yılın sonlarında bir dizi yazı ile bu soruyu yanıtlamaya çalıştım. Zaten ben o çaba içindeyken 17 Aralık da olmamıştı. Tabloda yer alan 2014 tahminleri o zamanki tahminlerim; hatırlarsanız 2013’e kıyasla biraz daha az büyüme ve cari açık ile biraz daha fazla enflasyon bekliyordum. Az sayıda veri var tabloda ama bize oldukça çok bilgi veren bir tablo. Elbette her daim methiye düzenler için değil, görmek isteyenler için. Bırakalım onlar hesaplarını ayna karşısında versinler; rahat bakabilirlerse elbette.
Birincisi şu: Türkiye, o eski yüksek büyüme dönemlerini artık maziye gömdüğü görüntüsünü veriyor. Yok, öyle yüzde 8-9 gibi çılgın büyüme dönemlerinden söz etmiyorum. Daha mütevazi, mesela, yüzde 5 civarındaki büyüme oranlarının mazide kalmasından söz ediyorum.
İkinci nokta asıl düşündürücüsü: Yüzde 4.7 olan 60 yıllık ortalama büyüme oranımız zengin ülkelerle aramızdaki kişi başı gelir farklılığının açılmasını önlendi ama milim kapanmasına yardımcı olmadı. Bu büyüme oranının da oldukça altında büyüyoruz 2012-2014 döneminde. Buna karşın, gelişmiş ülkelerde faizlerin yükselmesine yol açan bir para politikasının uygulandığı, yani bize gelen dış kaynak miktarının azalmasının beklendiği bir ortamda, cari açığımız çok yüksek. Farklı bir ifadeyle, dışarıdan borçlanma ihtiyacımız çok fazla. Düşük büyümeye oranımıza rağmen.
Üçüncüsü: İlk iki noktanın bir sonucu olarak şu soru –ne yazık ki- gündeme geliyor: Yoksa, ‘çılgın’ bir reform hamlesine girişmedikçe ve enerji fiyatları bugünkü düzeylerde uzunca bir süre seyredecekse, Türkiye’nin yurtdışından borçlanarak erişebileceği (sürdürülebilir) büyüme oranı) yüzde 3’ün de altına mı iniyor? Bu rakamı yazarken kendime ‘yok artık abartıyorsun’ dedim. Dedim de yine de yazdığıma göre düşündürtüyor beni böyle sevimsiz bir olasılık.
Dördüncüsü de az sevimsiz değil: Düşük büyüme döneminde enflasyonumuz yüzde 8 düzeyinde geziniyor. Rekabet gücümüzü törpülediği için, sürdürülebilir büyüme oranımızı da aşağıya çekiyor bu olgu.
Yazıyı sonlandırmak için iki seçeneğim var. Bir: “Allah’ım umarım kötü bir rüya görüyorumdur”. İki: “Bize sil baştan yeni bir ekonomik program gerekiyor”. Ya biri ya öteki. Karar sizin. Bu arada, 17 Aralık sonrasının olası etkilerinden söz bile etmediğimi hatırlatırım.
Bu köşe yazısı 21.01.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
M. Coşkun Cangöz, Dr.
27/04/2025
Burcu Aydın, Dr.
26/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
25/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
23/04/2025
Güven Sak, Dr.
22/04/2025